BENİ EDEBİYATA BIRAK

İşimiz bilinç derdini çekme hususuna kilitlendiyse gözümüzü insandan çekmeyeceğiz. Neden yapacağız bunu? Çünkü şuur veya yeni tabiriyle bilinç kadar insan da, sanat da mücerrettir. Sanatın suni olduğunda dünya çapında bir ittifak vardır; ama elinin ayağının hepimize dert açtığı insana niçin sunilik atfedelim? Vakit kaybetmeden öğrenmemiz gerekir ki sunilik bizi nereye kadar sürüklemişse orada karşımıza bilinç, insan ve sanat olarak çıkar. Avrupa’yı dize getiren çarıklı Türk ile uzun konçlu çizme giyen Alman nerede, neleriyle soyut kabul edilecek? Neyin bilincine varsak, hangi insanla karşılaşsak, ne gibi bir sanat türüyle iştigal edersek edelim hayatı bir muamma olmaktan çıkaramayız? Hayat maceramız bütün suallerin cevabını içinde barındırsa bile asıl istediğimizi bize vermez. 

Tecridi tecrit edemeyeceğimizi bize Husserl söyledi. Ona göre kendi başına bilinç olmaz. Bilinç dediğimiz şey şahsın atfedilmiş bir şeyle ilişkisinde saklıdır. Eğer bilinçli insan demişsek neyin bilincinde olduğuna parmak basmış sayılırız. Bu bağlamda önce insanım sonra gazeteci diyenleri çok gördük. Yani gösteriş hastalarının elinden çıkan işler ne gazeteciliğe ne de insana lâyık işler oldu. Ekmeğini gazeteciliğin yavanlığından çıkarmağa mahkûm olduğu halde gazeteciliği paranteze almakta beis görmeyenlerin nesine insan diyeceğiz? İnsana göz atma cazibesine kapılmamız demek bünyemizi teşkil eden her türden tecridin sonucuna katlanmamız demektir. İnsan olduğumuzu beyan ettiğimizde birçok tecridi yapımızda barındırdığımızı dile getirmişizdir. İnsana göz atmağı terk ederek bir nesnelliği yakalamağa niyetlendiğimizde yakamızı bize mağlubiyet acısı tattıracak müşahhaslıklara kaptırırız. Önce insanım sonra gazeteci diyenler müşahhas olanı öne aldıklarını belirtme sıkıntısı çekiyormuş gibi yapsalar bile modern insanın m’sine uzaktan bakma noksanıyla malûldür.  

İnsanlaşmamızın tecrit ile başladığı modernliğin insanın zihninde oluşturduğu bir sarahattir. Modernlik öncesinde önemimizi bilmek bize yetiyordu. Şimdi önemimize kanaat getirmekten tatmin olamıyoruz. Padişahı çok merak eden adam masrafı göze alıp İstanbul’a gelmiş. Bir Cuma selâmlığında padişahı gördükten sonra köyüne dönmüş. O kadar merak ettiğin padişah nicedir diye sormuşlar ona. Cevabı şu sözlerle seslendirmiş: “Senin benim gibi bir adam. Biraz fazla yüz bulmuş”. Modern çağa adım atmadan önce adam olmak yüz bulmanın ilerisinde yürüyordu. Tersi olunca, yani insanlar adam olmağa kıymet biçmektense yüz bulmağa değer verdiklerinde Allah’ın bize verdiklerine kıymet takdir edemez olduk. Netice? Uydurulmuş hayallerin üstüne bina kurmağa yeltendik. Hâlbuki uydurulmuş olan bizlerden başkası değildi.    

Hangi kavme mensup olursak olalım önce iki ayak üzerinde yaşamak öğretiliyor bize. Bünyemiz bilmeden yaşamağa müsait değil. Platon’un insan tarifi modern öncesinde kalmıştır. İnsan iki ayak üzerinde yürüyen tüysüz bir hayvandır diyen odur çünkü. Hayvanlığın insan diye bilinen hepimizin önüne geçtiğini kabul etmeden Platoncu olamıyoruz. Demek ki insanın dil üzerinden nerelere uğradığından Platon dikkatini esirgemiş. Allah’ın haram ettiğinden sakınmak, helâl ettiğinden istifade etmek insanlığın ilk şartıdır.  Beşeriyetten insanlığa, giderek modern insana doğru ilerleyebilmemiz için zihnimizin tıpkı bisiklete binmek gibi bir soyutluğa yatması gerekiyor. Önce emekler, sonra sıralar ve nihayet yürürüz. Yetişkinlerin müdahalesi olmadan ne emeklemek, ne sıralamak, ne de yürümek bebeğin elinden gelir. Bizden daha yaşlı insanların güdücü tesirinden yararlanmaksızın iki ayak üzerinde yaşamayı, hayatta kalmağı beceremeyiz. İnsana mahsus yürümeyi başardıktan sonra kademe kademe gömüldüğümüz konuşma tecrübesidir. İnsanlar bir defa yürüdü ve yine bir defa konuştu mu hayatlarının sonuna kadar eylemle ve anlatıyla birlikte sürüklenecekleri maceraya atılmış olurlar.

Eylem ve anlatı… Bu ikisi zihnin mücerret kalıplara alışmasına vesile olur. Eylemin ve anlatının gereklerini hesaba katmak insanlıktaki derecemizi tayin eder. Edebiyatın çağrısına uymak her ikisinin de üstüne çıkmağı zorunlu kılar. Din ile sanatı birlikte anmanın zorla uzlaşma neticesi sanma hatasına düşmeyelim. Bir duayı yanlışsız okumağı çağrının başlangıcı sayabiliriz. Dua etmedeki başarımız şiiri terk etmenin gerekçesi olabilir. Edebiyatın çağrısını tamamlamağa dua yeter. Dinin gereğini yerine getiren üzerinden edebiyat yükünü atar. Bunu tersinden de doğrulayabiliriz. Çoğumuz din alanında ele geçirilecek başarının nimetlerine kavuşamama endişesiyle bilerek veya bilmeyerek şiir, resim, müzik gibi uğraşıların gücüne sığınır. Tecridin güdümüne her seferinde bağlanmak bekler bizi. Soyutluğa duyduğumuz ihtiyacı gizlemek hoşumuza gider. Mücerret olana âşık olmanın itirafına yanaşmak kimsenin işine gelmez.

Modern insan uzandığı her yerdeki tecrübeleri değerlendirme heybesine atar. Niçin sadece insan demiyorum da ısrarla modern insan tabirine müracaat ediyorum? Çünkü tecridin varabileceği en uç nokta insanlığın ihmali pahasına modern insana geçiştir. Aynı sebepten dolayı şiirdeki soyutlamanın bütün sanat uğraşılarının muhtevasına şiirin endişelerini soktuğunu iddia etme sahasına girebiliriz. Ülkemizde daha III. Selim saltanatında verilen batılılaşma kararı tutturamadığı daldan tutturabildiğine atlayarak DP hükümetleri zamanına erdi. Modernleşme artık bütün veçheleriyle Türk topraklarında benimsenmişti. Türk milleti oylarıyla getirdiği yönetimi silahla devirenlere karşı demokratik komplolar hazırlama alışkanlığına doğru seyrediyordu. Süleyman Demirel’in “Bulun 226’yı, düşürün” deyişinin temeli buradadır. Millete mahsus demokratik direnişin karşısında “zinde kuvvetler” anlayışından medet umanlar vardı.

Üniforma zindelik demek miydi? Ne gezer! 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi emir-kumanda zincirine sadakatin ürünleriydi. Ne yapmalıydı da itin ot, atın et yemesini sağlamalıydı? Cevabın sual kadar cazip olmasına imkân yok. Şehir kültürünü hiçe sayan asker uğurlamaları cevaptan daha çekici. Bir yerde tecrit yakalandı mı üstüne onu aşan bir tecridi yapıştıracaksın, her şey olup bitecek. Hangi kubbeden hoş bir seda duyulduğu merakı beni çatlatacak.

 İsmet Özel, 26 Zilkade 1441 (17 Temmuz 2020)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.