İNSANDAN İNSANA İNSANCA
İSMET ÖZEL
.

İnsan şuuru demekle insanın nesneyi algılamada bir başka insanla kurduğu anlaşım alanını kastediyoruz. Şuurun insan vücuduyla bağının zedelendiği zamanlar vardır. Bilinçle ilgili sarsıntı atlatılınca darbe yemiş insan için “Nihayet kendine geldi” deriz. “Kendine gelme” yeryüzündeki yaratıklar arasında yalnızca insana mahsustur. Demek ki insan olmayan yaratıkların bilinçle münasebetlerinin hayatî veya vahim olmadığını söyleyebiliriz. Her ne kadar fillerin ve kedilerin kendi ölümlerini hissettiklerini varsaysak da ölüm hayvanların bilgi alanına girmez. Yani bir bakıma diğerleri hep kendindedir. Ölüme yabancı kalmakla kendine yabancı kalmağı eş anlamlı saymaya meyilliyizdir. Oysa böyle bir eş anlamlılık gerçek değildir. Ölen kimse dünya değiştirmiş olur. Henüz dünya değiştirmeyene “beyin ölümü gerçekleşti” gibi söylemler yakıştırdığımız da olur.  “Kendine gelmek” tabirini başımıza gelen bir felâket sebebiyle kullanırız. Uğradığı felâkete rağmen hayatta kalma talihine ermiş bir insanın vasıl olduğu sonraki durağa “kendine gelmek” adını veriyoruz. İnsanın düşünme katmanına ulaşması için önce kendine gelmesi lâzım.

“Nerede hata yaptım?” Bu suali vaz eden kimse kişi olmağa yani düşünce istikametinde mesafe kat etmeğe başlamıştır. Hangi bahse yoğunlaşmış olursak olalım kafamızı hatayı merkeze alarak kullanmak düşünmeğe başladığımızın habercisidir. Düşünmeğe başlamak zihniyetimizin daha değerli bir alana taşındığı hususunda isabet kaydettiğimizi göstermez. Mantıklı bilinmek has düşüncelere kavuştuğumuza delil olmaz. “Hayatım yaşanmağa değer miydi?” Bu suali ancak kendine gelmiş bir insan sorabilir. “Batı” kelimesiyle andığımız âlem varlık belirtisi gösterdiğinden bu yana kendine “Hayatım yaşanmağa değer miydi?” sualini değil sormak, bu sualin yakınından bile geçmemiştir. Biz “Batılı olmayanlar”ın Batı’yı eleştirmeği Batılılardan öğrendiğimiz doğru. Hatamız ve bütün hatalarımız birer Faşist, birer Nazi, birer Komünist olarak kendi dayanak noktamızın “Aydınlanma düşüncesi” olduğunu kabulden doğmuştur. Dolayısıyla harekete Batı medeniyetine temelde borçlu olduğumuz fikriyle geçtik. Faşistler halk yığınlarına Roma Medeniyeti’nin ihyasını vaat etti. Naziler Almanlara bin yıllık hayat sahası sağlamak için uğraştıklarını söylüyorlardı. Hitler daha İkinci Dünya savaşı patlak vermeden Alman kolonilerinin iadesi gerçekleşirse ortada tartışılacak konu kalmayacağını iddia ediyordu. Komünistler dünyanın altıda birinde gerçekleşen ihtilâlin dünya ihtilâline dönüşmesinin eli kulağında olduğu görüşünde idiler. Dünyanın ihtilâlle çalkalanması onlar için “davamız” (nostra causa) idi.

Bugün dünyanın iki yerinde sıcak savaş var. Biri Ukrayna’da, diğeri Gazze Şeridi’nde. Dünyanın resmî yetkesi bütün gücüyle Ukrayna’ya destek oluyor. Tek istedikleri Rusya’nın savaş suçlusu olarak ilân edilmesidir. Dünyanın resmî yetkesi İsrail’e desteğini bütün gücüyle sunmaktan geri durmuyor. Türkiye Cumhuriyeti bu işlerin neresinde? Türkiye Cumhuriyeti bütün bu işlerin göbeğindedir. III. Selim saltanatından bu güne kadar Türklerin hükümran oldukları saha Batı’nın artıklarından istifade dışında başka bir işle meşgul olmadı. CHP Atatürk’ün yolundan gitmeği yerel seçimlerdeki baş şiarı olduğunu ilân etti. Bunun bir sefalet olduğunu dile getiren yok. Kemalizm ne yaptı? Türk elini Batı karşısında gerçek ve koz sahibi bir almaşık olmaktan uzaklaştırdı. Uzaklaşmanın şampiyonluğunu yapanlar yıllar içinde taltif edilmekle kalmadı mülk ve şöhret sahibi oldu.

Süleyman Demirel “Türkiye nereye gidiyor?” sualini şu şekilde cevaplamıştı: “Dünya nereye gidiyorsa oraya”. Dünyanın gittiği bir yer yok. Batı’yı dünyadan ayıran müstemlekecilik düşüncesi capcanlı yerinde. Batı Rusya’ya savaş suçlusu lekesi sürebilecek mi? Buna ihtimal veremiyorum. Çünkü zamanında Rusya yolunu Ortodoks olarak Batı’dan ayırmıştı. Şartlar bu ayrılığı pekiştirdi. Çarlık Rusya’sı Batı’nın öğrencisi olduğu yerde Batı’ya hocalık yapma konumuna talip olarak mevcudiyetini gıpta edilir şekle soktu. Bugünkü savaş gücü komünist dönemde nal toplamadığını ispat ediyor. İsrail Dünya Sistemi'nin dünyayı hamur gibi yoğuramadığını anlamakta gecikmedi. Görünen odur ki, dünya siyasetindeki oyunlarına rağmen birkaç bin Arabı dize getiremeyecek.

İnsandan insana insanca şeyin Diyar-ı Rûm’un Dar-ül İslâm haline gelişinde saklı olduğunu tarihi yeniden yorumlayarak anlamalıyız. Türklerin hükümran olduğu yöreler dünyada eşi benzeri görülmemiş bir başarının timsalleridir. Türkülerimize bakın: Bu samimiyette, bu derinlikte, bu yakıcılıkta eserleri yeryüzünde aksettiren metin yok. SSCB’nin “barış içinde bir arada yaşama” siyaseti birliğin haritadan silinmesiyle sonuçlandı. Yani kapitalizmi silâhla değil tereyağıyla yenecekleri şiarı yersiz bir şişinmeydi. Ben Dünya Sistemi’nin sırtını türkülerle yere getireceğiz demiyorum. Söylediğim kendimiz olan şeyin bilhassa yazımız olduğudur. Yazımızı geri almak ne fayda sağlayacak? Gözümüzü faydaya diktik mi ki?

İsmet Özel, 25 Şaban 1445 (6 Mart 2024)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.