MUKADDEME 15
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı! Kime veriliyor bu talimat? Hitap edilen ben miyim? Türk olmamızı Türk vatanına sahip çıkmamızla etle tırnak durumuna getiren İstiklâl Marşı’dır ve başka hiçbir metin değildir. İstiklâl Marşı dünyaları almaktan bahsediyor, çünkü Türk’ün tarih sahnesine çıkışını resmetmek icap ettiğinde bunu yapan ancak dünyaları almak ifadesine müracaat ile yapabilir. Tarih sahnesine figüran olarak çıkmadık. Türk milleti ne gökten indi, ne de piyangodan çıktı. Tarih içinde şunu şöylesine şunlarla, bunu böylesine bunlarla yaptık; ama bileğimize iman dolu göğsümüzden naklettiğimiz güçle kazandığımız Avrupa, Afrika, Asya topraklarının hepsi öz vatanımızdı, hiçbir parçası müstemlekemiz değildi. Âlemi modernlik söylemlerine dadandırarak kendi günahlarını, kendi habisliklerini biz Türklerin sırtına yüklemekte mahir davrananlar bir suretle elimizden sırasıyla Avrupa, Afrika, Asya topraklarımızı almağa tevessül ederek bu alçaklığa çok büyük, tahammül edilemeyecek kadar büyük mesafe kat ettirenler ebedi yurdumuz üzerinde ezanların inlemesini kendi mevcudiyetlerini tehdit eden asıl tehlike bildi. 
Şiiri günü birlik mesuliyetten koparmakta huzur aramış zındıklar da onlara şiirde ezanın bir işi olmaması fikrini savunarak destek oldu. Olan bitenden sarih bir şekilde anlaşılacağı gibi şiirle fikriyatın münasebeti her ikisini de ihatayı gerektiren izaha muhtaçtır. O kadar ki, telef olup gitmekten kaçarak ölümü hak etmeğe değer bir hayata iltihak ancak bu ikisi arasındaki münasebetten istihraç edilebilir. Düşünceler dünyasında şiirsizlik ( buna şiir olmayanı şiir zannetmek adı da verilebilir) insanı o insanın karşısında beliriveren en küçük mâniada tekletmiş, rekâkete uğratmıştır. Dikkat buyurulacak olursa Müslüman müellifler asırlar boyu manzumeyi değil şiiri ifade-i meramın son çaresi saydı. Kaldı ki kimi insanın nasibine düşünceler dünyasının da ötesine varmak düşmüştür. Sapla samanı karıştırarak her ikisini de aynı muameleye tâbi tutanı bu teşevvüş mutlaka zarara uğratacaktır. İki ayrı saha akla geldiği, bir yerde şiiri üstün, başka bir yerde fikriyatı bereketli kılan iki ayrı sahanın bulunduğunun bilindiği durumda kim neyi neden ayırmış oluyor? 
Şiirin üstünlüğü fikriyatın bereketine kenetlidir. Fikriyatın bereketine talip olmayanın ömrü şiirin zaaflarını yakalama hevesiyle tükenecektir. Bunlar İsmet Özel keşke sadece şiir yazsaydı, komünistliğe, Müslümanlığa ( veya bu ikisinden birine ) bulaşmasaydı derler. Niçindir bu? Dünyada bulunuştan azami faydayı temin çabası insan ilişkilerinde bir makam işgal ediyorsa (ki bariz bir biçimde işgal ediyor) o makama göz koyan bir başka rakip çabanın atılım gücü içimizde hazır bulunmaktadır. Bu çaba insanın ömrünü insan ilişkilerini sıhhate kavuşturmağa dönük çabadır ki bu çabaya en sağlam meşru tutum adı verebiliriz. İnsana insan diyeceksek ilişkilerinden dolayı diyeceğiz. Terazinin bir kefesinde felekten bir gece çalmak, diğer kefede bir ağır hasta ile sabahlamak bulunuyorsa kendimize hangi ilişkiyi yakıştırırız? Yaşadıklarımıza anlam katmada hep ikisi arasındaki çatışma hükmünü yürütmüştür. Bu sandalye kavgasına, bu yer kapma savaşına meydan veren hakkında bize çok az şey bildirilen ruhtan başkası olamaz. Fakat dikkat: Hazla vazifenin amansız savaşına hem şiir, hem de fikriyat yabancı durur. Bilgi hazinesi diye bu yabancılığı bilelim. İstiklâl Marşı manzume değil de şiirse ve bir İstiklâl Marşı ideologisi bunun da üstüne çıktıysa Türkler olarak kolların sıvanıp derin bir nefes alındığı bir dönemin idrak edildiği sahaya geçtik demektir. Bu dönem hem şiir, hem de fikriyat hesabına bir muhasebe dönemidir.   
Fikriyattan şiirimizin demir kazığı Yunus Emre’yi arındırırsak geriye bir şey kalmaz. Yine de o arındıramadığımız şeye fikriyat adı vermekten çekinmekte haklıyızdır. Ne Tevfik Fikret’i pozitivist felsefenin yankıları şair kıldı, ne Mehmet Akif şair vasfını modernist İslâmcılık yolundan edindi, ne de “Hâfız-ı Kapital oldum” diyecek kadar ileri gitmiş bir Nâzım Hikmet şiirine değeri Marksizm üzerinden kazandırdı. Neler oldu peki? Türk dilinin, Türk lisanının, Türk lügatinin vazgeçilmez şairleri şiirle kazanıp şiirle kazandırdıklarını aynı zamanda Türk fikir hayatının vazgeçilmez unsurları kıldılar. Şiirle tutturulan seviye kadri bilinecek bir kıymet idi. Bu kadir bilme hadisesi toplum hayatını yıkıcı sarsıntılara uğramaktan alıkoydu. Mezkûr kıymetin inkâr edildiği Tanzimat sonrasında bile edebiyat çevresi ve çerçevesinde fikir adamı olmakla zevk sahibi olmak birbirinden koparılamadı. O esrarlı bağ uzun zaman zedelenmedi. İstiklâl Harbi akabinde cumhuriyet ilân edilme ihtimali sıfır olduğu halde millet nezdinde işlerin yolunda olduğu hissi İstiklâl Marşı’na dokunulmamasıyla korundu.   
Andığımız fikir ve zevk arasındaki insicam ortadan inkılaplar marifetiyle kalktıktan sonra fikir ve şiir kenetlenmesinin vatan sathına serpilmiş döküntüleriyle yine yeni bir görece uzun zaman (27 Mayıs 1960 sabahına kadar otuz yedi sene) idare edildi. Türkiye’nin sultanî değil de cumhurî devlet idaresi çoğu kimseyi netameli inişli çıkışlı bir müddetin sonunda bir yere getirdi. Orası “Ben komünist değilim; ama fikirlerini paylaşmadığım Nâzım Hikmet büyük şairdir ”den “İsmet Özel’in şiirleri tamam da; yaşı ilerledikçe şiddeti artan zırvalarına ne demeli; hele de Türk ise mutlaka Müslümandır, eğer kim Müslüman değilim diyorsa o katiyetle Türk olamaz hükmüne varışına ne demeli? ”ye uzanan bir yerdir. Biz Türklerin eğer gerek saltanata ve gerekse hilâfete muhalefet bir şekilde sezdirilmiş olsaydı İstiklâl Harbi vermemiz imkânsızdı.   
Hiçbir askeri gücü olmayan ve hiçbir siyasi teşkilata intisap etmemiş İslâm’ı İslâm bilenleri adamdan saydığımızda neyin hak olduğunu bilenler zırvalamış oluyor. Tarihin canlılığı, edebiyatın, edebiyat tarihinin, tarih felsefesinin, şiirin, her türden siyasi tavrı pekiştiren söylemlerin canlılığı, ekonomik şartların baskın çıkışına zemin hazırlayan olanca hikâyelerin canlılığı, evet, bunların hepsinin canlılığı neyin zırva olup neyin olmadığına sıkıca raptedilmiştir. Modernlik her şeyini Tertullian’ın “credo quia absurdum” şiarına borçludur. Sözüm ona inanç aklın üstünde imiş. Neye inanıldığı umursanmadan var olan inancın her türlü kirli dolabın döndürülmesine yarayan tekerlek olduğunu çok gördük. Aynı yolda Popper inanca yanlışlanamazlık payesi verdi. Bütün bunlara mukabil Kur’an bidayetten itibaren helak edilenleri bize işaret edip bizim kötü akıbetten salim kalabileceğimizin yolunu açtı. Diyeceksiniz ki, helâk olmaktan korkan, çekinen kim? Bu sual muvacehesinde hayatımızın her anı bizi uyduruk olup olmama tercihinin yol ayrımında bırakmıştır. Sahiciliğin sahihliği sözün fiil, fiilin söz oluşundan ötürüdür. Merakımızı çeken şeyler ya cehaletimizi gidermek için merakımızı çekiyordur veya biz merak ettiğimiz şeyler vasıtasıyla insanları aldatma hünerine talibiz. İşte bu bağlamda şunun merak edilmesi tabiî karşılanabilir: Türkler Müslüman olsa ne, olmasa ne? Müslümanlar Türk olsa ne, olmasa ne? Hal ve tavırlarını Türklüğün merkezde olmadığı düşüncesine göre ayarlayanlar kendilerinin hangi merkezde bulunduğuna baksın. Bize, biz Türklere hayat sahası “Türk mü, gâvur mu?” sualinin doğduğu yerde açıldı. Binaenaleyh, geçirmekte bulunduğumuz günlerin düşündürdükleri sebebiyle helak olma veya kötü akıbetten salim kalma hususu tıpkı şiir fikriyat münasebeti gibi, onun kadar mı bilmem ama, ilgiye değer.    

Fikriyat sahasında vaktin ziyan olmadığına bigâneleri ikna etmek için hegemonyacı kültür içinde önce post-modernlik icat edildi. Bu icadı küreselleşme takip etti. Niçin post-modernlik, niçin küreselleşme? Her ikisi de her ne kadar durum tespiti görüntüsü veriyorsa da kirleri halının altına süpürme faaliyetinin bahanelerinden başka şeyler değil. Bahane bulanların yüzüne buldukları bahanelerin fayda vermediğini vurmak için şiiri üstün kılıp fikriyata bereket veren sahanın nerede bulunduğunu göstermemiz lâzım. Yetmeyecek; şeklini de tayin etmek zorundayız. Günlerini Türkeli’nde geçiren insanların ağzından şu veya şuna benzer cümlenin sadır olduğuna şahit olursunuz: “Elimize daha çok para geçiyor; ama bereketi yok”. Bununla enflasyonu mu tenkit etmiş oluyor veya döviz kurlarından şikâyet mi etmiş oluyorlar? Hayır, Türk’ün bereketten anladığı başka bir şey. Bu şey dünya milletleri arasında Türk’ün ne işi olduğuna da, niçin varlığımızı Türk varlığına armağan ettiğimize de, modernlik tarihini şekillendiren güç diye Türk gücünü bilmeğe de ışık tutar. Bilgi civarımızda olmalıdır. Bilgi civarımızda değilse bize belâmızı bulduran bir yerdedir. Türk milleti olarak karnımızdan konuşmadığımız için sarahaten ve civarımızdaki bilgiye istinaden Anayasa’dan İstiklâl Marşı çıkmaz, İstiklâl Marşı’ndan Anayasa çıkar beyanında bulunduk. Hiçbir kâfirin gözü Türk milletine meydan okumağı yemedi. Her ne kadar İstiklâl Marşı’ndan Anayasa çıkaracak bir yiğitlik gösterilemedi ise de kuyruklarını apış aralarına kıstıranlar sistem değişikliğini becerdiler; amma ve lâkin Anayasa’dan İstiklâl Marşı’nı çıkarmağı beceremediler. Tarih fırsatçılara fırsat tanımama gücünü nereden alıyor? 

İsmet Özel, 18 Ocak 2019


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.