KİTLELERİN VE ELİTLERİN (SEÇKİNLERİN) GÜCÜ
İSMET ÖZEL
.

Yönetildiğimizi fark ettikten sonra halimize ve mazimize baktığımızda elitlerin varlığından şüphe duymuyoruz. Bu demek elitlerin toplum hayatı üzerindeki gücünü inkâr edilemez bir gerçek sayıyoruz demektir. Bu sayıltı ne kadar doğru? Sporda desteklenen takımın taraftarlarını da kitle kabul etmek şaşırtıcı gelmiyor. Nedir ki bir ekibin taraftarı olmak yığının gücünü işaret etmiyor. Bu yüzden sporda bile kitlelerin gücünden bahsetmek mümkün değil. Sporda taraftarların sayısı bir takımın şampiyonluğunu temin etmiyor. Şimdiye kadar insan kalabalığı hiçbir ülkeyi büyük yapmadı. Çünkü insanı dikkate değer kılan bilgiyle buluşmasıdır. Batı medeniyeti üstünlüğünü müstemleke durumuna düşürdüğü alanlarda yaşayan insanlara kabul ettirmekle kalmadı; yerkürenin tamamına teknologi büyüsü yaydı.

Batı medeniyetinin değerler sıralaması milâdî 1930-1935 yıllarında büyük bir sarsıntı geçirdi. Gerçi günümüzde gerek sağdan ve gerekse soldan aldığı yaralarla teknologi büyüsü delik deşik edilmiştir. Buna rağmen teknologinin maliyet harcamalarında bir kısıntı yok. Olmasını düşünmek de pek akıl kârı değil. Çünkü Batı medeniyetini var eden ilke denetleyen ve denetlenen arasındaki zıtlık. Bu ilke sapasağlam yerinde duruyor. Bir kısım insan kontrol altında tutulmaktan hoşnuttur. Kontrol edici güçler de hallerinden şikâyetçi değil. Kapitalizm teknologiyi tahrip ettiği her ne ise onun yerini tutacak bir şeye ulaşılamayacak bir yola soktu. Türk toprakları çoktan Avrupa Birliği emrine verildi. Her iki dünya savaşı da bu kokuşmuşluğun değirmenine su taşıdı. Nasıl?

Önce aklımızı dünya savaşlarının insan haysiyetine verdiği zarara yoralım. Türk milleti Almanların kuyruğuna yapışarak (daha doğrusu yapıştırılarak) sürüklendiği I. Cihan Harbi'ne “seferberlik” adını verdi. Ne anlama geliyordu seferberlik? Türk milletinin kaderi üzerine kafa yoran herkes Türkleri gerçek dünyadan kovma hazırlıklarının Batı medeniyeti tarafından tamamlandığını görmüştü. Milletçe gerçek dünyadaki şerefli yerimize sahip çıkmak için seferber olduk. Seferberlik başarıyla sonuçlanmadı. Başarısızlık hezimet değildi. Türk milletini millet kılan şey dinine olan bağlılığıydı. Vatandan vazgeçmeme duygusu buna eklenince Türk topraklarını sonuna kadar yağmalama fikri söndü. Müttefik donanmasının İstanbul’a ulaşmasına fırsat vermeyişimiz, Kut zaferi kazanışımız galiplerden sayılmamıza yol açmadı. İstanbul beş yıl işgal altında kaldı. Yüksek tabakası Batılılar tarafından satın alınmış Türk milleti serapa bir İstiklâl Harbi başlatarak kefeni yırttı. O yırtık kefen hâlâ üzerimizdedir. Dünya üzerinde hâlâ o yırtık kefenle geziniyoruz. Bir kıyafetten mahrum kalışımız olumlu bir yere ulaşmamıza engel oldu ve olacak.

Daha I. Cihan Harbi sona ermeden Rus Çarı devrildi. Mağlup Avusturya-Macaristan monarşisi hâkimiyeti altındaki ülkelere galip devletlerin ihtiyacına cevap verecek yönetimler yamandı. Nazilerin II. Reich adını taktığı Alman İmparatorluğu Weimar Cumhuriyetinden geçerek 1933’te Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi idaresine bırakıldı. Türkler bir yolunu bulup II. Cihan Harbi dışında kaldı. Size harplerin verdiği en büyük zarar gerçekleredir diyecek olurlarsa sakın inanmayın. Seçkin zümre kitlelerin karnını savaş barış dinlemeden hazırlayıp pişirdikleri dolmalarla doldurur. Kitleler dolma yutmağa pek mi meraklıdır? Hiç de değil. Onlar dolma yutuyormuş gibi görünüp toplumun direksiyonuna yakın durmağa gayret eder. Topluma şekil verme işini başarmış hiçbir halk yığını yoktur.

Avrupa seçkinleri İspanya’yı bir deneme tahtası olarak kullandı. Hıristiyan takviminin üç yılı (1936-39) İspanyol iç savaşıyla geçti. Dünyanın sözüm ona hür düşünce taraftarları cumhuriyetçileri destekliyordu. Genel seçimlerde hükümet kuracak çoğunluğa erişmiş İspanyollar halka silâh dağıttı. İtalyan ve Alman uçakları cumhuriyetçileri bombaladı. İsyanı başlatan ordunun desteğindekiler iç savaşı kazandı. Kitlelere can veren İtalyan Faşistlerinden ve Alman Nazilerinden korkmanın anlamı kalmamıştı. II. Cihan Harbi totaliter siyaseti lânetlemek için herkesin eline bir fırsat verdi. Faşistleri ve Nazileri lânetleyenler demokratik bir SSCB’den söz edebilecekler miydi? Size dünya savaşları vesilesiyle dile getirmek istediğim şudur: Ne bir toplumun seçkinleri yani elitler, ne de o toplumun beşeri yığınları yani kitleler ellerinde hayatın seyrini değiştirebilecek bir güç barındırıyor.

Gayri-Müslimlerin eğer varsa güçlerini nereden aldıklarını tahmin etmemiz imkânsız. Bir değerler dizisinden diğerine sıçrayarak dünya cennetinin patronluğunu bırakmama kararlığı içindedirler. Biz Müslümanların elinde Allah’a edilen duadan daha büyük güç yok. Ne demek bu? İbadetimizin tamamını Allah’a hasredeceğiz. Allah’tan gayrısından hiçbir şey beklemeyeceğiz. Müslim veya gayri-Müslim bütün yaratılmışların kaderini tayin eden Allah demekle neyi dile getirmiş oluyoruz? Bünyemiz bu sualin cevabını bulmağa müsait değilse boşuna kurtuluş hayallerine dalmayalım. Yani “Felek çarkın kırılsın” deme cüretinde bulunmak insanı küfre sürükler. Allah’ı camilerin, mescitlerin mahkûmu şekline getirmeğe çalışanlar kâinatta olup biten her şeyin sahibinin Allah olduğunu bilmeyenlerdir. Kıyamet günü verilecek hesapta her şey açığa çıkacak. Türk milletinin İstiklâl Harbi başlatmakla ne derecede isabetli karar verdiğini ancak din gününde öğrenenler hangi hataya düştüklerini görmekte geç kalmış olacaklar.

İslâm âleminde düşünce üretiyormuş gibi yapanlar yaşanılan her şeyin bir al gülüm ver gülüm hesabı olduğu gerçeğini gözden kaçıranlardır. Arap toplumlarında seçkinler Batı medeniyetiyle yapılan pazarlığın başlarındaki bütün belâları def edeceğine inandılar. Türklerin dünyasında ise hem bütün cephelerde zayiat verenlerin, hem de milletin paşaları olduklarına inandırılmış olanların günleri akıllarını Batıcılık şirkinin İslâm kurtuluşuna vesile olacağına yorarak geçti. “Eller Aya Biz Yaya”… Bu ibareyi Aziz Nesin bir dönem yazılarının üst başlığı olarak kullandı. Yani Türkiye’de sosyalist diye gösterilenler medeniyete tapıyordu. Medeniyet olarak bilinen de Batı medeniyetinden başkası değildi. Sosyalist olmayanlar ise batılılaşmadan kopardıkları kadarının kendilerini medeni saydırmağa yeteceğinden emindiler. 

SSCB’nin haritadan silinmesi bahanesiyle siyaseti siyaset yapan şeyin terk edileceği umudu kitlelere aşılanmak istendi. Bu kısa vadede işe yarasa da temelsiz bir yaklaşımdı. Adı bile Latinceyle Yunancanın kırması olan sosyologinin bize öğrettiklerinden yararlanarak ıslah olmuş bir insan topluluğuna ulaşmamız gerçekçi bir tutum olarak görülmemeliydi. Demokrasinin sosyologiden öğreneceği hiçbir şey yoktu. Bilginin bilenden ayrılmayacağını nereden öğrenecektik? Bu hususta kim Kur’an-ı Kerîm’den başka bir kaynak bulabilmişti?

İsmet Özel, 30 Rebiülevvel 1444 (26 Ekim 2022)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.