KENDİNİ İNŞA ETMEK
İSMET ÖZEL
.

Emrimiz altında bir ordu yok. Silâhlı her hangi bir kuruluşun başkişisi değiliz. İşaretimize uyup harekete geçecek yığınlar ise hiç söz konusu değil. Hâsılı romanlarda, filmlerde karşımıza çıkan şeylerin hiçbirine gerçek hayatta rastlanmıyor. Öyleyse niçin bir zafere kavuşmak için kendini inşa etmekten söz ediyoruz? Hayale kapılarak tuhaflıklara meyletmenin, sonuçsuz çabalara girip yorulmanın ne faydası var? Hayır, ne tuhaflıklara meyletmekten, ne de kendine macera uydurmaktan söz ediyorum. Bilakis, sözünü etmek istediğim tuhaflığın “araziye uymak” suretiyle gündemde kalışı ve çapsızlığına rağmen kendine tapma hastalığının insanlığı kemirdiğidir.

Eğer modernlik insanlığa getirdiği nisbi kolaylıklar mukabilinde felâketler doğurduysa cephe almamız gereken doğrudan modernliğin kendisidir. “O kötülüklerin sebebi modernliktir; oysa biz modern değil post-moderniz” deyip işin içinden sıyrılmak marifet değil. Bütün “post”lar gibi post-modernlik de bir hakikati gizlemek içindir. Birileri keyfi ölçülerine uyarak post-kolonyal çağda yaşadıklarını söyledikleri için kolonyalizm yok olmadı. Bilakis, görünüşte bir toprak parçası emperyalist ülkelerden birinin müstemlekesi olmaktan çıkıp müstakil bir devletmiş havası estirdiğinde beynelmilel ortamda eşitliğe kavuşmadı. Müstemlekecilikten daha girift ve daha içinden çıkılmaz siyasi oyunların figüranı oldu. Türkiye Cumhuriyeti mazlum milletlerin umut ışığı olmadı. Böyle bir zanna kendini kaptıran birkaç “aydın(!)”ın tevessül ettiği Kadro dergisinin yaşamasına geçit verilmedi.

Dikkat edin: SSCB haritadan silindi; ama ülke halen komünizmin veya Brejnev doktrininin değil, Çarlık döneminde Rusya’ya ekilen tohumların meyvesini yiyor. Oysa Mao’nun kültür devrimi hiç iz bırakmadan inkıraza uğradı. Çin’in bütün parlaklığının o ülkenin Dünya Sistemi’ne sağladığı dayanaklarda gizli olduğunu bilmemek çok büyük bir gaflettir. En büyük sermayenin sırtını sıvazlayarak bazı parlak numaralar çektiği hepimizin gözleri önündedir. Köhne sporculara harcadığı paralar bile uyandırmıyor dünya kamuoyunu. Modernlik, kapitalizm, Dünya Sistemi… Bu üçünden her birinin aldığı yara diğer ikisini incitiyor. Açıkçası, modernliği alt etmenin yolu öncelikle Dünya Sistemi’nin sırtını yere getirmekten geçiyor. Bu mümkün mü? Var mı Dünya Sistemi’nin tekerleğine çomak sokmanın bir yolu? İşte kendini inşa etmek burada devreye giriyor.

Avrupa kendini niçin Rusya karşısında güvensiz hissediyor ve tersi olmuyor? Çünkü Rusya’da hangi sahada ileri bir çalışma yapmak istiyorsanız ülke dışına çıkmak zorunda değilsiniz. Ülkelerin hepsinde geçerli olan bir kural var: Kendine yeterlilik. Rusya XVIII. yüzyılda kendi yağıyla kavrulmadıkça güçlü olanın istikametinde seyretme mecburiyetini anladı. Başına “ihtilâl” belâsının sarılma sebebi budur. Bizi kahkahalara boğan birçok fıkraya konu olan Sovyet hayatı geçip gitti. Rusya’da geçip gitmeyen şey yaptığı işin hakkını vermektir. Yaptığı işin hakkını veren insan ilk önce o işe vakit ayırmanın isabetli olup olmadığına karar verir. Bu karar bir yaşama üslubudur aynı zamanda. Meslek ahlâkı bütün çalışanları kapsar. Putin’in fırsat buldukça çalışanları şükranla andığını hatırlayın.

Hatırlayın Sülün Osman’ın nasıl olup da dolandırıcılığı meslek edindiğini: Her halde çok sonraları Sülün Osman diye anılacak kişi Fatih dolaylarında kiralık bir eve talip olur. Ev sahibiyle anlaşırlar. Sohbet sırasında Sülün Osman acilen yirmi beş liraya (ki o zaman en yüksek memur maaşı kırk lira civarındaydı) ihtiyacı olduğunu dile getirir. Ev sahibi “İstersen bu miktarı ben sana ödünç verebilirim” der. Hayrete düşen Sülün Osman “Gerçekten verir misiniz bu parayı?” diye sorar. Ev sahibi “Ben sana evimi emanet ediyorum; bunun yanında yirmi beş liranın sözü mü olur?” cevabını verir. Yeryüzünde böyle insanlar oldukça ben aç kalmam diyen müstakbel kiracı parayı alır ve bir daha ortalıkta görünmez. Sülün Osman köyden yeni gelmiş kimseleri çok kolay dolandırdığını söylemişti. Bu hikâyeyi bir radyo mülâkatında dinledim. Şimdi işler tersine döndü. Bugünün köyden gelenleri şehirlileri dolandırıcılıkta kim bilir kaça katlar?

Dolandırıcılık, kısa yoldan servet sahibi olmak günümüz Türkiye’sinin en etkili yolu. Yine de biz anlattığımız hikâyedeki iki tarafa dikkatle bakalım: Taraflardan hangisi dünyayı Müslim ve gayri-Müslim olarak ikiye bölmeğe mütemayildir? Helâl ve harama hak ettiği yeri vermek iki taraftan hangisine düşer? Şehit olmağa liyakat kesp eden dolandıran mı, dolandırılan mıdır? Hayır, içinizde geçmiş zaman nostaljisi uyandırmak istemiyorum. İstediğim; kendimizi ancak insan ilişkilerinde doğrudanlığa en geniş yeri tanıyarak inşa edebiliriz. İnsan ilişkilerinde en geçerli yolu keşfettiğimizi sanmak karakterimizi yıkar.

Mesele bireyin zaferinde odaklanıyor. İnşa olunmuş o insan yapılış sürecinde mükâfatını almış olur. Fazilete eren kişinin fazıl olmaktan öte bir kazancı yoktur. Kendini inşa etmiş insanların çoğunlukta olduğu toplumda zayıf şahsiyetler de sağlam bir zeminde bulunmanın faydasından yararlanır. Beynelmilel münasebetler dayanaklarını sağlam şahsiyetlerde aradığı sürece kıyamet kopmaz. Nedir sağlam şahsiyet? Piyango cevabı bulana isabet edecektir.

İsmet Özel, 3 Ramazan 1445 (13 Mart 2024)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.