ÇAMAŞIRA DÜŞMAN, LEKELERE DOST (VI)

Vatanımıza niçin Türkiye denildi? Türkiye sözü nereden çıktı? Bilelim ki, işbu söz daha baştan Türk toprakları mefhumunun uzağına düşmüşler canibinden türetilmiştir. Biz sadakati elden bırakmadık. Yaptığımızı yer sathında, denizde veya havada orası neresi olursa olsun mülk Allah’ındır bilgisi tahtında yaptık. Bizim sahip çıktığımız sadece bir mefhumdan ibarettir. Bir mefhum olarak Türk toprakları bir fesadı ortadan kaldırıyor. Bu fesat “Türkler gelmeden Anadolu ve Anadolu’ya gelmeden Türkler” safsatasının yaydığı fesattır. Türkiye kelimesinin ilk defa Frederick Barbarossa tarafından telâffuz edildiğini ben Bozkurt Güvenç’ten işittim. Hepimizin yıllardır bir kaçınılmazlığı üstümüzden atamadığımız için anıp durduğumuz lâfzın yaygınlaşmasında kapitalizmin de parmağı var. Yani topraklarımızla deniz aşırı ticarî münasebetler ihdas ederek, orada koloniler kuran İtalyan site devletlerinin bu söze rağbet ettikleri bilinir. Her sonun bir başı ifşa ettiğine Cumhuriyet’in ilânıyla bir kez daha şahit olduk ve Fransızca telâffuza meyleden münevver zümrenin adlandırma tercihinde karar kılındı. Türkiye Cumhuriyeti ibaresi bu kararı ibraz ediyor.     

Karar; ama kimin kararı? Türk vatanı uğruna canları dâhil her şeyini fedaya hazır olan yakınlarımızın değil, bizlerle iç içe yaşayıp Türk milletinin başının çaresine bakmasından ölümcül korku duyanların kararıydı bu. Bizim, biz Türklerin Misâk-ı Millî irademizi dışa vurmamız üzerine tesirini günümüzde de gördüğümüz bir oyun oynandı. Her sıkıştığında başının çaresine bakmasını bilen Türk milletine asrileşme zamanları bahane edilerek bir tür uyanıklık aşılandı. Yani belli bir hedef gözeterek zahmetler göze alma tavrından uzak tutuldu Türk milleti. Millet varlığımıza hedefler yerine hazır, kolay, ucuz çözümler sunuldu. Kimin hazırladığı çözümlerdi bunlar? Kolaylığı nereden geliyordu? Bu çözümlere niçin ve hangi değerlendirmeler muvacehesinde ucuz denilebilirdi? Bir kez minare çalındıysa çalınan nesneye kılıf geçirmekten kolay iş olamazdı. Budur yukarıdaki suallerin cevabının üstünü sıkıca örtmüş bulunan. Üstelik başını örten kızın felsefe bilmeyişi örtüyü kaldırılamayacak miktarda ağırlaştırmaktadır. Tıpkı dünya şartlarının biz o şartlara riayet etmeği kaçınılmaz saydıkça ağırlaşması gibi.

Türkiye’nin Türkeli’ne dönüşmesi Türk milletinin başının çaresine bakmasından korkanların geri adım atmağa zorlanmasıyla mümkün olacak. Eğer Türkiye Cumhuriyeti’nin şimdiki Lübnan gibi, şimdiki Libya gibi bir kuruluş tarzı seviyesinde tutulması vakıasına Türkiye Cumhuriyeti’nin haritadan silinmesinin önlenişi anlamı yükleyeceksek ne başını örten kızların felsefe bilmesine, ne de Türkiye’nin Türkeli’ne dönüşmesine gerek vardır. Akıbetimize müteallik her şey itikadî zenginliğimize bakıyor. Ne kadar zenginiz? Türklerin biri XIII. Hristiyan asrı esnasında, diğeri İstiklâl Harbi akabinde iki kez vatan sahibi olmalarının Rasulü Ekrem’in sünnetinin iki kez ihyası olduğunun farkına varacak kadar zengin miyiz? Bir Türk kültürü varsa hepsi bu zenginlikten ibarettir. Zenginliğimiz gayr-i müslim iktidarın züğürtlüğünü gösterir. Türk kültürüne bundan artık anlam atfedenler kâfirdir. Zira Rasulü Ekrem “Fukaralık az kalsın küfr olaydı” buyurmuştur.              

Kültürümüzden çeviklik devşiriyoruz. Binaenaleyh, ilhamı Oswald Spengler’den almakta bir beis görmeden belirtmekte fayda var ki, bir toplumun kaslarını işler kılan o toplumun sahip olduğu kültürden başka bir şey olmadığı kaziyesiyle yolumuzu genişletiyoruz. Bu geniş yolda her toplumun kültürünün o toplumun yükseltici etkinliğine, toplumlar arası medeniyetin ise her toplumun donuşundaki ısrara işaret ettiğini bilmeden yürüyemeyiz. Biz Türklerin salih kültürü Küçük Asya’yı İslamlaştırmak suretiyle vatan haline getiren bir toplum ortaya çıkarmağa taalluk eder. Türk kültürüne bundan başka bir tanım getirmeğe, “Türkler gelmeden Anadolu ve Anadolu’ya gelmeden Türkler” diyerek bizi medeniyetin esiri kılmağa heveslenen herkesin getirdiği tanım elinde kalmıştır. İslamlaştırma faaliyetinden ne kadarına yakın isek o kadar canımız var. Dolayısıyla biz Türklerin üzerindeki çamaşır İslâm’a yarayan her şeydir. İslâm’a yaramayan hiçbir şey biz Türklerin üzerinde durmadı. En büyük leke Latin hurufatını da üzerimizden silkip atacağız. Atamazsak kâfirlerin fasıla vermeden dört yüz senedir üzerimize İslâm’a yaramayan şeyler bıraka bıraka bizi Dünya Sistemi hizmetine sokma çabaları devam edecek. Devam etmek ne kelime; Türk kimliğinden eser kalmayacak.

Hikâye Avrupalıların Türk hâkimiyeti altına girmemiş ve/veya Türk hâkimiyetinden çıkmış olan her yeri müstemleke şekline getirmeleriyle başladı. Kolonyalizm sebebiyle Dünya Sistemi Türk ve İslâm kelimelerini müteradif saydıran bir düzenin patronluğu mevkiini işgal eder oldu. Türk ve İslâm kelimelerinin birlikte anılması müstemleke siyasetinin işini zorlaştırınca kolonyalistler çareyi hem Türkleri yaşadıkları yerlerden, hem de İslâm’ı meriyet sahasından koparmada buldular. Ne yapıp da Türkleri yaşadıkları yerlerden koparacaklardı? Bunu Türk toprağı mefhumunu ortadan kaldırma yolundan başarmağı denediler. Deney bütün hızıyla devam ediyor.

İsmet Özel, 10 Mayıs 2018


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.