İSMET ÖZEL KİTAPLARI
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bilinen ve karar verme mevkiine en yakın bir kesim millete mikrofon uzatılmış olmasından şikâyetçidir. Aynı kesim siyasetin dine taviz vermiş olmasından da şikâyetçidir. Bu şikâyetler yüz yılı aşan Cumhuriyet idaresinin ana karakterini ifşa ediyor. Ne dediğimi doğru anlayabilmeniz için Sakarya Meydan Muharebesinin Türk zaferiyle sonuçlanması ile Büyük Taarruz arasında bir yıl bulunduğunu hatırlamamız lâzım. Kimilerine göre “sessiz bekleyiş” diye adlandırılan yıl esnasında ne oldu? Şu oldu: I. Cihan Harbi’nin galipleriyle Türk hâkimiyetine bırakılan topraklarda karar verme yetkisine sahip kimseler arasında yönetimin geleceği hususu karara bağlandı.
Bağlanan karar Türk hâkimiyeti altında yaşayan insanlara hiçbir hususta karar verme yetkisinin tanınmayacağına dairdi. Yani Türkiye’nin idaresi Türklere bırakılamayacak ölçüde önemli bir ülke olduğu ilkesine sıkı sıkıya bağlı kimseler güçlerini her gün şiddetini biraz daha artırarak yürürlükte tutuyor. I. Cihan Harbi ile ikincisi arasında yirmi bir sene var. Bu müddet zarfında milli birliğini diğer Avrupa devletlerine nispeten geç elde etmiş iki devlet totaliter siyasi sistemleri benimsedi. Yani büyük bir halk desteğiyle İtalyan Faşizmi ve devlet disiplini itkisiyle Alman Nasyonal Sosyalizmi iktidara geldi. Rusya’da Çar 1917’de henüz savaş bitmeden devrilmiş ve Bolşevikler iç savaşı 1921’de kazanıp iktidarı ele geçirmişlerdi. Savaş biter bitmez Pax Americana yeryüzünde boy gösterdi. Bu aynı zamanda halkların Sovyet tehdidiyle ürkütülmesi demekti. Türkiye Cumhuriyeti harbin galiplerine itaat ile mükellefti. Böylece millet olarak çok partili hayata geçtik ve “Yeter Söz Milletindir!” şiarı gölgesinde savaşan Demokrat Parti 14 Mayıs 1950’de tek başına kanun çıkarabilecek bir milletvekili sayısıyla hükümet edebildi.
Hükümet edebildi ve fakat devleti ele geçiremedi. 14 Mayıs 1950’den 27 Mayıs 1960’a kadar on yıl devlet hükümetle alay etti. Yassıada duruşmaları devletin üzerinde kara bir leke gibi hâlâ duruyor. Eğer Türk milletinin selâmeti gibi bir fikir zihninizi meşgul ediyorsa kafanızda şu kavrayışı sabitleyin: Türk hâkimiyetinin temsilcisi konumu arz edenler aynı zamanda bir kendi kendini müstemlekeleştirme siyasetinin temsilcisidirler. O kadar ki “ehlileşmiş (?) Türklerden" mürekkep bir heyet Hıristiyanlaşan Çinlileri öldürenleri yola getirmek üzere gayri-Müslim devletlerin zorlamasıyla Çin’e gönderilmiş ve fakat heyetin görev yerine vasıl olmasından önce durum yatışmıştır. Yatışmayan küfrün her gün biraz daha artan şiddetidir.
Dünya Sistemi’nin belâsından sistemin anakentini ele geçirerek kurtulamayız. Almanya hem birinci ve hem de ikinci dünya harbinde bunu denedi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu eğer arşidük Ferdinand tahta çıkabilseydi hükümranlığı altında tuttuğu kavimlere devletleşme hakkı bağışlatacak ve böylece bir Avrupa Birleşik Devletleri’ne ulaşacaktı. Bu, kapitalist mantıkla ABD ile baş etmenin bir yoluydu. Avrupa Birleşik Devletleri Amerika Birleşik Devletleri’nin sırtını yere getirebilir miydi? Böyle bir ihtimal yoktur. Kapitalizm eğer mali sermayenin hükümranlığı demekse, kurulu düzen kapitalist bir mantık takip edilerek mağlup edilemez. Mali gücü elinde tutanlar kusurlarını el çabukluğuyla kutsallaştıracak ve kendileriyle savaşma tavrı gösterenleri gülünç duruma düşüreceklerdir. Çoğunluğu Müslümanlardan müteşekkil bir toplumda kızıl haç yerini kızıl aya bırakabilir (nitekim bıraktı); ama hangi kâfir diyarında yeşil aydan söz edilebiliyor?
Biz Müslümanlar neyi kaybettiğimizi hatırlamaktan imtina ediyoruz. Hatırlayalım ki, Muhammet ümmeti şarabı haram sayan, keyif verici maddelerden uzak durmağı dindarlığın şartı sayan yegâne ümmettir. Bugün, Hıristiyanların yirmi birinci yüzyılında dünyada sigara içmeği alkollü içecek kullanmakla bir tutan Müslüman milletler var. İslâm milletinin Recep, Şaban, Ramazan gibi “üç ayları” var. Üç ayların üçüncüsünde, Ramazan’da oruç tutarak insanlık âlemine varlığımızı, insanlığımızı yediklerimize, içtiklerimize, cinsî temasa değil, sadece Allah’a borçlu olduğumuzu haykırıyoruz. Haykırıyor muyuz acaba? Devlete musallat olan Batılılaşma akımı Medeniyet karşısında süngümüzü düşürdü. Türkler insanlığı ancak Avrupalıya benzediği kadar kabul gören bir topluluk durumuna düştü. Çoktan beri apartman kapıcılarına efendi diye hitap eden Türkler için Müslümanlık bir vasıf olmaktan çıktı.
Türk milleti adına karar verme yetkisini ellerinde tutanlar paçalarını Batılılaşma akımına kaptırdıkları ve dolayısıyla başarı derecesini dünyalılık ölçüsünde aradıkları için cünüp düşmüşlerdir. Türk milleti onları gusletmeğe zorlamak yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülüğü CHP’yi iktidardan mahrum ederek yerine getirmeğe çalıştı. Bu çalışma önce Hariciye ve Maliye vekillerinin, bir gün sonra da Başvekilin asılarak idam edilmeleriyle sonuçlandı. Hiçbir siyasetçi daha sonra bir daha günahkârları gusletmeğe zorlama cüreti göstermemiştir. Temeldeki hata milletin sesine aracısız kulak vermek yerine millete mikrofon uzatmak suretiyle işlendi.
Nasıl olacak da milletin sesine aracısız kulak verilecek? Bunun en pratik yolu savaş hazırlığını mümkün olan en yüksek seviyeye çıkarmaktır. Yani ne yapıp yapıp her hangi bir blokajdan öldürücü bir yara almayacak bir milli pazarın işlemesinin önü açılmalıdır. Türk milleti olarak 27 Mayıs 1960’a kadar İstiklâl Harbi’nin hatırasına hürmeten vatanı satma eğilimine karşı tetikteydik. İyi günlerinin turistin gönlünün hoş edilmesinden doğduğuna inananların vatan savunmasından her hangi bir şey anladıklarını sanmak insanı güldürmez bile.
İsmet Özel, 22 Recep 1446 (22 Ocak 2025)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün