Tevdi Edilen Emanete Vatan Dâhil

İstiklâl Marşı Derneği İkinci Başkanı Durmuş Küçükşakalak’ın “Bereketsiz İhanetler” adlı paneldeki konuşma metnidir. 

İhanet imanla alâkalı bir inhiraftır. Sadakatin zıddı imiş gibi akla gelir ama ihanetin zıddı emanet. Dilimizdeki “emanete ihanet etmek” deyimi de birçok deyimde olduğu gibi Hadis-i Şerif’ten alınmış ve aynı kalıpla kullanılmıştır. Münafıklığın üç alâmetinden biri olarak zikredilir. Türkçede “vatana ihanet” ve “vatan haini” terkipleri çok yakın zamana kadar yaygın bir kullanım idi. Artık bu terkiplerin üzeri örtülmeye, giderek dilimizden çekilmeye başladı. 23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi’nin, daha ilk haftasında çıkardığı kanunlardan biri “Hıyanet-i Vataniye Kanunu” olmuştu. Bu kanun yetmişbir sene boyunca (Turgut Özal cumhurbaşkanı oluncaya kadar) bir şekilde muhafaza ve icra edildi. 1991 yılında ise ilga edildi. Şu anda vatana ihanet kanunen tanımlanmış bir suç değil. Birçok hâdisede olduğu gibi vatana karşı pervasızlığın önce kanunî zemini hazırlandı, sonra dilimizde çok yaygın bir kullanım olan “vatan haini” suçlamasını patolojik bir ruh hâlinin ürünü şekline sokmak suretiyle işin psikolojisi oluşturuldu, bugünlerde ise vatan aleyhine projeler adım adım fiiliyata geçiriliyor. Hiyanet-i Vataniye Kanunu ilga edilmeliydi; çünkü bu kanun muhafaza edilecek olursa başta cumhurbaşkanı olmak üzere mevki ve makam sahibi birçok insan -emanete ihanet etmeyen şahitler kaldıysa- sanık durumuna düşecekti. 

Müslümanlıktan başka kanacağı, kandırılacağı zaafı olmayan Türk milletinin tarihi aynı zamanda birçokları için bereketli bir ihanet tarihi oldu. Batılılaşma hareketleri ile birlikte başlayan şey ise bereketsiz ihanetler tarihidir. Bereketli ihanetin en göze çarpan şekli altı asırdan fazla sürmüş olan Osmanlı Medeniyeti’dir. Ömrüne bereket! Aslında bu ömür uzunluğunu artırmanın sırrı, Bizans’tan devralınan kültürde idi. Bizans İmparatorluğu Hıristiyan olmadığını söylediği anda halk nezdinde hiçbir otoritesi kalmayacağını bilerek on asırdan fazla yaşadı. Osmanlılar da aynı şeyi İslâm’ı kullanarak, suiistimal ederek yaptı. İslâm her zaman yumuşak karınları oldu. Hayatta kalmak, Müslümanlara kendi Müslümanlıklarını sorgulatmamak için gayret sarfetmeleri gerekiyordu, daha çok Müslüman görünmeleri gerekiyordu. Bu gereklilik bereketli bir ihanet doğurdu. Sevimli görünmesin ama bundan bir yere kadar Müslümanlar da istifade etti. Bir üstünlük tesis ettiler, bir üstünlük aracı olarak istifade ettiler. Osmanlı Müslümanlara hizmet eden unsurlara yaşama imkânı sağlamak zorunda idi. Türklüğe hizmet ederek, Türklüğü tebcil ederek diğer unsurlar yaşama hakkına sahip olabiliyordu. Yenilgilerin arka arkaya gelmesinin akabinde bu vaziyet üzere bereketin kalmadığı anlaşıldı ve aşama aşama o ihanet bereketsizliğe doğru evrildi. Tanzimatla birlikte tamamen bereketsiz ihanetler furyasına, faslına geçildi. Münafıklık tek geçer akçe oldu, münafıklık furyası tavandan tabana yayıldı. Her şey Müslümanlar aleyhine işleyen bir mekanizmaya doğru aktı.

I. Meşrutiyet, II. Meşrutiyet ve ardından gelen Cumhuriyet, “İslâm’ı dilimizle inkâr etmeden gâvurlaşabilir miyiz, pek zayıf görünen halimizden kurtulup semirebilir miyiz?” sorularına cevap aranma usûlleri oldu. Yönetici kadrolarda ihanetin bir kültür haline geldiği bilindiğinden, bu tehlikeyi bertaraf etmek için ilk meclis derhal “İhanet-i Vataniye Kanunu”nu çıkarmak zorundaydı. Emanete ihanet etmeme azmiyle İstiklâl Harbi verildi ve o azimle zafere erdi. Ama ihanet, usturuplu bir kültür halinde dokulara kadar sirayet ettiği için Cumhuriyet’in ilânından sonra bambaşka bir seyirle gösterime girdi. Cumhuriyet tarihindeki ihanetler bereketsiz olduğu için Türkiye Cumhuriyeti’nin ömrünün Osmanlı kadar bereketli olmayacağını öngören bazıları bugün “yeniden Osmanlı” diyerek tekrar bereketli ihanet sayfası açmanın derdinde. Diğer bazı azılılar ise “bereketli-bereketsiz geç bunları… kim var da kime ihaneti düşüneceğiz” havasında. Tarihimizde hainlerden kurtuluş diye bir şey yok ve hiç öyle bir şey olmadı. Hainler Rasulullah hayatta iken bile mebzul miktarda vardı. Aslolan hainlerden kurtulmak değil onları bilerek, yaptıklarının tesir edemeyeceği bir sahayı açmak ve o sahanın bekçiliğini yapmaktır. O sahanın açılması; hainlerin terzil edilmesi, rezil ve kalitesiz kumaşlarının gösterilmesi ile mümkün olacak.  

Müslüman İslâm’a en başta itikadî değeri itibarıyla bağlı olduğu için Müslüman’dır. Münafık ise sosyal fonksiyonu ve işlerliği sebebiyle İslâm’a hayatında yer verirmiş gibi yapar. Bu toprakların tek gerçeği İslâm olduğu için hiç kimse İslâm’a cephe alamıyor, cepheden saldıramıyor. Bugün Türkiye’de etkili ve yetkili bir mevkii işgal edenler İslâm’ın Türkiye ile olan irtibatına engel olmak için o mevkii işgal ediyor. Bu hususa sıkı sıkıya riayet edilmesi tembihlenmez ama o işlere talip olanlar bu hususiyete sıkı sıkıya riayet eder. Çünkü bu iş konvansiyoneldir.  Uluorta İslâm’dan dem vuranlar telaffuz etmeseler de imalarıyla, halleriyle Müslüman bilinmekten pişman. Yani “bir şekilde bulaştık bu işe, yıka yıka çıkmıyor…” hâlet-i ruhiyesindeler.  Bir mürtedin söyleyeceği şeyleri ağızlarında geveleyip dururlar: “İslâm’ı biz biliyoruz, istifade edecek bir şey yok. İslâm’dan bir dirlik, bir düzen çıkmaz, diğer dinler gibi folklorik bir kültürdür…” Kafası biraz basanlar, entelektüel kalibresi gelişmiş olanlar İslâm’ı Yahudiliğin bir formu gibi görür, meselelere bir Yahudi gibi bakar. Kalibresi dar olanlar da İslâm’ı Hıristiyanlığın bir formuymuş gibi anlatıp, meselelere bir Hıristiyan gibi bakar. Bugünkü İslâmsız İslâmcılık manzarası: Bu topraklarda doğmuş, bu topraklar aleyhine yaşayan ve karın tokluğuna çalışan müsteşrikler ordusu. Son zamanlarda Müslüman görünerek gâvurlaşmanın rantı bereketsiz, ağız tadıyla yenemiyor. Küfrün oyuncağı olunuyor, küfrün amelesi, taşöreni… en fazla müflis müteahhidi. Bu tablo içinde bize ulaşan bilgilerin matah şeyler olduğu zehabına kapılmak, küfrün ameleliğine soyunmaktır. Tedavülde dolaşmasına izin verilen bilgiler 1945 sonrasında oluşturulan Amerikanizm süzgecinden geçen ve son on yılda güncellenen bilgilenmelerden müteşekkil. Bugün Türkiye’de İstiklâl Marşı’na kulak tıkayan herkes Amerikancı olmak mecburiyetinde. Ateşli silah zoruyla olan bir mecburiyet değil bu; tarih silahının icbarıyla, her gün hızla gelişen hâdiselerin icbarıyla oluşan bir mecburiyet.  Türkiye’de İstiklâl Marşı Derneği dışında bir İslâmcılık, her alanı Amerika’nın eseri olan bir İslâmcılıktır. Bugüne kadar şafaklarda bir al sancak yüzüyor idiyse Son Ocak fikriyle yüzdü. Bundan sonra yüzecekse Sönmez Ocak fikriyle yüzebilecek. Ol sebepten bugün yapılan her işin, Sönmez Ocağa istinaden yapılıyorsa bir kıymeti var, bir yeri var. Bu hissiyattan uzak durarak Müslümanlık adına yapılan ve yapılacak her iş, söylenen ve söylenecek her söz, izlenen ve izlenecek her yol battaldır.

Bugün kanunî zemini dinamitlenmiş olsa da, hâlâ şeklen bir vatan (İslâm’ın son vatanı)  sahibi oluşumuz hasebiyle şunu söyleyebiliriz: Türkiye’de Müslüman olmamak dağların taşların yüklenmekten imtina ettiği o emanete başlı başına bir ihanettir. İhanetin Müslüman kisvesiyle yapıldığı bugünlerde münafıklığı bertaraf edecek, herkesin neşesini kaçıracak tarihî suali sormanın tam vakti ve yeridir: Türk müsün gâvur musun? Türkiye’de Türk kimliği dışında herhangi bir kimliğin davasını gütmek vatana/emanete ihanettir. Türkiye’de yaşayıp da, Türkçe konuşup da Türk kimliğinden imtina etmek, Türk kimliğine savaş açmak süzme bir İslâm düşmanlığıdır. Mücerreten kavrayabildiğimiz emanetin müşahhas hâli / büründüğü don, hediye edilmiş olan cennet-vatandır. Vatanın hediye oluşu hidayete bir bürhandır.

17 Mart 2012, Ankara