ÖNCESİ VE SONRASIYLA ZADEGÂNLIK
İSMET ÖZEL
.

Avrupa’da millî kimlik bakımından ne zamanda olursa olsun öne çıkan kavimler kilise ile aristokrasinin dayanışması sonucu dikkat çekmişlerdir. Türklerin toplum yapısı bu bakımdan da Avrupa’ya yabancı ve giderek düşman konumdadır. Türk düşüncesi diye bir düşünce yürüteceksek kalın Türklerin Avrupa’nın hem yabancısı ve hem de düşmanı olduğunu bilerek yürütmek zorundayız. Başta Federal Almanya olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde beş milyondan fazla TC pasaportlu kimse yaşıyor. Onların birer Avrupalı gibi yaşadığını sanıyorsanız yanılırsınız.  …Mış gibi bile yaşamıyorlar. Üstelik millet olarak Türklerin beynelmilel sahada hangi anlamı ifade ettiğini bilmediklerine şahsen şahidim. Türk olduklarını farz ettiğimiz bu insanlar zamanında, yani 27 Mayıs 1960 askeri hareketinin anlamı sarahate kavuştuktan sonra Avrupa’ya ve bilhassa Alman topraklarına köle olarak teslim edilmişlerdir. Yani köylülerin milletin efendisi olduklarının ifade edilmiş olmasına rağmen yönetici elitin kölesi oldukları askeri bir hareketle teyit edilmiştir. Daha iyisini bilmedikleri gettolarda yaşarlar ve kendini gerçek Avrupalı sayanlar tarafından hem içten, hem de dıştan tecrit edilmişlerdir. Almanlarda Alman olmayanları içten tecrit etme duygusu Nasyonal Sosyalizm yönetimi sırasında Alman yurdunda kökleşmiştir. Bugün etkisini “Reich Bürger” kavramıyla devam ettirmektedir. Dıştan tecrit toplum hayatının her veçhesinde apaçık bellidir.

“Kraliyet ailesi olmaksızın bir Britanya düşünemiyorum” cümlesini o toprakların yerlilerinden sıkça işitebilirsiniz. Her ne kadar bir dönem bazı Fransızlar içinde “Aristokratları asalım” (Les aristocrates on les pendra) ibaresi geçen “Ça ira” şarkısını söyledilerse de Fransa’da yaşayanlar bu ülkede halen soylu tabakanın ne kadar saygı uyandırdığını bilirler. Yine de Fransızların birçok bakımdan bölünmüş olduğunu hatırdan çıkarmayalım. Avrupa’nın bütün ülkelerinde aristokrasi işlevseldir. Asilzadeleri birer toplum ayrıntısı sanma hatasına düşmeyelim. Osmanlı yönetiminde Batılılaşmayı samimiyetle kabullenen saraylılar Batı’da aristokratların modernleşmeye nasıl hız kattığını öğrendikten sonra bir “zadegânlık” rüzgârı estirdiler; ama bu yapay aristokratlık Türk toplumunda yerleşecek yer bulamadı.

Türk toplum yapısı ve onun işleyişi hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmiyoruz. Gaza Beylikleri nelerdi, Osmanlı nasıl oldu da iki kez birlik temin edebildi, Türkleri uzun bir “duraklama devri” halinde tutan neydi? Bütün bunlardan habersiz kalışımızın sebebi Türk toplumunun düşünme vakıasına ve akademik hayata ters bakışı veya hiç bakmayışıdır. Fikirlerin ve akademik hayatın sıhhati Türklerin korktukları şeylerin başında gelir. Mina Urgan 27 Mayıs 1960 hadisesinden sonra 147 akademisyenin tasfiyesinin kendisi de 147’den biri olmasına rağmen lehinde bulunuyor. Demek ki, Türkiye’de oynanan oyunun kurallarını hem bilmiyoruz, hem de bilinip bilinmemesini umursamıyoruz.

Benim çocukluğumda “eski yazı” denilen şeye günümüzde Osmanlıca deniyor. Acaba Selçuklular da Osmanlıca mı yazıyordu? Günümüzün Doğu-Türkistan’ı ne zaman Osmanlı toprağı olmuştu? Yıllar geçince anlaşıldı ki, Türk yazısını geçerlikten kaldırıp tedrisatı Latin alfabesiyle devam ettirenler ne yaptıklarını bilmiyorlardı. Tarihimiz kadar dilimiz hususunda da övündüğümüz şey cehaletimizden başka bir şey değildir. Bir gün ne olacak da “Misâk-ı Millî” şuuruna ereceğiz? Misâk-ı Millî hadisesi bir sınır genişletme hadisesi değildir. Eğer Türk milletinin şuuru Misâk-ı Millî ile tahkim edilirse bu millet yerküre üzerinde hangi yeri hükmü altında tuttuğunun farkına varacak.

“Varmasa ne olur?” diye sual edebilirsiniz. Gafletiniz bu derekedeyse sizin vatan müdafaasında yeriniz yok olup gitmiştir. Bizim üzerimizde tahsil hayatımız boyunca bugünkü sınırlarımızın Misâk-ı Millî sınırları olduğu zannı uyandırıldı. Hiçbir şekilde Türk topraklarının yönetiminin Misâk-ı Millî ’den en çok taviz verenlere emanet edildiği aklımıza gelmedi. Dolaysıyla vatan müdafaasından şimdiki hudutlarımızı savunma anlamı çıkardık. Birisi kalkıp Selânik’i Yunan hâkimiyetinden Varna’yı Bulgar hâkimiyetinden kurtarma sözü etse onu yayılmacılıkla suçlamaya hazırız.

Mesele asla ne Faşist İtalya’nın, ne de Nazi Almanya’sının yayılmacılık siyasetiyle kıyaslanabilir. Biz Türkler İslamlaştırdığımız sahayı hükmümüz altında tutmaktan daha ileride bir tavrı benimsemedik. Tarihimiz Batılılaşmanın her türlü darbesiyle yaralıdır. Bu yaraları ancak halen hükmettiğimiz toprakların kıymetini bilerek sağaltabiliriz. Dünya Sistemi’ne itaat suretiyle sağalma olmaz. Kafalarda Cumhuriyet idaresi altında biri 1947-48 diğeri 1961-63 arasında yaşanan at katliamları yer etmelidir. Millî eğitimin gerek millîliği ve gerekse eğitime ne bakımdan yaradığı bütün toplumca tartışılmalıdır. Akarsularımızın ve göllerimizin düşmanlarımız tarafından toplum aleyhine şekillendirildiğini bilen yöneticilere muhtacız. Bütün bunlar uzun işler deyip burun kıvıranların toplumda ne kadar etkin olduğunu biliyorum. Ne oluyorsa bile bile lâdes tarzında gerçekleşiyor zaten.

İsmet Özel, 10 Ramazan 1445 (20 Mart 2024)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.