ZİNDE GÜÇLER
İSMET ÖZEL
.

“Zinde Güçler” ibaresi gençliğimde benim huzurumu kaçırırdı. Huzursuzluğumun sebebini Türk topraklarındaki solun ikiye bölünmesinde bulabilirdiniz. Solculuklarıyla maruf kimseler Türklerin sosyalizmle buluşması hususunda ikiye ayrılmışlardı. İlk bölüm Yön’cü Doğan Avcıoğlu’nun öncülüğünde ordudan medet uman zümre idi. İşte bunların dilinden “Zinde Güçler” ibaresi hiç düşmezdi. Zinde güçler denilince her ne kadar sivil-asker bütün bürokrasi anlaşılıyor idiyse de sola açık siyasetin silâhların gölgesinde arandığı apaçıktı. Benim mensup olduğum zümre ise sosyalizmden bürokrasinin değil, sadece halkın iktidarını anlıyordu. Biz Türk topraklarının her gün biraz daha demokratikleşmesine umutla bakıyorduk. İtiraf etmeli ki, hayalperest olan bizlerdik. Türkiye İşçi Partisi’nin milâdın 1965inci yılında genel seçimlere “Kula Kulluk Yetsin Artık” şiarıyla girmiş olması Türk halkının geleceği hususunda umudumuzu körüklüyordu.       

“Zinde Güçler” ibaresinden rahatsızlık duymam bu ibareyle öteden beri tepeden inmeci siyasete Türk topraklarında kılıf uydurulması yüzündendi. Zira dünya çapında döndürülen dolaplar hesaba katılınca zindeliğe olumsuzluk yüklenemezdi. Zindelik mecazi manada çeviklik demekti. Türkçe düşünmeyi bilenlerin zindeliğin diri olanda, canlılık ve ataklık emaresi gösterende bulunduğunu bildiğini bilirdik. Niçin iç politikada zindeliğe kötü gözle bakmama rağmen beynelmilel sahada zindeliğe umutla bakıyordum? Çünkü Türk topraklarındaki Batıcılık sarayda baş göstermiş ve halka her merhalede zorla giydirilmişti. Fes giyme mecburiyeti halkın “Başımızdaki püsküllü belâ” demesine sebep olmuştur. Halk içinde “Osmanlı’nın yasağı üç gün sürer” gibi bir söz dolaşır. Halk aradan üç gün geçince yasağı sağından solundan delmek için bir yol bulur ve bulduğu o yolu sahiplenirdi. Bunun en bariz örneğini musikide gördük. Bugün Türk musikisi denince klasik müzikte sadece şarkılar ve halk müziğinde sadece türküler anlaşılır. Böyle bir yalınlaşmağa saray kültürü sebep olmuştur. Milâdın XIX. yüzyılında saray tercihini açıktan açığa Klasik Batı Müziği lehinde yapınca İstanbul halkı buna karşılık kendi zevkini öne çıkarmış ve Şevki Bey’in ve Tatyos Efendi’nin şarkılarının ve bu arada klasik müziğe kolaylıkla uyarlanan İstanbul ve Rumeli türkülerinin sıklıkla icrası söz konusu olmuştur.

Alnı açık ve başı dik bir Türk’ten söz edebilmemiz için modernlik meselesinin aslına vakıf olmamız gerekiyor. Modernlik bir ideologi olmaktan ziyade bir bakış tarzıdır. Yani modernleşmek doğu-batı, kuzey-güney demeden bütün insanların hem bedeninin, hem de ruhunun denetim altında tutulmasına müteveccihtir. Bu denetimden sâlim kalmak için kapitalizmin tekerleğine çomak sokmak gerekiyor. Bunu bir fert tek başına başarabilir mi? Millet olma yolunda atılan adımlara ayak uydurabilirse elbette. Önce bir millete mensup olmanın şuurunu edinecek ve sonra mensup olduğun millete ait olmanın yolunu bulacaksın. Bütün bu fiilleri işleyebilmek için sana verilmiş anahtar sadakattir. Üstün millet olma vasfı arkadaşına, iş ortağına, hocasına sadık kişiler üzerinden kazanılır.

Hiçbir millet diğerinden üstün olmasın diyebilirsiniz. Eğer böyle derseniz insan toplumundaki her ferdi kovanındaki arıyla, yuvasındaki karıncayla, sürüsüyle sürüklenen geyikle bir tutmuş, ona eşitlemiş olursunuz. Oysa mensup olduğu topluluk hayrına bir hamle için çaba harcayan hiçbir arı, karınca veya geyik yoktur. İnsan topluluğu dışındaki bütün topluluklar Allah tarafından tespit edilmiş bir toplu yaşayış tarzını tekrar etmek üzere hayattadır. Yaşamağa bu noktadan bakmağı başardınız mı benim zinde güçlere niçin iç politikada menfi, beynelmilel politikada müspet anlam yüklediğimi kavrayabilirsiniz. Kapitalizm dünya hayatına zehirli bir damga vurmuştur. Bu yüzden Dünya Sistemi’ne uyum gösteren her tutum ve davranış felâkete, Dünya Sistemi’ne ayak direyen her yaklaşım gıpta edilecek bir hayat tarzına açılacaktır.
Bir topluluğun ethosu bir diğerine intibak etmez. Bu yüzden bir insanlık tarihi, bütün insanları ihata eden bir tarih yoktur. Varsa ancak milletlerin tarihi vardır. Üstelik her milletin tarihi bir diğerine göre kusurlu ve çarpıktır. Biz Türkler hem müstemlekeci bir geçmişin mirasçıları olmadığımız, hem de müstemleke durumuna düşmediğimiz için övünebiliriz. Osmanlı mülkünden toprak koparmakla sonuçlanan Yunan ayaklanmaları ve nihayette onların Türk İstiklâl Harbi’ne son verme çabaları bir anti-emperyalist hareket değildi. Çünkü ortada bir milletin yükselme imkânlarını yok eden bir emperyalist güç yoktu ve hiç olmamıştı. Olan biten Avrupa kapitalizminin Türk tehlikesini ortadan kaldırmak için ateşli silahlarla kolaylıkla uyguladığı bir tatbikattan ibaretti. Yunan bağımsızlığının Türk topraklarındaki yeniçeri uygulamasının hunharca yok edilmesi üzerinden dört sene geçtikten sonra gerçekleştiğine dikkat edin.

Batılılaşma yolunda kat ettiğimiz yoldaki adlandırmalara bakın: İlk aşamada israfa karşı durmak kastıyla doğan Patrona Halil isyanı var. İsyana sebep olan vakıaya çok sonradan Yahya Kemal’in “Lâle Devri” adını verdiği söylenir. Kapitalizmin Türk topraklarını esir alma macerasının parlak isimleri Tanzimat, Islahat gibi deyimleri benimsemiştir. Yani Türk topraklarında çoğunluk yararına işleyen bir düzen olduğu bir kalemde inkâr edilemiyordu. Okuryazarların noksan saydıkları bazı noktalar tanzim ve ıslah edilmeliydi. Nasıl yapacaktık bunu? Tanzimat dönemi yazarlarından yalnızca biri, Namık Kemal “Madem Tanzimat’ı kaçınılmaz görüyoruz; o halde bunu elimizdeki kusursuz Kur’an-ı Kerim ve altı yüzyıldır istifade ettiğimiz fıkıh yardımıyla başarabiliriz” mealinde bir fikir ileri sürmüştü. Bugünün Türkeli’nde Namık Kemal’in böyle bir tezi savunduğundan habersiz insanlar yaşıyor.

Dört asırdan bu yana bu insanlar millî değerlerden habersiz olmakla kalmadı. Onlar düşmanlarımıza mahsus değerlerin topluma yukardan aşağı giydirilmesi için ellerine geçirdikleri bütün imkânları sonuna kadar kullanmakta kararlıdırlar. Bu durum benim Türk topraklarında zinde güçlerden medet umulmasına muhalefetimin sebebidir. Türk topraklarında yaşayan gayri-Müslimler Batılılaşmanın başarılmış bir program olduğuna halkı inandırmış görünüyorlar. Hükümran olan sadece bakış bozukluğudur. Batılılaşmanın hiçbir merhalesi bir diğerini tamamlamaz. Andığımız merhalelerden her biri kendi aralarında değil, dünya şartlarının o günkü durumuyla birebir irtibatlıdır. Yani Türk milletine güvenmenin hiçbir endişe verici tarafı yoktur. Eğer kaş yapayım derken göz çıkarmazsak bakış bozukluğunu gidermemiz çok zaman almaz.

İsmet Özel, 11 Rebiülevvel 1447 (3 Eylül 2025)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.