EDEBİYAT KURTARIRSA NEYİ KURTARIR?
İSMET ÖZEL
.

Yıllar yılı bir federal devlet olarak ABD’nin ve hangi mesleğe intisap etmiş olursa olsun Amerikalının aleyhinde bulundum. Bu benim Amerika’da yürütülen sanat faaliyetlerine de kapalı olduğum, Amerikalının meşguliyeti içine giren sanata da düşman olduğum anlamına mı geliyor? Sanatın her çağda ve her coğrafyada bir karşı duruşu temsil ediyor olması sebebiyle benim bu suale menfi cevap vermem gerekiyor. Hayır, ne Amerika’da yaşayanlara, ne de yeni yurdu olarak Avrupa’yı seçmiş Amerikan sanatçılarına muhalifim. Amerikan hayatında yerine oturmayan şeyin ne olduğunu keşfettirdiği için Amerikan sanatı (işin içine Op Art ve Pop Art’ı da dâhil ederek) ilgiye değerdir. Modern çağ hâlâ sırrı çözülmemiş bir çağdır. Önce Baudelaire’in ve akabinde Mallarmé’nin E.A. Poe merakını hatırlayın. Modern hayatın kınanması bahsinde edebiyatçı yaklaşımındaki müştereklik bir şey ifade etse gerek. Poe’nun korku hikâyelerini düşünce alanına taşıdığınızda Amerikalıyı Amerikalı yapan korkunun felsefi titreşimine ulaşırsınız. Avrupa’dan daha iyi bir hayat bulmak için Yeni Kıta’ya göçenler ölmekten mi korkuyordu? Ölmekten ve her ne şekilde olursa olsun iflasa uğramaktan korkuyorlardı. Batı Medeniyeti’nin belânın beterini biz insanlara göstermiş olduğunu itiraf etmeliyiz. Bütün çirkinliklere rağmen Amerikalıları da insandan saymanın savunması sanatçılara bırakılmıştır. E. Kant'ın insanın imal edildiği ağacın çok dallı budaklı olması sebebiyle insanın elinden düzgün iş çıkmayacağı iddiası gözettiğini biliyoruz. Dünya romanının sacayaklarından biri sayılan Faulkner’ın aldığı Nobel edebiyat ödülü vesilesiyle yaptığı konuşmada insanın gün gelip de yok olacağı fikrini reddettiğini okuduk. Hâlbuki insanın yok olmağı defalarca hak ettiği fikri bilhassa her iki dünya savaşı sebebiyle aklı başındaki kişiler arasında bugün artık çok canlıdır.

Dünya şartları hepimizi nereden geldiğimiz ve nereye gideceğimiz hususunu umursamadan yaşamağa alıştırdı. Bu alışkanlık içinde hâlâ nefes alabiliyor olmağı bir nimet sayıyoruz. Oysa bize hayatın bereketini hatırlatacak vasıtalardan mahrumuz. Bu vasıtaların başında edebiyat geliyor. Nedir edebiyat? Edebiyatın künhüne varmak için Allah’ın Resul-ü Ekrem’e indirdiği Kur’an surelerini hatasız ve güzel okuma yeteneğine ulaşmamız gerekiyor. Hatasız okumayı tecvîd bilgimiz sağlayabilir; ama edebiyatın kıymetini bilmeden güzel okumayı başaramayız. Dilin, lisanın, lügatin inceliklerine nüfuz etmeden bir edebi eser ortaya koyamazsınız. Edebiyatla meşgul olan kişinin bir yandan da sofu mu olması gerekiyor? Kesinlikle öyle. Ne var ki devletin bir saatten sonra Batı Medeniyetine intibak ederek varlığını muhafaza edebileceğine inanması her şeyi tepe taklak etti. Devlet varlık şartını kendi temellerine ihanete bağladı. 

Türk devletinin temelleri Gaza Beylikleri döneminde atıldı. “Gaza Beylikleri dönemi” tabirine dikkat edin. Bir vatana sahip çıkmak esas alındığında mesele bazı toprakların fethi meselesi hiçbir zaman olmamıştır. Kur’an-ı Kerîm bizi Yahudi ve Hıristiyanlara benzememe hususunda sürekli uyarmaktadır. Bu yüzden Resul-ü Ekrem İslâm’ın izzetinin korunmasına öncelik vermiştir. Eğer İslâm’ın izzetini koruyacak isek Hulefa-i Raşidine borcumuzun ne çok büyük olduğunu fark ederiz. Gaza Beylikleri dönemi Bizans’ı iflasa sürüklemesi bakımından hesaba katılacak bir zaman parçasıdır. Osmanlı Devleti’nin teşekkülü Batı Medeniyeti karşısına hangi seçeneğin çıkarılacağı bahsini açıklığa kavuşturmaktadır. Osmanlı devlet adamları uzlaşma fikrinin ilerisine geçemedi. Kötüden betere geçildi ve uzlaşma endişeleri yerini taklide bıraktı.

Batıyı batı yapan bencilce kendini savunuşundan başka bir şey değildir. Kendini bencilce savunmak önce millî bir karakterin özelliklerini belirginleştirir. Yahudiler Hıristiyan âlemine “başka” unsurunu emdirdi. Böylece Avrupa’ya mahsus bir deyiş biçimi güç kazandı. Biz Türkler güçle ilgilendik ve kendilik kavramına uzak durduk. Sanatla yücelmiş bir toplum olma hedefini gütmedik. Kültür hayatımızda telâfi edilemez bir boşluk var. Gerçi edebiyat değerini bizi donatışından almaz. Ne var ki donatmayan edebiyata da edebiyat denemez.

Osmanlı toplum düzeni her bakımdan batılı toplumların ilerisinde bulunmuştur. Hangi çağda olursa olsun Osmanlı’da ne açık ne de gizli polis teşkilâtı vardı. Bu durum günlük hayatın yürürlükte kalmasının aleniyetle sağlandığının ispatıydı. Çok lâf yalansız, çok mal haramsız olmaz deyimi toplumun kılcallarına işlemişti: Aşı boyalı evler Müslümanların gri evler gayri-Müslimlerin evleriydi. Eğer bu evlerden biri dikkati çekecek büyüklükte görünüyor ise ev sahibi utancından evi (sanki orada iki ev varmış gibi) iki farklı tonda boyardı. Toprakta özel mülkiyet yoktu. Bu sadece tımar sistemi sebebiyle böyle değildi. Mülk Allah’ındır kanaatini bütün toplum benimsemiş haldeydi. Hasılı, Kur’an surelerini hatasız ve güzel okumadıkça bir açılım beklememiz boşunadır.

İsmet Özel, 13 Şevval 1444 (3 Mayıs 2023)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.