ÇAMAŞIRA DÜŞMAN, LEKELERE DOST (V)

Osmanlı İmparatorluğu’nun sinsi planlar marifetiyle yok edilmiş olması ve başörtüsünün bu planların üstünü karalamış olması ferden beni pek mi bağlar? Bağlıysam bile pamuk ipliğiyle bağlıyım. Milletçe bir bağlılığımız söz konusu mudur? Dolaylıdır, çok dolambaçlıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bir kopuşa örneklik ettiğini söz konusu etmeliyiz. Bu kopuştan şu tarz sualler sadır oldu: Adı şu veya bu sebeple Türkiye olarak konmuş ülkede Türklerin yaşadığı iddia edilebilir mi? Yaşıyorsa ne durumda oldukları kimin umurundadır? Orhan Şaik Gökyay “Bu Vatan Kimin?” şiirini, Necip Fazıl Kısakürek “Sakarya Türküsü” şiirini boş yere ve işgüzarlık etmek için yazmış olabilir mi? Diyar-ı Rum’da veya dünyanın herhangi bir yerinde Türkleri zahiren teşhis edebilme imkânı varsa, böyle bir imkânı kim elinde tutuyor? İşte bu suallerle herhangi bir irtibatımız olmadığını şimdilerde benimsediğimiz yaşama düzenini gerekçe göstererek savunabiliriz. Böyle bir savunma içine girmiyorsak ve yukarıdaki sualler muvacehesindeki bir Türkeli ilgi alanımızdır diyorsak işimiz değişecek, irtifa kesp edecektir. Kendimizi bu suallerin yakıcılığına rağmen Türk milletine mensup hissediyorsak o değişik, yüksek işin ciddiyeti hayatımız olarak ortaya çıkacaktır. 

Mücerret hayat olmaz. Hayat demek mülhakat demektir. İnsan asılsız, usulsüz, teferruatsız hayatı tanımaz. Dolayısıyla çevremiz bu sualleri cevaplandırmışçasına Türk varlığına müteallik her şeyin akıbeti bizim de akıbetimizdir diyenlerin çevresi şekline girmiş olsa gerektir. Mezkûr şartlar altında aklımıza takmamız gereken şeylerin ilki Osmanlı İmparatorluğu’nu yok eden kâfirlerin halen bizim üzerimize kurdukları planlar olmalıdır. Nedir bu planlar? Aklımız bu planların ne olduğunun merakıyla meşgul olacak vasfı haiz değildir. Üstelik kâfirler bizim hakkımızda ne düşündüklerini, baştan beri bize ne yapmağa niyetlendiklerini gizli tutmuştur. Aklımıza takma durumunda kaldığımız şeyler içinde ikinci sırayı kızların başlarını Türk topraklarında XX. Hristiyan asrının ikinci yarısından itibaren örtmeleri alır. Dünyayı kavramada bu iki şeyin niçin geçerli sayılması ve hangi usulle yürürlüğe konulması hususunda kendimizi bulduğumuz yer iki cihandaki sahiciliğimize delil olacaktır.    

Sahiciliği gerçeklerle buluşturmak felsefenin işidir. Devreye felsefeyi sokmadan edinilen her bilgi baş ağrıtır. O halde aklımızın takıldığı şu iki hususa hikmete yar olup da bakalım: 1) Kâfirlerin Türkler üzerinde kurduğu oyunlar, 2) Türk kızlarının başlarını örtmeleri. Bahislerin ilkinde I. Cihan Harbi neticesinde ortadan kalkan imparatorluklar maddesi birinci maddedir. Sahneden ilk çekilen Rus çarlığını Dünya Sistemi’nin en büyük rakibi olarak tanımak için tarihin felsefeyle buluştuğu noktaya varmak lâzım. Kayzer’in Alman İmparatorluğu silindiği zaman Batı’nın zihin imparatorluğu da silinmiş oldu. Eğer Arşidük Ferdinand karısıyla birlikte suikasta kurban gitmemiş olsaydı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu, Avrupa’nın bu sui generis monarşisini Avrupa’nın Birleşik Devletleri haline getirecekti. 

Sahneyi terk eden imparatorlukların ellerinde tuttuğu iktidar Dünya Sistemi’nin husumetini celp etmişti. Bu hükmü Osmanlı İmparatorluğu’nun aciz varlığı geçersiz kılıyor. Zira Osmanlı İmparatorluğu Dünya Sistemi’ni zora sokacak takatten düşürülmüştü. Türk toprakları I. Cihan Harbi boyunca savaşan her iki tarafın da gözü olan yerler bilindi. Türkler kendi topraklarının mesuliyetini yüklenecek bir devlet teşkilatından da mahrum bırakılmışlardı. Budur yıllar yılı şiirlerinde birinci tekil şahıs Türkiye’dir diyen beni kelimenin artık yerini Türkeli’ne bırakması gerektiğini savunmağa mecbur bırakan. Bunu kavrayış tarzım değiştiği için mi, daha yüksek bir kavrayış seviyesine erdiğim için mi yapıyorum? Ne biri, ne diğeri…

İsmet Özel, 2 Mayıs 2018


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.