KEFARET VE MASUMİYET
İSMET ÖZEL
.

Her ne sebeple olursa olsun acı çeken bir memeli hayvanın ağladığını tasavvur edebiliyoruz. Bunu bizzat müşahede etmiş bile olabiliriz. Buna mukabil insan dışında herhangi bir yaratığın güldüğüne şahit olmamışızdır. “Gülme” hadisesinin insanın tekelinde olduğunu biliyoruz. Bilmediğimiz şey gülmenin bilinçle ilişkisidir. Yapımızda bilincin doğmasını mümkün kılan bir alan var. İnsanın gülebilir olması bilince kavuşabileceğinin bir işaretidir. Bir cismi olmaması gereken bir yerde veya halde gördüğümüzde ilk tepkimiz gülmedir. İnsanı yanlışlığına kanaat getirdiği şey güldürür. Düşene gülünür. Çünkü insandan beklenen dik durması ve kararlı adımlarla ilerlemesidir. Afallamak, tereddüt insanın aleyhinedir. İnsan hayatının şekil almasında ona zarar veren şey insanın varoluş endişesi hissetmesi bakımından kaçınılmaz derecede gereklidir. Şeytanın iğvasına kapılıp yasak meyveyi ısırmasaydık cennetten kovulmayacak, insan olma fırsatını elden kaçıracaktık.   

Hata işlemenin insanlığı hissetme ile sıkı bir irtibatı var. İnsanın düşünme macerası onun yanlış işlediğini anladığı zaman başlar. Hangi yanlış adım beni buraya getirdi? Dolayısıyla hayatımız onu sarf etmekle onu israf etmek arasında tercihlerde bulunmakla geçer. Oysa modernlik çoğumuza insan zihninin dünyaya bir “tabula rasa”, bir boş tablet olarak geldiği hülyasını beğendirmiştir. Doğruluk endişesi taşıyorsak zihnin bir intiba yığıntısı olduğu fikrinden uzak durmalıyız. Doğruluk endişesi taşımak da neyin nesi? Avrupa ahalisi yüzyıllar boyunca korkular içindeydi. Kadınlardan korkuyorlardı. Bu yüzden felâket getiren hava şartlarına dişi isimler yakıştırdılar. Yahudilerden korkuyorlardı. Çünkü onlar Hıristiyan alışkanlıklarına yabancı idiler. Türklerden korkuyorlardı. Türkler Avrupalılara galebe çalarak bütün kazanımlarını gasp edebilirlerdi. Avrupalıların korku listesini daha çok uzatabiliriz. Modernlik bir şeyin yokluğunu öne çıkardı. Neydi yokluğu öne çıkan? Felsefe adını verdiğimiz ve kendini antik Yunanda ortaya koyan disiplin noksanlığından acı duyulan şeyin varlık endişesinin hissedilmeyişi olduğunu varsaydı. Avrupalıların Orta Çağ’da içlerine işlemiş korkularla varlık endişesini birbirine karıştırmak işlerine geldi. Çünkü modernlik sebebiyle kadınların, Yahudilerin ve Türklerin korkulacak halleri kalmamıştı.

Aristoteles mantığının tesiriyle dünyada canlı ve cansız cisimlerin yer aldığını kabulleniyoruz. Kabullenmediğimiz şey cansız cisimlerin de kendi yaşama alanları konusunda duyarlı olduklarıdır. Gafletlerin en büyüğü tabi âfet dediğimiz şeylerin insanın hal ve gidişinden etkilenmediğini zannetmekten doğar. Yaratılmış her şey diğer bir şeyle sürekli iletişim halindedir. Şeylerle şeyler arasındaki irtibat her şeye bir konum kazandırır. Biz insanlar bu konumu esas alarak kendimize olduğu kadar uzak-yakın her şeye bir kıymet takdir ederiz. Neye ne kadar kıymet veriyoruz? Hiç kimse insanlık olarak bizim modernlik batağı içinde olduğumuzu ve çırpındıkça daha çok batağa saplandığımızı söylemiyor.

Taşlar kendi yerinde değil. Milliyetçilik dediğimiz zaman bundan İslâm düşmanlığını mı yoksa Avrupalılara mahsus modern bir hayat tarzını mı anlamamız gerektiğini bilmiyoruz. İstanbul’u gökdelenlerle, Boğazları köprülerle, şehri dev Türk bayraklarıyla dolduranlar bizden kişiler mi? Hangi ibareyi ikrar etmemiz bizi Türk milliyetçisi kılacak? Milliyetçiliğin içine asrileşmeği eleştirmek giriyor mu? Yoksa tam tersi mi? Biz Türkler bir zamanlar öylesine milliyetçi idik ki Şeker Bayramı’nda misafirlerimize çikolata ve nane, muz likörü ikram ederdik diyenlerin her fırsatta biçim değiştiren zorbalıklarını sineye çekenlere mi milliyetçi adı yakıştırıyoruz?

Ölmeden mezara girmeği reddeden tarafımız ağır basıyorsa bir yerden başlamalıyız. Bu yerin de ifade kabiliyetimizde saklı olduğuna akıl erdirmeliyiz. Masumiyet kelimesini yargılanan kimsenin suçlanmayı reddedişine hasretmeliyiz. Hayat bir süreçtir. Bu süreç içinde canlı veya cansız hiçbir şey içinde yaşattığı arzu ve arzulardan dolayı masum değildir. Kâinatı var kılan ilişkiler bütünü cereyan eden her şeyde birinin birine kefaretinin rol oynadığını bilmeyi gerektirir. Masumiyetin mevcut olmayışı ve dikkatimizi kefaretin çekmeyişi dünyayı hakkıyla kavramamızı önlüyor. Kendimize çeki düzen vermeden salihler arasına katılma hülyasına dalmayalım.

İsmet Özel, 21 Cemaziyelahir 1445 (3 Ocak 2024)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.