ÇAMAŞIRA DÜŞMAN, LEKELERE DOST (IX)

Dini iman ile kenetlemek ve sırayı şaşırmamak sofulara kalmış bir iş değil. Bilakis, bize bir iş düşüyorsa o iş hayatın tabiî ve günübirlik akışına bigâne kalarak dindarlık tutumunu öne çıkaranlara sofuluk yakıştırmağa muhalefettir. İşimiz icabı dönüm noktası olarak Hristiyan takviminin 27 Mayıs 1960 gününü almamız gerektiğini savunuyoruz. Kurduğum cümlenin öznesi yerine birinci çoğul şahsı yerleştirdim; ama tam olarak bu savunmaya benden başka kaç kişinin katıldığını, katılacağını bilmiyorum. Cesaretim savunmamdan tek başıma kalsam bile caymayacak kadar var. Niçin bir zamanların CIA görevlileri aynı zamanların KGB görevlileriyle el ele vererek Türk milletinin demokrasi tecrübesini nihayete erdirdi? Hayretle karşılanacak bu sual diğer bir hayret edilesi suali peşinden sürükleyecek: Sadece Türk milleti menfaatine mahsus demokrasi tecrübesi diye bir şey mi var? İşte bu son hususu anlamak başını örten kıza felsefe öğrenme yolunu açacak, genişletecektir.

Biz Türkler her ne kadar istiklâlimizi kanla, irfanla, bileğimizin hakkıyla ve Dünya Sistemi’ne meydan okuyarak aldıysak da istiklâlimize taalluk eden birçok hususun karambole gelmesine engel olamadık. Sistem’in o günkü metropolü Londra biz Türklere geri alacağını sarahatle beyan ederek bazı sınırlı haklar tanıdı. Türkiye Cumhuriyeti devlet bünyesini Alman Harbi sonrası şartlarına yani metropolün Wall Street’e taşındığı şartlara uyarlamadığı takdirde her şeyin tarumar olacağı korkusu taşıyan insanların idaresi altındaydı. İdare kısa zamanda çok partili hayatın millî bütünleşme şartlarına hizmet edebileceğini fark etti. Onların bu uyanıklığı millet düşmanlarını telâşa düşürdü. Türk istiklâlinin tekemmülü önündeki büyük engellerin Türk milleti menfaatine mahsus demokrasi üzerinden kaldırılma fırsatının doğduğunu görenler 27 Mayıs ihtilâli üzerinden bu fırsatı yok etti. Menderes’in akıbeti Türkiye’nin çarçabuk ve yönetilenlerin rızasına bütün cari meşguliyetler itibariyle zerrece ihtiyaç duymayan siyaset simsarlarının arpalığı haline getirilmesine sebep oldu. Tanzimat Fermanı’nın ilânından itibaren rızasına asla ihtiyaç duyulmamış yönetilmekte olanlar makulesi kısa bir müddet zarfında fesada uğrama cezasından nasibine düşeni aldı.    

Ömürlerini Türk topraklarında geçiren insanların teşkil ettiği toplumun ifsadına elbette Dünya Sistemi hükümranlığına mahsus işleyiş sebep oldu. Nelerdi dünya çapında olan biten? Çağın ruhunu yakalama ihtirası kime neler yaptırdı? Vukuatın mahiyetine hakkıyla nüfuz etmemizin imkânsızlığı ileri sürülebilir. Yine de işimizi görecek bir kavrayışı talepten geri duramayız. Olan biteni kavrayabilmemiz ancak tecrit yoluyla mümkündür. Bir şeyin (yaratılmış her şeyin) bozulmasından, çürümesinden, yoldan çıkışından söz edebilmemiz için zımnen o şeyin bir dönem bir sağlam halinin bulunduğu, sıhhatli bir bünyeye sahip olduğu, doğruca gidişten istifade ettiği bilgisini elde bulundurmamız gerekiyor. Yani düşünen kişi hesabına bir işlemi yürütmenin imkânı olarak kusursuzluk mümkündür ve asıldır. Aslı kusur olan, özü kusurlu olan bir şeye istinat ederek ispat-ı vücut girişimi hükümsüzdür.  

Türklerin XIII. Hristiyan asrında ilk, İstiklâl Harbi akabinde ikinci defa vatan sahibi oluşu kusursuz birer hadisedir. Kusursuzdur, mükemmeldir. İnsan ihtiraslarına yataklık eden Dünya Sistemi bu kusursuzluklardan her ikisinin de tesir sahasını yok etme beklentisi ile önce şekil almış, sonra aldığı o modern şekli azmanlaştırmıştır. Temelleri Türk düşmanlığının harcıyla atılmış kapitalizm mezkûr şeklin tezahürlerinden sadece biri ve fakat en etkini, en keskinidir. Bu sebepten her çeşitten müstehlik azmanlığı temsil eder. Masumiyet en küçük mikyastaki alış verişten bile tamamıyla çekilip alınmıştır. Sırf bu yüzden Türk topraklarında bugün sınıf bilincinden nasibini alamamış birinin kendini vatan haini olmaktan arındırması bir imkânsızlığı ifade eder.

27 Mayıs 1960 öncesinde vatan haini olmak peşinen toplum dışı olmak, kâfirlerin hizmetine girmek anlamına geliyordu. Memleket bizimdi. İçimizi iç, dışımızı dış biliyorduk. Her ne kadar içimizden bazı mide gurultuları geliyor idiyse de, dış politika konularında hükümet eden DP ile muhalefet eden CHP arasında en küçük bir görüş ayrılığı yoktu. Camilerin cemaatlerinin ikiye bölündükleri doğrudur ve lâkin herkes İslâm’da, ezanda, bayrakta birleşiyordu. Nitekim parti propagandasında minareye ve bayrağa yer verilmesi kanunen yasaklanmıştı. DP’nin Nurcuları varsa CHP’nin de Ticanîleri vardı.

İsmet Özel, 20 Mayıs 2018


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.