İSMET ÖZEL KİTAPLARI
A.N. Whitehead Science and The Modern World (Bilim ve Modern Dünya) kitabında XVII. Hıristiyan yüzyılının bir dâhiler yüzyılı olduğunu ifade eder. Yine de niçin bunun böyle olduğuna dair bir açıklama getirmez. Ben burada size bu açıklamayı sunacağım. İstanbul’un 1453 Hıristiyan yılında Türkler tarafından fethinden hemen sonra Avrupalı içinde bir Türk korkusu hissetmeğe başladı. Haçlı seferlerinden çıkardıkları ders sebebiyle fütuhat ehli Türklerin gelip ellerinden sahip oldukları her şeyi alacaklarından korkuyorlardı. Bir tek tesellileri vardı: Avrupa’da Katolik kilisesine en son katılmış Macarlar. Avrupalılara göre Türkler karşısında kendilerinin kalkanı Macarlardı. Türkler Asyalı kökenleri sebebiyle savaşmayı bilen Macarları aşamayacaklarına göre Avrupalılar güvenlik hissi duyuyorlardı. Gün geldi 1526ncı Hıristiyan yılında cereyan eden Mohaç Meydan Muharebesi'nde Macarlar hezimete uğradı. Artık Katoliklerin Macar kalkanı düşmüştü. Olay öylesine bir etki uyandırdı ki, Avrupa aristokratları Türk korkusu sebebiyle toptan Amerika’ya göç etmeği düşünmeğe başladı.
Mohaç dolayısıyla morali bozulmayan bizzat Katolik kilisesinin kendisi idi. Kilise tıpkı Haçlı Seferleri’nde yaptığı gibi gecesini gündüzüne katarak Türklerin bir açığını yakalamağa çalıştı. Neticede Katolikler tıpkı bugün olduğu gibi Yahudilerle işbirliği yaparak Hıristiyan takvimine göre 7 Ekim 1571’de, İnebahtı’nda (Avrupalılara göre Lepanto’da) Türk donanmasını yaktılar. Avrupalıların bu zaferi “Türkler mağlup edilemez” fikrinin yerle bir edilmesi demekti. Eğer şu noktayı gözden kaçırırsanız tarihin yorumu bahsinde sınıfta kalırsınız: Türklerin mağlup edilebileceği fikri Avrupa kültüründe Dünya Sistemi’nin tesisinden daha tesirli oldu. Avrupalılar kendilerine mahsus düşünce alanında taşları bağlanmış, köpekleri bağdan azade edilmiş bir faaliyet serbestisine kavuştular. İşte bu serbesti Avrupa kültürünün bağrından dâhiler fışkırttı.
Modern Avrupa kültürünün koltuk değnekleri bir koldan Protestanlığa, diğer koldan bilime güç temin etti. Bilim Katolik kilisesinden daha diri bir kilise haline geldi.
Bilim kilisesi ilgilenen herkese ortalama insan zekâsının hiç zorlanmadan kabul edeceği bir tasnifi benimsetti. İnsan bir homo faber, bir âlet yapıcı idi. Yani bilimcilerin iddialarına göre her kültür ilk önce bir taş devri yaşamıştı. Taş devrinin yontma taş devri, cilâlı taş devri gibi bölümleri de vardı. Bir devirden daha gelişmiş bir devre nasıl geçiliyordu? Orası bir muamma… İnsan topluluklarının önce toplayıcılık, akabinde avcılık devri yaşadıkları ortalama insan zekâsının güle oynaya uyarlanacağı bir gerçekmiş gibi algılandı. Niçin güle oynaya? İşte zurnanın zırt dediği yer burası.
Bilim insanlar üzerinde yetkesini hissettirmek için maddi dünyanın tesis ettiği zeminden yararlanır. Tıpkı iki elimizde on parmağın bulunmasının matematikte ondalık sistemin kabulünü kolaylaştırması gibi. İnsanların dünyada bulunmasının yükselmeğe matuf olduğunu aklımızda tutarsak yaratılma biçimimizin de bu gayeye uygun olduğunu kolayca anlarız. Eğer insanın temel vasfı halifelik ise “öğrenme” diye adlandırdığımız şey yükselişimizin vazgeçilmezidir. Neyin lehimize, neyin aleyhimize olduğunu nereden bileceğiz? Bu sualin cevabı insanları ya birbirine yaklaştırır veya birbirinden uzaklaştırır. Her ne sebeple olursa olsun birbirine yaklaşan insanların ilkesi dayanışma, birbirinden uzaklaşanlarınki ise savaşmadır. Bedenimiz her iki durumun da tatbikatına elverişli yaratılmıştır.
İnsanoğlu öğrendiği nispette dayanışır, dayanıştığı nispette savaşır. Müslümanların ilk öğrendiği sarsıcı şey ahiret yurdunun dünya hayatından daha değerli olduğudur. Bilgi ile birleşmiş Müslümanlar yekvücut olmanın gücünden yararlanır. Bugün bu güçten yarar elde edemeyişimizin sebebini Türk vatanından ne anlamamız gerektiği hususundaki cehaletimizde aramalıyız. Biz Türkler gayri-Müslimleri geri adım atmağa zorlayarak vatan sahibi olduk. Aynı şeyi hem XIII. Hıristiyan asrında Gaza Beylikleri yoluyla, hem de İstiklâl Harbi’ni başlatarak gerçekleştirdik. Türk halkı askerlik hizmetinin adını “vatan hizmeti” olarak tespit etti. Yani biz Türkler geleceğimizi inşa etmek için gerekli hem mühimmata, hem de teçhizata yeterince sahibiz. Eğer nehrin kıyısında abdest alırken suyu israf etmeme şuuruna erebilirsek bütün insanlık sıhhat verici nefese kavuşacak.
İsmet Özel, 22 Cemaziyelevvel 1447 (12 Kasım 2025)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün


