MİSAK-I MİLLÎ’YE DÜŞMAN OLANLAR KİME DOSTLUK VAAT ETTİ?
İSMET ÖZEL
.

İstiklâl Marşı’ndan Allah’ın bize vaat ettiği günlerin doğacağını öğrendik. Altında Mehmet Akif’in imzası olan ve fakat bir şaire değil bir memlekete, milletlerin en şereflisinin memleketine mal olduğu için Safahat’ın dışında tutulan metin tezahür etmeseydi bu bilgiden mahrum kalacaktık. Neyi vaat etti Allah bize? Bize vaat olunan Allah’ın askerleri olduğumuz şuurudur. Bu şuurun gereğini ilk olarak Diyar-ı Rûm’un, daha doğrusu Bizans’ın kurulu düzenini Dar-ül İslâm kalıbına sığdırarak yerine getirdik. Bir toprak parçasının vatanlaşmasından söz ediyorum. Millet olarak vatanın elden çıkışına devlet siyasetinin batılılaşmada karar ettirilmesiyle şahit olduk. Mektep görmüş zevatın Katolikler ve bilhassa Cizvitler eliyle ifsat edilmesi millet olarak felâketimiz oldu. Mektepliler baş üstüne konuyor, alaylılar alay konusu ediliyordu. Muasırlaşamazsak var olamayacağımız fikri mekteplilerin bünyesinde kemikleşmişti. 

Tarihin yükü Osmanlı topraklarının kurtuluşunu yalnızca asrî hayatın benimsenmesine, yani muasırlaşmaya bağlamanın sağlıklı olmayacağı bunun yanına Türkleşmenin ve İslamlaşmanın da ilâvesi gerektiğini düşündürmüştü. Düşünülüyor muydu gerçekten? Türkleşmek ve İslâmlaşmak içi boş kavramlardı. Alman emperyalizminin gözünü diktiği topraklara uzanan Turancılığı ciddiye alırsanız Türkleşmekle ne dediğiniz biraz anlaşılabilirdi. İslâmlaşmak dikkatimizi ne asr-ı saadete, ne de hulefa-i raşidin devrine çeviriyordu. “İlerleme” tellalları başarılarına ermişti. Yani Türk milleti uğradığı zilletten arınmak için kendi başına hükümran olduğu toprakların dışına çıkmak şartına bağlanmağı marifet bildi. Türk milletine hangi büyük düşünce adamı yol gösteriyordu? Türk lügatinde “düşünce adamı” tabiri yoktu. Türkler İslâm’ın kanatları altında yaşamaktan rahatsız değillerdi. “Kitapta yeri var” mavalıyla ahmaklaşan Türkler sarayın içinde hüküm süren asrileşmenin her hangi bir düşünce adamına nefes alacak bir saha bırakmayışına hayret etmiyorlardı.

Vatanlaşma ikinci kez İstiklâl Harbi ile uç verdi. Şimdiye kadar benim kalemimden “Türk toprakları ilki XIII. asırda, ikincisi İstiklâl Harbi akabinde olmak üzere iki kez vatanlaştırıldı” tarzında cümleler okudunuz. Oysa okumakta olduğunuz paragrafın ilk cümlesi bir kesinlik ifade etmiyor. Bu yumuşamanın sebebini Türk topraklarında mektep görmüş insanların gerek vatanlaşmayı ve gerekse İstiklâl Harbi’ni umursamayışlarına bağlayabilirsiniz. Bu cümleyi buraya kaydedişimin bir felâket olduğunu dile getirdiğimi alay konusu edecek milyonlarca insan arasından sesimi yükseltmek istiyorum. Ciğerlerimin buna ne kadar müsait olduğunu bilmiyorum. Kuşaklar geçti ve böylece İstiklâl Harbi’nde ne ile uğraşıldığına dair bir hatıra zihinlerde kalmadı. Yazımızın elimizden alınması okuma yazma işini kolayca ikame edilebilir insanların eline zaman içinde bıraktı. Düzgün Türkçe konuşabileni konuşamayandan ayırt edemeyecek ve böyle bir farkın önemini idrak etmekten aciz insanlarla birlikteyiz.

Niçin yirminci Hıristiyan yüzyılında SSCB ve Bloksuzlar (Yugoslavya-Mısır-Hindistan) dünya siyasetinin yönüne tesir edemedi? Niçin çok gürültü koparan “kültür devrimi” tecrübesine rağmen Komünist Çin dünya siyasetinde dikiş tutturamadı? Çünkü gerek Sovyetler ’in ve gerekse Çin Halk Cumhuriyeti’nin tacıyla tahtıyla değil ve fakat müstemlekeci siyasetiyle bir dünya gücü üreten Avrupa’nın yücelttiği “Aydınlanma” dışında müracaat edebilecekleri bir tereke yoktu. Bu demekti ki, Avrupa merkezli sosyalizm ve emperyalizm söylemi düşman olarak yine kendini işaret ediyordu. Kapitalizm ise ilerleme ve evrim düşünceleri yardımıyla her türlü aydınlanmayı daha baştan oyuncak durumuna düşürmüştü. Aydınlanmanın oyuncaklaşması ne demek? Bu suali hakkıyla cevaplandırabilmek için dikkatimizi hegemonya kelimesine çevirmemiz gerekiyor. Hegemonya dediğimiz şey çağlar boyu karşımıza üç şekilde çıktı: 1) Bir despotun toplumu kendi kaprislerine uyar hale sokmak için zor uyguladığında ihdas edilmiş bir hegemonyaya şahit olduk. 2) Bir dinin toplumu bazı davranış biçimlerine alıştırmasından genel anlayışın yabancısı bir tür hegemonya üretildiğine muttali olduk. 3) Gerekliyi gereksizden ayıran çizginin tamamen yok edilemese bile tahrip edilmesiyle toplumun ihyası için gerekli yeni oluşumlara kurulu düzenin engel olduğu tecrübesi edindik.

“Egemenlik” kelimesi öz Türkçeciler tarafından “Hâkimiyet” kelimesinin yerini tutsun diye türetildi. Egemenliğin içinden “hegemonya” lâfzının nasıl sırıttığını dikkatinize havale ediyorum. Toplum hayatı bir tür hâkimiyet olmadan devam edemez. Çünkü ortak paydaları ne olursa olsun yan yana yaşayan insanlar en azından asayiş için bir gücün hâkimiyeti temsil etmesine muhtaçtır. Asayiş temin edemeyen hâkim olamaz. Asayiş temin edebilenin eleştirilebilecek tarafları sebebiyle fark edilecek kusurların propaganda edilmesi ertelenebilir. Din yoluyla uygulanan hegemonyanın sonunu ancak rakip din getirebilir. Bir yörede hesap soracak yaygınlığa erişen yeni din öncekinin yerini alır. Misak-ı Millî dolayısıyla merkeze aldığımız bahse dönelim: Bünyemize yerleşmiş bir hegemonya türü var. İnsanlık sıkıntı çekiyorsa gerekliyi gereksizden ayıran çizginin tahrip olmasından çekiyor. Niçin mi? Nasıl mı?

Niçin her dakikası insanlık namına acı veren kurulu düzeni ayaklar altına alamıyor, yere çalamıyoruz? Kurulu düzeni nasıl alt edeceğimizden hangi sebeple haberdar değiliz? Niçinin de, nasılın da cevabı şu: Tarihe Türk gözüyle bakma ehliyetimiz yok. Eğer bu ehliyete sahip olsaydık gerekliyi gereksizden ayıran çizginin tahribine engel olur, o çizgiyi tahkim ederdik. Bu hiç bilmediğimiz bir şey değil; daha önce iki kez yaptığımız bir şey.

İsmet Özel, 4 Safer 1444 (31 Ağustos 2022)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.