MUKADDEME 17

Mütehakkim zümre bir taraftan uyur gibi yapar, diğer taraftan kendi dışlarında kalan herkesi uyutmak için ve eğer bir kısmını uyutabilmişlerse onların hep uykuda kalması uğruna olanca gayretini sarf eder. Bu münasebetle uyuma taklidi yapanların mecrası ve macerası hakkında birkaç noktayı işaret etmeden önce dikkatimizi aynı zevatın uyutma politikasına çevirmemiz lâzım. Dünya hayatına bir değer atfedilecekse bu değerin tamamıyla hükümranlık tesisine istinat ettiğine vâkıf olmamız lâzım. Bir arada bulunuyorsak kim kimin dediğini tutacak? Aramızdaki ilişkiler kendimizin eseridir. Who will be the boss? 

Hiçbir insan topluluğu öz karakterini tab’an verilmiş hususiyetlere borçlu değildir. İnsan topluluklarının topluca yaşayan bütün topluluklara benzeyen karakterlerini gözleyebiliriz. Her topluluğun başka hiçbir toplulukta bulunmayan öz karakteri de vardır. Ne var ki şimdiye kadar insan topluluklarına mahsus karakterleri bir formüle bağlamak mümkün olmamıştır. Bu yüzden insanın hususen bir tabiatı değil, hususen bir tarihi olduğunu, tarihin de bir akışa tâbi olduğunu söyleyebiliyoruz. Tarih akar çünkü topluluk içinde birilerinin dünyalık bir şeyleri umursamazlığı diğerlerine dünyalık bir şeyler üzerinde bağdaş kurma kolaylığı verir. Hiçbir çağda, hiçbir toprak parçasında toplum sözleşmesi olarak adlandırılan şey vuku bulmamıştır. Devleti ortaya ıssız ruhların tahakkümü hissetmeyişi çıkarır. Daha doğrusu ruhların ıssızlığı mütegallibeyi olduğundan farklı gösterir.  

Ülkemize Diyar-ı Rum’un Dar-ül İslâm haline gelişiyle ülkemiz dedik. Bizim bu topraklara ülke (ölke, ölünecek yer) dememizden itibaren, yani en az 7 asırdır topluluğumuza tatbik edilen bir tepeden inmeci, halka rağmen halk için uyutma ameliyesi var. Bunun karşısında halkın değerlerini hesaba katan ve bu değerlerin korunmasını mahzurlu bulmayan uyutma ameliyesi yer alıyor. Taraflar hedefledikleri aynı şeyi farklı usullerle yapma iddiasındadırlar ve şimdiye kadar her ikisi de kendini birer uyandırma programcısı olarak takdim edegelmiştir. Son 400 yıllık Avrupa’ya teveccüh eden geçmişimiz de devletin elini güçlendirmek hesabına bazen kırk satıra, bazen de kırk katıra uğramanın ehven olduğunu tartışan zevatın yürüttüğü bir Batılılaşma tecrübesini ihtiva ediyor. 

Tarih içinde uyutma dediğimiz şey yürürlükten hiç kalkmamıştır. Çünkü bu tecrübenin yerini neyin alabileceği hususunun gizli tutuluşuna hiç fasıla verilmemiştir. Türklerin tecrübesi Batılılaşma olmayıp da ne olacaktı? Her ne kadar bu sualin cevabını sınıf bilinci verecekse de henüz bu sualin sorulmasına müsait vasata uyumanın devamlılığı sebebiyle girilmiş değildir. O mübarek vasata Kur’an-ı Kerîm’in nâzil olmasının Türklerin vatan sahibi olmalarına yol açtığı hakikati idrak edilmeden girilmeyecektir. Türk vatanı mefhumunu Gaza Beylikleri ve dolayısıyla o beylikleri hayata geçiren gaziler icat etti. Yine de uyuma-uyutma bahsindeki alicengiz oyunu eksik bırakılmadı. Gazanın, gazilerin varlık sebebi gazanın devamlılığı uğruna gazilerce razı olunan şeyler saltanat meraklılarının işine yaradı. Bu yarayıştan ötürü birer ikişer Osmanlı müesseselerinin teşkili tecrübemiz Batılaşma olmayıp da ne olacaktı sualinin vakitlice üstünü örttü. Cumhuriyet’in Lozan Anlaşması gereğince ilanının akabinde Türk milletinin maruz bırakıldığı inkılaplar örtünün üzerine beton dökme fiiline zemin hazırlamıştır. Döküldü mü o beton? Cevap yine sınıf bilincinde ve tabir caizse Türk milletinin sinesindedir. Şimdilik hiçbirimiz nereye Türk milletinin sinesi diyeceğimizi bilmiyoruz. Bizi kimin esir aldığını bilmeksizin hepimiz esir alındık. O kadar ki, gün gelip de küreselleşme dolmasını yutma vaktine çatınca mahut, melun, âkil uyutucular Türklerin şıpın işi demokrasi-piyasa ekonomisi-insan hakları teslisini bünyelerine yedirmek suretiyle hazıra konduklarını propaganda etmekte gecikmedi.   

Uyuma taklidi yapıyorlar ve bize Türk olduklarını kendilerinin Türk olmadığını bildikleri halde ve bilhassa bildikleri için yutturmağa çalışıyorlar. Onları uyandırmamız imkânsızdır. Niçin? Dünya işlerinin çekilip çevrilmesi bahsinde hiçbir bakımdan uyumadıkları, bırakın uyumayı, dalgınlığa bile kapılmadıkları için. Onlar uyumanın sadece “bilimsel” taklidini yapıyor. Bundan daha vahimi başka türlü çeşit taklitler yapanların onları uyur biliyor görünmeleridir. Uyuma taklidinin nerelerden gelip nerelere gittiğine akıl erdirmek için Ludwig Wittgenstein’ın bir yerde “Yahudilerin en büyük filozofları bile (meselâ ben)” deyişine bakmak kâfidir. Zira buna mukabil başka bir yerde kendisinin “durch und durch” Alman olduğunu söylemesi “uyku” hadisesinin yalnız Türk vatanında değil, dünyanın her yerinde neye taalluk ettiğini açıklar. Bu mensubiyet pürüzünün yanı sıra 1935 Hıristiyan yılında SSCB’deki Kazan Üniversitesi’nin Felsefe Kürsüsü ’nü yönetmesi teklifine hayret eden zevata hitaben Wittgenstein’ın “kalben komünist” oluşunu ifade etmesi de başımıza aidiyet meselesi açması sebebiyle dikkat çekmelidir. Komünistleri tarihselcilik sefaletine maruz sayan Popper’a kızgın demir sallamaktan kendini alamayışını da bir kenara not edelim.    

Wittgenstein neler söylemiyor ki! Hem felsefenin şiir yazar gibi yapılması gerektiğini söylüyor, hem de dilin üzerimize saldığı büyüyü felsefenin bozabileceğini söylüyor. Eğer Wittgenstein’ı dinlersek sineğin ahmaklığına düşmekten kurtulabileceğiz. Çünkü filozofların berrak cam şişeye sokulmuş sineğe çıkış yolunu tarif edebileceğini o söylüyor. Onun bütün söylediklerinden gerek edebiyat tarihini tersinden yazmağı meşrulaştırmak adına, gerekse İstiklâl Marşı’nın şiir karakteri adına anlaşılacak bir şeyler var mı? Çok şey var.

İsmet Özel, 1 Şubat 2019

 

Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel "Tersinden Edebiyat Tarihi" yazılarına sonradan tamamlanmak kaydıyla ara veriyor. Haftaya internet portalımızda İsmet Özel'in "ÖNCE NAMAZDAN SORACAKLAR" serlevhası altında ilk yazısı neşredilecektir.

 


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.