YAKIŞIKLI CESET
İSMET ÖZEL
.

Fertlerin cesetleri olur; ama devletlerin olmaz. “Canlı cenaze” tabirini fertler için kullanırız; devletler için değil. Medeniyet Osmanlı Devletine “hasta adam” tabirini uygun görmüştü. Bu nokta müşahhas/mücerret ayrımının ötesinde tetkike değerdir. Günümüzde bir Osmanlı yönetiminden söz edemiyoruz. XXI. Hıristiyan asrında hâlâ bir Türk gücü varsa onun nerede saklı olduğu bilgisi sırdır. Fertlerin cesetlerinin yakışıklı olup olmadığı kimleri, niçin ilgilendirir bunu bilmiyorum. Bildiğim ölmeden önce biçimden biçime şekil değiştiren ve ölmeleri halinde cesetten mahrum kalan devletlerin ölüm başlarına geldikten sonra geriye bir şey bırakmadıklarıdır. Dünyayı ölçtüğümüz terazinin bir kefesinde basın-yayın yoluyla dünyaya bindirilmiş bir yük bulunuyor. Diğer kefede ise mübrem ihtiyaçların giderilmesi uğruna işleyişini sürdüren finanstan bağımsız bir “reel” ekonomi yer alıyor. Hiç kimsenin kafamızı karıştırmasından endişe duymayalım. Hadiseyi kavramak için her çağın kendine mahsus bir efsane yarattığını bilmemiz lâzım. Bizler geçmişi ve geleceği olduğu kadar şimdiki zamanı da o efsanenin temin ettiği gözlükle görme yanlışıyla avunuruz. Yanlışla avunmak hiçbir bakımdan sade değil ve her yönüyle karmaşıktır. Başımızda bir maddecilik belâsı var. ABD aydınlarının pragmatik, yani hem faydacı ve hem de yararcı oldukları söylenir. Eğer öyle olmasalardı Yeni Kıta’ya niçin göç etsinlerdi? Faydacılık ve yararcılık o topraklarda öteden beri yaşayanları fiilen ortadan kaldırdı. Köle olarak çalıştırılmak üzere Afrika’dan getirilen kara derililer ise her bakımdan acınacak duruma düşürüldü.

Devletlerin cesetleri yoktur ve fakat akıldan her üretim biçiminin bir miras bıraktığını çıkarmayalım. Mali merkezin çevreye hâkimiyeti anlamına gelen kapitalizm temellerini İtalyan Site Devletlerinde attı. Çünkü o zaman diliminde antik çağın teknologi mirası veya kalıntısı buralarda bulunuyordu. XV. asırdan itibaren müstemlekecilik payandasıyla dik durabilen Avrupa kendinden olmayan her şeye ve herkese Avrupalının menfaatine uygun yalanlara intibak etme becerisi kazandırmıştır. Halen Avrupa’nın bir bahçe olduğu ve Avrupalının talep edilirse dünyanın her yerine bahçıvan gönderebileceğine inanan ve bunu dillendiren kimseler var. Demek ki, hükümranlık karmaşasıyla ayakta durabilen batı hayata yönetme ve sevk etme fikr-i sabitiyle tutunabiliyor.

Türkler düşünce dünyasında yeni bir temayülün temsilcisi olmayacaklarsa tarih sahnesinde ele geçirdikleri yeri kaybedeceklerdir. Türkler tarih sahnesinde hangi yeri ele geçirdi? Bu yer kimin yüceltilmesine, kimin değerinin düşürülmesine dönüktür? Sadece Allah’a kulluk etmek ve istediğini sadece Allah’tan istemek düsturu Türkleri tarih sahnesinin en yüksek yerine taşıdı. Devlet yetkesinin her başarının temelinde olduğu fikri Allah’ı yerinden etti. En etkin devlet yetkilileri önce İbrâni-Hıristiyan âlemle uzlaşmayı denedi. Deneme çok çeşitli sebeplerden ötürü başarısızlıkla sonuçlanınca devleti kurtarma yolunun "düvel-i muazzama"yı taklitten geçtiğine kanaat getirdiler. Bu hususu tragedya başarısı elde edinceye kadar ileri götürdüler. Şimdiki sıkıntımız yanlışlardan bir yanlışı seçme sıkıntısıdır. Ya tragedya başarısını seçeceğiz ve / veya taklidi gideceği yere kadar götüreceğiz. Seçimimizi hangi yönde yaparsak yapalım hüsrana uğrayacağımız kesindir.

Türkleri selâmete ulaştıracak bir çıkış yolu yok mu? Varsa nedir? Müslümanlığın bir ruhban zümresi teklif etmeyişine dikkatimizi çevirmemiz gerekir. Zihnimizi ruhban sınıfından azat olmanın nasıl bir toplum örgüsü gerektirdiğine çevirmemiz gerekiyor. Avrupalı burjuvalar kendi hâkimiyetlerini tesis edebilmek için kiliseyle aristokrasi arasındaki dayanışmanın yerini alacak bir bünyevi değişme gerçekleştirdi. Mali hâkimiyet ya Fransa’da olduğu gibi giyotin sayesinde sertçe tesis edilecekti veya Britanya’da olduğu gibi aristokratlar yumuşak bir geçişle burjuvalaşacaktı. Aristokrasi en iyilerin yönetimi demekse Türk topraklarında en iyilerin yönetimden kıskançlıkla uzak tutulduğunu bilmemiz gerek. Türklerin en iyileri takva sahibi olanlarıydı. Dolayısıyla en iyiler kanaatkârdılar ve gözleri toktu. Onları seçmek ancak toplumun tümünün felâketin eşiğine geldiği zamanlarda mümkündü. Yeniçeriliğin ortadan yok edilişinde bütün toplum felâkete sürüklenmiş olmuyor muydu? Devletin Batı toplumlarını örnek almakla sadece millete eziyet etmiş olmadığını, aynı zamanda toplum içinde milletin temeline kundak soktuğunu anlayacak bir Allah’ın kulu kalmamış mıydı?

Bu sualler bizi Türk toplumu içinde zihin yetenekleriyle dikkat çekmiş kimselerin milletin tekevvünü hususunda hangi basamağa kadar çıkabildiklerini düşünmeğe götürür. Taklit hastalığı bu bakımdan da bünyeyi tahrip etmiştir. Fransızlar nasıl oldu da millet oldu? Yahya Kemal’in zihnini meşgul eden sual buydu. Şairin dine olan ilgisi de bu sebeptendir. İşlevsel bir dindarlık peşindeydi Yahya Kemal. Akademik tevali de birçok şeyi açıklıyor: Yahya Kemal yerini Ahmed Hamdi’ye bırakıyor, o da Mehmed Kaplan’a. İslâm düşmanlarını hasım kabul etmeyişinin bir sebebi de din gerçeğini seküler, maddi bir enstrümanmış gibi algılayışı olabilir.

Din maddi bir enstrüman olmayıp da ne olacak? Ömer Seyfettin’in cesedini tıp mektebinde bir kadavra şekline sokmak da, Mehmed Akif’i şair bilmenin şiirden anlamamakla eş anlama geldiğini iddia etmek de dinin sekülerleşmesini savunmaktan başka bir şey değildir. Antropologlar ve etnologlar dinin sekülerleşmesine mesleki bir hadise muamelesi yapabilir. Bunun sebebi müstemlekeciliği insanî bir tavır saymaktır. Öte yandan bir şahsiyetin seküler dini bir vakıa imiş gibi görüp göstermesi o şahsiyetin dağıldığının tezahürüdür. Dağılmış bir şahsiyet hiçbir ciddi tetkikte bulunamaz. Sonuç Türkiye’nin bugün geldiği yere varır.                      

İsmet Özel, 20 Şevval 1444 (10 Mayıs 2023)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.