EDEBİYATI ÇAĞIRMAYA KALKIŞMA

Dile getirdiğim şeyin yersiz bir uyarı olduğunu biliyorum. Bir şeyler yapa yapa ve bilhassa yersiz şeyler yapa yapa bugüne geldim. Bir şeyin yersizliğine kolayca hükmediyorum. Can çekişen bir insanı hastaneye yetiştirmekten vazgeçmek tamamen yersiz bir davranıştır. Yerli bir harekette bulunmak ümidi artırır mı? Bundan pek emin değilim. Anlaşılmayan şey ümidimizi neye bağladığımızdır. Yine de insanlar yerli hareketlerde bulunmasalar gündelik hayatı devam ettirmemize imkân yoktur. Yaşadığım ülkede ümit kapısının henüz kapanmadığı işaretini ararsak yerli olanda buluruz onu. Çoğu kimse kendini dünyanın yerlisi sanır. Bununla övünür de. Bu sanış bütün yabancıları (en azından seferberliğe kadar) canavar gibi görmeğe varır. Dünyada yabancı olarak yaşamaktan rahatsızdırlar. Kendilerini yerlileştirmenin yolunu ararlar. Nasıl bulurlar bunu? Kendi ehlileşmiş yerlerine güvenip hücum ettiklerini yabancılaştırarak. Her Robinson kendine bir Cuma bulacaktır. Edebiyatı çağırmanın kendi üretimini daha değerli kılacağına inanan herkes yeniden insanlaşır. İşimize gelir tarzda yerliliği uydurur ve onun içine kendimizi sığdırmağa çalışırız. Uydurmacılık yeryüzü çapında yaygındır. Uydurmacaya kendimizi kaptırmadan dünya hayatında bir yer bulmamızın imkânsızlığına iman ederek yaşarız. Eserlerinin konusunu kafadan uydurmayan Shakespeare’i pek sığ bulurmuş Tolstoy. Tolstoy’u sığ bulana hiç rast gelmedim.

Shakespeare sığ değilse ona az veya çok bir derinlik atfedeceğiz. İngiliz asaletinin muhtaç olduğu şeyler oyuncu yazarı sığlaştırmıştır. Oysa onun derinliğine sevgilisini dünyada koyup gitmekten korkusu delildir. Şiirin kendi başına taç kondurması ancak dünyada temiz işler dönmediğine şahitlik ettiği nispette hakikate yaklaşır. Nispet fevkalade mühimdir. Yeni sanatçıların kendilerini göstermesi ve bir sanatçının kendine yer bulup yerinden olması sanattaki nispîliğe delalet eder. Ne yapalım sanat ve bilhassa şiir nispî ise? Nispete önem kazandıran şey toplumların derecelendirilmesindeki rolden çıkar. Toplumlar hiyerarşik bir üstünlüğe göre değil hayrın ve şerrin o toplumdaki yerine göre sınıflandırılmışlardır. Bu yönüyle gün gelip Avrupalılığı nimet bilen biz Türkler yerinin en aşağıda bulunuşundan rahatsız olmayan bir topluluğuz. Türkleri topluluk olarak nitelendirmek doğru mu? II. Mahmut saltanatında başımıza bir püsküllü bela geçirdik. Tarih bilgim zayıf olabilir; ama fes giymemek için muhalif bir tavır sergileyen Türklerden hiç haberim yok. Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan güçlerinin eline geçmesi üzerine kafalarından fesleri yere fırlatıp üzerinde tepindiklerini biliyorum. Asrî mezarlık adının da Müslim veya gayri-Müslim herkesin defnedildiği yerler olduğunu öğrenişimin üzerinden ancak birkaç yıl geçti.

Bütün bunların bir sonu gelecek mi? Mantık yürütmek bu mütenakız tuhaflıkların sonunu önce Türk-Irak-Suriye topraklarında Kürtlerin meskûn olduğu yerlerde bir Kürdistan, Ermenilerin yerleşik sayıldığı yerlerde bir Büyük Ermenistan, Pan-Hellenik arazide de Büyük Yunanistan kurulmasının getireceğini zaruri kılıyor. İsrail oğullarına vaat edilen toprakların Nil’den Fırat’a uzandığını akıldan çıkarmak işleyebileceğimiz en büyük hatadır. Sonuca giden yolu temiz kılmak sadece yolların, köprülerin, geçitlerin inşaa edilmesinden ibaret bırakılmadığını, Türk toprağı bildiğimiz her yerde ziraatın, hayvancılığın ve millî savunmada işe yarayacak her türlü irili ufaklı unsurun yok edilmesine dönük faaliyetin sürat kazandığını bilmek gerekiyor. Eğer bu bir felâketse felâkete son verecek şeyi Türk milletine sahip çıkanlardan başkası yapamayacak. Latin harfleriyle okuryazar olunamayacağını bilen birkaç Türk öldü ve yerlerine mirasçı bırakmadı. Unutmayalım ki, Latin harflerine kucak açılmasının arifesinde Enver imlâsı vardı. Yenileşme telâşına kapılanlar için de geriye dönmek düşünülemezdi. Bu yazdıklarımı Latin harfleriyle okuyanlar yazdıklarımın naklettiğim düşüncenin nakzına vardığı hükmüne saplanabilir. Burada alternatif maliyet kavramını devreye sokma zarureti bizi bekliyor. Cumhuriyet ilân edilir edilmez devlet adına Türk gücüne müracaattan niçin vazgeçildi? Türk gücüne ihtiyaç duymayanlar Türk yazısıyla neyi nereye taşıyabilir? 

Yapabilecekleri edebiyatı çağırmaktan ötede bir şey olamazdı ve nitekim onu yaptılar. Batı tesirinde Türk edebiyatının çekirdeği edebiyatı, hem de yabancılara mahsus ve bize olduğu kadar bizlik duygusuna düşman bir edebiyatı çağırmaktan teşekkül etmişti. Nazım Hikmet adını “Putları Yıkıyoruz” koyduğu kampanyada Abdülhak Hamit’in Batı’da örnek alınacak bir iş yapmadığını söyler. Goethe küresel edebiyatın mihmandarlarından biriydi. Batı Medeniyeti’ne modellik etme meyliyle doğan edebiyat Rusların inhisarındaydı. Bugün tragedya yazarlığı bakımından Shakespeare’le Çehov’u karşılaştırmaktan fayda uman insanlar yaşıyor dünyada. Dolayısıyla Batı kanadında yer alması kurtuluşa giden yolu açacağına inanılan Abdülhak Hamit’in batıda örnek alınacak bir işe girişmesi imkân haricindeydi. Türklerin sevdası hâlâ kendilerini Batı’ya beğendirme alanını aşamamıştır.

Beğenilecek yeri hiç olmamış Batı’ya kendini beğendirme hevesini kabartan yeryüzü cennetine ulaşmaktan başkası değildi. Batı’nın ne askeri gücü, ne siyaset yapısı, ne ekonomik başarısı parmak ısırtan özellikler taşıyordu. Buna rağmen her gün daha iyiye döneceği ümidini körükleyen bir sosyal işleyiş vardı. Sosyal sınıfların birbirlerine karşı duyarlığı her gün biraz daha artıyordu. Bütün bunları I. Cihan Harbi patlamadan önce edinilen izlenimler olarak adlandıralım. I. Cihan Harbi Batı Medeniyetinin sonunu getirdi. Bunu en iyi anlatan DADA ve Sürrealizm gibi akımlar oldu. Artık her birinin değeri yoksanmasa bile ne Kopernik, ne Darwin, ne de Freud insanın yerini keşfetme ameliyesinin anahtarı sayılıyordu. Karl Marx yasaklı olduğu yerden ahkâm kesen bir konumu elden bırakmamıştı. Türk topraklarında yaşayanlar Batı’yı adım adım izlemedikleri halde kendilerini Batı’nın vardığı yerden konuşabilir havasına soktular. Şiir bu havanın en yoğun hissedildiği yer oldu.

Belki bu yüzden İkinci Yeni şiir hareketi hissiyata merkez oldu. Yani Osmanlı Devleti’nin ilgasıyla hitama eren savaş bir şekilde II. Dünya Savaşı şekline bürünse de Türklere hitap etmedi. Türkler bu savaşa Alman Harbi dediler. Ham madde kaynaklarının sınırlı olmasına rağmen Almanlar dünyaya meydan okudu. Dünya da fırsatını bulur bulmaz Almanların canına okudu. Eğer vezin, kafiye, şiir sanatları gibi unsurlara dirsek çevirerek yeniliği üstün kılan Garip şiirine I. Yeni diyeceksek şiirde anlamı metnini saflaştırma gayesiyle alt-üst eden II. Yeni şiirini de anlaşılabilir düzeyde ele alabiliriz. Anlaşılabilir bir anlamsız şiirle baş başa kalındı Türk elinde. Kimdi bu şiir yüzünden başını iki yumruğu arasına alanlar? Toplumun tümüne kendi insanı gözüyle bakan birkaç meraklı. 

Benim şiiri kendime mahsus bir alan saymamda şiire merak salmış olanların bir avuç insandan ibaret olması başrolü oynadı. Daha doğrusu edebiyatın beni kendine çekmesini beklediğim sahayı böylece tanımış oldum. Artık bana Balzac’ın ve daha nicelerinin romanlarının çoğunu okumamış olmam bir eksiklik duygusu vermez oldu. Aldığım eğitim bana Türkler olarak biz bunlardık dedirtiyordu ve elimizden çıkacak nice şey dünyayı hayrete sürükleyecekti. Partizan dik başlı; ama haddini bilen, bilmeğe sürükleyen bir şiirdi. Geceleyin Bir Koşu kitabı bu güven duygusunun eşliğinde yazılmakla kalmadı, yayınlandı da. Oysa ben yapayalnızdım. Ne dünyada, ne Türk topraklarında olup bitenler benim bakış açımla uyum halindeydi. Benden öylesine devrimci nidalar bekleniyor olmalıydı ki, ihtida etmem birçoklarına bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu deyimini söyletti. Bilmek istemedikleri şey şiirin can damarına meyletmemin dünyalı ve dünyalık her şeye burun kıvırmama yol açtığıydı. Edebiyat meraklısı diye bildiğimiz kişilerin hemen hepsi şiir başarısına talipti; ama ben onlarla dünyaya meyletme konusunda bazı dergilerde müşterek tavırlar içinde olmağı hayırhah bulduğum halde hiçbiriyle şiirin hayat verici yönü itibariyle ortak yan yakalama başarısına erememiştim. Şiir düzeyi birçok bakımdan şiire has özelliklere kayıtlı olabilir; ne var ki, şiirin okurla kurduğu bir bağ vardır ki, bu özellikleri işe yaramaz hale sokar.

Okurumla bir ortaklığa adım atamadık. Yazdıklarımı içtenlikle okuyanlar olaya benim büyük bir işin altından kalktığıma dikkat etmeden yaklaşıyor. Benim altından kalktığım büyük iş dünyada bütün şairlerin yüklendiği iştir. Divan edebiyatının ve/veya âşık edebiyatının kıymeti hangi çağda bilindi? Bilinmiş olsaydı çarığımızı kaybetme ihtimali olan tarlada gezinecek miydik? Eratla çarıklı erkân-ı harp diye alay edenler Türk vatanına diş bileyenlerle pazarlığa otururlar mıydı? Olan oldu; hepsinin üstüne bir bardak su içelim diyenlere hak vermediğimi ölmeden işaret etme mecburiyeti altında hissediyorum kendimi.

İsmet Özel, 19 Zilkade 1441 (10 Temmuz 2020)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.