Amerika’nın Nur’u

İstiklâl Marşı Derneği Genel Saymanı Halil Özkan'ın “Bereketsiz İhanetler” adlı paneldeki konuşma metnidir. 

Yaşadığımız hayatın cahiliye çağından (ilkel-arkaik çağlardan) farklı olduğunu, her şeyin geliştiğini, üstün bir hayat yolu tutturduğumuzu, eskisinden daha iyi olduğumuzu, iyiden güzele doğru bir hat takip ettiğimizi düşünenlerdenseniz bu yazıyı okumanın size hiçbir faydası olmayacaktır. Kur’an-ı Kerim’i okumak ve ona itaat etmek yerine onu anlamaya/anlamlandırmaya çalışan kimselere bizim anlatabilecek hiçbir şeyimiz yok. 

Peki ya kuru kuruya itaat mi edeceğiz? TAM OLARAK EVET. Zira biz Cahil, Gafil, Hain, Zalim, Nankör, Helake müstahak insanoğlu; kesin olarak bir şeye / bir şeylere itaat / itimat etmek suretiyle hayatımızı idame ettiririz. Saydığım, sayamadığım tüm kötü hasletlerden beri kalmak için iman etmemizin, salih amel işlememizin ve halis olmamızın lâzım geldiğini bize Rasulullah (S.A.V.) haber veriyor.
 
Cami kürsüsünden va’z ediyormuş edasıyla bir girizgâh yapmamın nedeni; bütün zihnî ve bedenî faaliyetlerimizin iman veya küfür dairesinde kaldığına işaret içindir. Yeni anayasa meselesi de böyledir. Bazıları: “Anayasa ile bu anlattıklarının ne alâkası var?” diye düşünebilirler. Onlara şunu hatırlatmak lâzım: Müşrikler “Allah vardır. Ama bizim tüm hayatımıza müdahil değildir. Bu dünya ile ilgili işlerde bize ait bir alan vardır ve biz bu işleri kendi ihtiyarımızla hal yoluna koyarız.” diye düşünen insanlardan müteşekkildir. Dolayısıyla bir kimsenin “Bu işlerin Allah ve Rasulü ile ne alakası var?” demesi şirke kapı araladığının habercisidir. 
 
Yeni anayasa meselesi konuşulduğu zaman aklıma ilk gelen şey Hazreti Ömer’in (r.a.) bir sözü oldu. Hazreti Ömer şöyle der: “İki şey aklıma geldikçe birine güler, diğerine ağlarım; Yeni doğan kızımı gömdüğüm aklıma gelince ağlarım. Çobanlığa giderken yanımıza aldığımız helvalarımızı put şekline getirirdik. Önce ona ibadet eder, sonra da yerdik. Bu aklıma geldikçe de gülerim...” Bilindiği üzere milletvekilleri göreve başlamadan önce yemin ederler. Anayasanın 81. maddesinde yer alan yemin metninde aynen “…Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma…” ibaresi vardır. Dolayısıyla bir milletvekili mevcut Anayasaya sadakatsizlik etmemek üzere göreve başlar. Müslüman olan kimselerin Allah ve Rasulü’nden gayrisine sadakat gösteremeyeceği açık olduğuna göre milletvekili yemini mevcut haliyle aynen “Helvadan put”lara benzemektedir. Şimdi yeni bir açlık sadır oldu. İnsan haklarına, ileri demokrasiye, Avrupa Birliği standartlarına, Kopenhag Kriterlerine, Arap Baharı’na, Genişletilmiş Ortadoğu Projesine, BOP Projesine, Ermeni Tehcirine, Kürt Açılımına, Rumların İnanç ve Yaşama Özgürlüğüne, Pontus davasına, Büyük Ermenistan, Büyük Yunanistan ve Kürdistan topraklarının teşekkül ettirilmesine, Türk’ün tarihten tard edilmesi ve Türkiye’nin haritadan silinmesine ilişkin bir açlık. Bu açlığın giderilmesi meselesinde gıdalanacak olanların kimler olduğu ısrarla ve inatla gizlenmeye çalışılmakta. Ama putun yenilmesi zamanının geldiği konusunda tüm siyasîler ve sözüm ona sivil toplum kuruluşları mutabık.
 
Geçtiğimiz günlerde basında yer alan bir habere göre, Irak işgali sırasında Saddam Hüseyin’in heykelini balyoz ile yıkan Kadum El Caburi bir gazeteciye: “Saddam’dan nefret ederdim. Beş yıl boyunca o heykeli devirmeyi diledim. Ama sonrasında olan bitenler büyük bir hayal kırıklığı oldu. O zamanlar sadece bir diktatörümüz vardı, şimdi yüzlercesi var. Hiçbir şey iyiye gitmedi. Saddam döneminde güvenlik vardı. Yolsuzluk vardı ama böylesi yoktu. Hayatlarımız güvencedeydi. Elektrik, gaz gibi temel ihtiyaçlar çok daha ucuzdu. İki yıl geçti ve ben ilerleme göremedim. Sonra cinayetler, hırsızlıklar ve mezhep şiddeti başladı. Amerikalılar başlattı, sonra politikacılarla birlikte ülkeyi yerle bir ettiler. Hiçbir şey değişmedi.” şeklinde beyanda bulunmuş. Bize teklif edilen de bundan gayri bir şey değil.
 
Bütün anayasalarımızın “Darbe Anayasası” olduğu konusunda bir bilgimiz var. 1921 Anayasası; İstanbul Hükümeti’ne, 1923-1924 Anayasaları; Birinci Meclis’e, 1961 Anayasası; Demokrat Parti’ye, 1980 Anayasası ise 61’de yarım yamalak kalan işlere karşı yapılmıştır. Sayılanların tamamında mevcut yönetimler zor kullanılarak yerinden edilmiştir. Peşinen şu itirazda bulunabilirsiniz: “Şimdi, mevcut siyasî iktidar değişmiyor, o halde bu yeni anayasa bir ‘Darbe Anayasası’ değil.” O halde ben de size “Recep Tayyip Erdoğan’ın İkinci Atatürk olduğu, AKP iktidarının İkinci Cumhuriyet olduğu konularında hemen hemen herkeste fikir birliği var.” derim. Yine tüm temel kanunlarımızın, resmi hayatı idame ettirmemize yarayan kanunların tamamının, hangi tarihler itibariyle yürürlüğe girdiği konusu da ehemmiyet arz etmektedir. Zira Türk Ceza Kanunu’nun kabul tarihi 01.03.1926’dır. Ancak bu Türk Ceza Kanunu tümüyle ortadan kaldırıldı ve yeni bir Türk Ceza Kanunu kabul edildi. Bunun tarihi ise 26.09.2004’tür. Medeni Kanun ilk olarak 04.04.1926 tarihinde kabul edilmişti. Ancak bu kanun da tümüyle kaldırıldı ve yeni Medeni Kanun 21.11.2001 tarihinde yürürlüğe girdi. Türk Borçlar Kanunu 22.04.1926 yılında yürürlüğe girmişti. Ancak 12.01.2011 tarihinde tümüyle ortadan kaldırıldı ve yeni Borçlar Kanunu yürürlüğe girdi. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu da 18.06.1927 tarihinde yürürlüğe girmiş ve 12.01.2011 tarihinde tümüyle ortadan kaldırılarak yeni Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girmiştir. Türk Ticaret Kanunu 29.06.1956 yılında yürürlüğe girmişti. Ancak 13.01.2011 tarihinde tümüyle ortadan kaldırılarak yeni Ticaret Kanunu yürürlüğe girmiştir. Graham Fuller isimli Amerikan ajanının AKP iktidarını haber veren makalesinin 2002 yılından önce yayınlanması ise tüm olup biteni gözler önüne sermektedir. Buna göre hayatımızı tanzim eden tüm kanunların AKP iktidarı dönemi ve civarında değiştirildiği, Mustafa Kemal tarafından yapılan tüm faaliyetlerin PEKİŞTİRİLDİĞİ ve ana ekseninde sapma olmaksızın, daha KAVİ hale geldiği sabittir. AKP iktidarının “28 Şubat” mahsulü olduğuna ilişkin hiçbir ayrık düşünce de yoktur. Yine “28 Şubat”a ve yöneticilerine karşı DARBE yapılmış / yapılmakta olduğu da açıktır. – Bu arada “28 Şubat”ı yapanlar devletin adamları / devlete vaziyet edenler ise nasıl oldu da hapse tıkıldı? Devletin adamı / devlete vaziyet edenler değillerse “28 Şubat” nasıl vuku buldu? – Bu itibarla yapılması teklif edilen yeni Anayasa da bir DARBE Anayasası olacaktır. 
 
Teklif edilen yeni anayasada, Allah’a ve Rasulü’ne bağlılık mı esas alınacak? Avrupa’ya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, Amerika’ya, Arap Baharı’na, Modernizm’e, Çağdaşlığa, İleri Demokrasiye, Batılılaşmaya dair bir bağlılık mı esas alınacak? İstiklâl Harbi’nde kazananların (Şehitlerin) dediği mi, kaybedenlerin (Düvel-i Muazzama’nın) dediği mi dikkate alınacak? Bize Avrupa Birliği, Amerikan desteği, İMF ilişkisi gibi söylemler eşliğinde İstiklâl Harbi mağluplarının yanında olmamız teklif edilmekte. Bunu göremiyor olmak tamamen kâfirlikten ileri gelen bir şey. Hain ve gafil ayrımının olduğuna inanmıyoruz. İnanmamak için yeterli ve gerekli sebebimiz var. Zira biz İSLÂM ÖNCESİ DÖNEMİ CAHİLİYE DÖNEMİ diye isimlendirenleriz. Eğer kişi cahilse; bu durum o kişinin gayr-i İslâmi bir vaziyette olduğunu bilmek için kâfidir.
Bize PKK leşlerine ŞEHİT muamelesi yapmamız, hatta onlar için ağıt yakmaktan öte ailelerine maaş bağlayıp söz ve hak sahibi yapmamız teklif ediliyor. Amaç çok insanî: KAN DÖKÜLMESİN. Halen Çanakkale Harbi’nde ölen Anzaklar için yas tutan zevat bugün de PKK militanları için yas tutma hevesinde. Bu tür bir anlayış 1918 yılında da vardı ve İstiklâl Harbi bu anlayışı ilga etmişti. “Kan Dökülmesin, Savaş Yetsin, Herkes Evine Dönsün” sloganlarıyla MANDACILIK faaliyetleri hız kesmeden devam edip SEVR hükümlerinin uygulanması için bazı yaratıkların (insan demeğe dilim varmıyor) komisyonlar oluşturduğu vakıası hafızalarımızda yerini korumaktadır. 
 
Eğer Hak’la batıl arasında bir savaşın süregeldiğine inanıyorsanız safınızı belirlemek zorunluluğu altında olduğunuzu unutmayınız. Tarafsız kalınması veyahut “Bakalım ne olacak, görelim!” diyerek sessiz kalınması Rasulullah’ın bize bildirdiğine göre imkân dâhilinde değil. En azından Müslüman kalınarak... Türkiye’de yaşayan hemen hemen herkes: “Tamam bu gidişat ve yapılanlar iyi değil ama ne yapalım? Başka alternatif mi var?” demekte. Bunu söyleyenlere, Damat Ferit Hükümeti’nin de alternatifi olmadığını hatırlatmadan geçemeyeceğim. Genel Başkanımız, Mondros Mütarekesi şartlarından daha ağır bir durumla karşı karşıya olduğumuzu ihbar etmişti. Bu ihbara kulak vermeyenler, dinlerini ve dolayısıyla vatan ve milletlerini satmaktan başka bir irade içerisinde değillerse hesap gününde ne söyleyeceklerini şimdiden hazırlasınlar. Zira hesap vermeleri belki de ahrete kalmayacak.
 
Ne yaparsak yapalım, ne söylersek söyleyelim elbette iş olacağına varacaktır. Burada bize düşen bir görev olup olmadığını tefekkür etmemiz, düşünüp yerine getirmemiz gerektiği her Cuma günü hutbe irad olunduktan sonra hatırlatılan bir husustur. Hutbelerinde Avrupa Birliği Kriterleri esasına uymak için Allah’ın ayetlerini ilga etmeye tevessül edenlerle aynı yolu yürümek arzusunda olup olmadığınızı tekrar gözden geçirin. Size yapılan teklifin ne ifade ettiği konusunda AGÂH OLUNUZ.
 
 
17 Mart 2012, Ankara