“Gâvur Uşağı” Var; Ya “Türk Oğlu”?

İstiklâl Marşı Derneği Gaziantep Şube Başkanı Mehmet Kendirci “Bereketsiz İhanetler” adlı paneldeki konuşma metnidir.

Derslerde çocuklara öğrettiğimiz bir konu var: beş duyu organımız… Kitaplar bunu deri, göz, kulak, dil, burun diye sayar. Ama ben bunu anlatırken çocuklara, “Çocuklar, biz insanız. Duyu organlarımız beşle sınırlı değildir. Biz rüya görürüz, hissederiz, ağlarız, uzakta bir yakınımızın başına bir şey geldiğinde yüreğimiz sızlar onu hissederiz. Bu beş duyu organı hayvanlara mahsus bir şey.” derim. Bunu bu şekilde öğretmişler  ve biz de insan olarak “Beş duyu organımız var” demişiz; bu birincisi. İkincisi, bunu yapanların zaten duyu organı sayısı beş. Bizim orada bir laf var: “Adamın eşeği karşısındakini de eşek sanırmış.”

Birinci sınıf okutuyordum. Güneşin, gecenin, gündüzün hareketleriyle ilgili bir konuydu; gece, gündüz nasıl oluşur… Portakalın yanında bir mum yaktım. Hem kendi etrafında dönecek, hem de güneş etrafında dönecek şekilde.  Yer çekimine vurgu yapmak için “Çocuklar bu dünya döndüğü halde bizim ayağımız niye yere basıyor? Biz niye ters dönmüyoruz?” gibi bir sual sordum. Herkes bir şeyler söyledi ama bir öğrencim “Öğretmenim, dünya dönüyor ama Türkiye dönmüyor” dedi. Çocuğu alnından öpmüştüm. 

Bölgemizdeki o insanları garipleştirdiler. Çocuktum, böyle bizim köye imamlar gelirdi Ramazan ayı dolayısıyla. Hatırlıyorum hayal meyal; Bitlis’ten gelen, Siirt’ten gelen imamlar, mollalar… Oralardan gelenleri överlerdi. Diğer illeri pek o kadar övmezlerdi. Tabii o bölgede insanlar mollaların dizinin dibine oturarak, onların sohbetlerini dinleyerek bir dönemlerini yaşadılar. Şimdi BDP’nin siyaset akademisi var. Bu siyaset akademisine Murathan Mungan’ı davet etmişlerdi ve Kürtler oturmuş onu dinliyorlardı. Ben “Orada bir eşcinselin karşısına oturup ondan akıl almayı nasıl görüyorsunuz?” diye sorduğumda “Önemli olan fikirleri” falan dediler. Hiç işin o yanına bakmadılar. Eşcinselle aynı karede olmaktan imtina etmiyorlar. Neticede bunları Murathan Mungan’ın dizinin dibine oturttular.
 
Türküler “Türkî” anlamına geliyor. Türke ait. Bir türkü var “Mardin kapısından atlayamadım / Liralarım döküldü toplayamadım” diye. Orda şöyle bir söz var “Beni vuran oğlan gâvur uşağı / Yetişir imdada efsel uşağı” Şimdi o türküden “gâvur uşağı” sözünü çıkarmışlar “Acem uşağı” yapmışlar. İbrahim Tatlıses’in meşhur olduğu ve ettiği Ayağında Kundura türküsü var. “Mıkım (Mukim) Tahir” -rahmetli- onu bestelediğinde “Ben bir Türk oğluyum, arar seni bulurum” diyor. Mehmet Özbek “Türkmen oğluyum” diye derliyor bunu. İbrahim Tatlıses’e gelene kadar “Ben bir garip çocuğam / Arar seni buluram” oluyor.
 
Artık türkü yakılmıyor, türkü bestelenmiyor. Bu iş bir gönül işi ve insanlarda artık gönül yok. Hatta Genel Başkanımızın bir sözü vardı: “Allah gönlüne göre versin” demeden önce “Allah sana bir gönül versin” diyelim. Oysa biz hem kendimizi hem dünyayı bestelerimizle güzelleştirmişiz. Mesela biz güzel bir söz söyleriz; o söz bir ağacın dallarına sirayet eder ve o ağacın çiçekleri daha güzel açar ve ona konan kuşlar daha güzel öter ve onu dinleyen bestekâr daha güzel beste yapar ve güzel bir beste dünyayı güzelleştirir. Biz tarih boyunca gerek Mevlid’de, gerek Itri’nin bestelerinde müzikle, yani gönlümüzden kopan nağmelerle dünyayı güzelleştirmişiz. Peki bu başımıza gelen körleştirmeden sonra ne oldu? Bunu yapanlar onun yerine kendileri güzel bir müzik mi koydu? Hayır. Bizden artık türkü mü çıkıyor? Hayır. Tangır tungur seslerden başka hiçbir şey yok. Bunlar ihanetlerine kendileri çalıp kendileri oynuyorlar. Çünkü bu millet geçmişte Mondros olsun başka anlaşmalar olsun işine gelmediği anlaşmaları yırtma hususiyetine, inisiyatif kullanma hususiyetine sahiptir. Bunların yaptıkları, yapacakları Anayasa her ne ise, inşallah hâlâ ayakta olan bu milletin, onu da yırtma iradesi vardır.
 
17 Mart 2012, Ankara