İstiklâl Marşı’na baktığımız zaman, baştan sona bize bugün Türkiye’de dayatılan formların tamamının reddini emreden bir tavır görüyoruz. İstiklâl Marşı “korkma” ile başlıyor, “istiklâl” diyerek bitiyor.
Türkiye diye bir ülke olduğunu kabul ettiğiniz zaman Büyük Yunanistan’ın bir parçası olmadığımızı, Ermenistan’ın bir parçası olmadığımızı, Kürdistan’ın bir parçası olmadığımızı, Gürcistan’ın bir parçası olmadığımızı söylemiş oluyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ayakta durmasının tek sebebi hâlâ bizim Mekke ve Medine’yi Müslüman hâkimiyetine kavuşmasını sağlama ümidimizdir.
Türkçede göğüs dediğimiz şeyin bir adı da “iman tahtası”dır. Biz Türkler bir şeye göğüs gerdiğimiz zaman zulmün, cehaletin, küfrün rağmına bir duruşu seçmiş oluruz.
İstiklâl Marşı’nın yer almadığı anayasa her halükârda 17. asırda doğmuş olan ya da en büyük şahlanışını gerçekleştirmiş olan Avrupa Medeniyeti’nin kıytırık bir ilâvesi olmayı kendisi için iyi sayacaktır.
Kim bugün Türkiye’nin mevcut sınırları aleyhine bir işin içindedir; o Allah’la savaşıyor demektir.
Şu anda da eğer insanlar Müslümanlığını, "yerine başka bir şey konamaz bir değer" ...
İstiklâl Harbi’ni, “Ben bu toprakları gâvura yedirmem.” diyen bir avuç insanla kazandık.