ŞİİRDE İCAT ŞİİRLE KEŞFE MANİDİR

Başarısız şair demek şiirde neler olup bittiğinden anlamadığı halde şiirde ısrar eden demektir. Bu ne saçmalık diyorsanız saçma hakkında her şeyden haberdar edilmişsinizdir. Saçmalık batılı eğitimi nimet bilenlerin 1945 sonrasında baş üstünde tutulan kavramıdır. İnsan oluşun en gözde kostümüne saçmalık dememiz gerekiyor. “Moda öyle çirkin bir şeydir ki,” demişti Oscar Wilde, “tahammül edemeyip altı ayda bir değiştiririz.” Saçmalığın en yaygın hükmünü bana sorsanız bunun “çalıştı ve zengin oldu” cümlesiyle ifade edileceğini söylerim. Çünkü kapitalist âlemin dünyaya kök söktürdüğü çağda hiçbir servetin zemininde çalışma ve emek yoktur. Öyleyken dünyanın servet ve makam sahibi olarak tadını çıkarmak yerine neden şiirde ısrar gereği duyulur? Bu nedeni her dilin şiiriyle parladığı gerçeğinde buluruz. Şiirde ısrarın en çok Türk topraklarında revaç bulması size ilginç geliyor olmalı. Millî takıntılarımızdan en dikkat gerektireni budur bizim. En esaslı ve en sağlam garipliğimiz başka bir yolla Türk toprağı kavramına kavuşmağa imkân bulamayışımızdır. Şiirin ve Türklüğün birbirlerine olan borcu halden hale düşürdü bizi. Şiirin hakkından gelemediği halde şiirin yaşatılması görüşüne malzeme taşımak bu toprakların sadece seçilmiş insanların mülkü addedilmesine yol açtı ve açacaktır. Şiirsiz kalmak Türkler için vatandan mahrum kalmak anlamına gelir. Eciş bücüş de olsa bir şiirimiz olsun isteriz. Bunun için İsmet Özel’in Türk şiirine verdiği en büyük zararı çıtayı çok yüksek tutmasında arayanlara rastlanıldı.

İkinci Yeni’nin boy gösterdiği günlere bakalım: Şiirin hâlâ şiir kalmasını istiyorsak onun modernliği bir şekilde yakalamasını bekliyorduk. Yalnızca yazdıklarıyla değil, hal ve tavrıyla da modern bir şahıstı Baudelaire. Yani sahipsizdi ve yalnızdı. Ahlaka mugayir şeyler yazdığı için yargılandı. Modern hayat her aklı başında insanı sahipsizliğin ve yalnızlığın şartlarına intibak ettirir. Modernliğin peygamberi Baudelaire’in İsveçli Swedenborg tarafından savunulan metafizik endişeleri paylaşma tavrını hem yadırgayıp hem küçük gören Oktay Rifat’ tır. Aydınlarla karabet peşinde olan her tuhaflığı kendine yakın bulurdu. Kabrini görmeğe gerek bile duymadığı Orhan Veli’den aldığı güçle şiir dünyasına bulaşan Oktay Rifat’ın bütün metafizik endişelere yabancı kalmasını ne garip karşılıyor, ne de bununla alay etmeği düşünüyoruz. “Aydın” dediklerimiz ifsat edilmiş bir ocak üretti. Onların ülkeyi savunma bahsinde ne kadar yaya kaldıklarını merak eden bile yok. İslâm ne kadar küçük görülürse Türkleri ciddiye almak o kadar mümkündür zihniyetiyle nereden nerelere savrulduğumuz gün gibi açık. İslâm’ı bir makam kaybının vesilesi saymayanların borularının tıkandığı bir ülkenin yurttaşlarıyız. Mürekkep yalamış gibi görünenlerin başımıza açtığı işler muvacehesinde biz Türklerin halini ne Avrupalıların, ne Amerikalıların, ne müstemlekecilik hastalığını kendilerine şifa bilenlerin başlarına gelenlerle karşılaştırmak yerindedir. Osmanlı Devleti bugün kafamızda barındığı şekliyle ideal bir devlet değildi. Mazereti küfre geçit vermeyişinde arıyordu. Avrupalılaşmağı yani modern bir faça yakalamayı çıkar yol sayıp kötüden betere gittiyse zabit kafası sebebiyle gitmiştir. Büyük çoğunluğuna sırt çevirmeden iş başına geçilemeyen ülkede emir alma ve emir verme protokollerini ihlâl etmeyenler çaresizlere söz geçirerek milleti şekillendiriyor.

Yerinde ve zamanında bir başlangıçtı şiiri hayatımın yön tayin edicisi saymam. Edebiyat dünyasının önyargıları benim eserim değil. Bu cümleyi yazdım çünkü sözünü ettiğim önyargıların en dikkate değer olanı gözde şairlerin kendilerini tükettiğine inanılan bir zaman aralığında kendi kıvamımı tutturabildim. Türk şiirine ne oluyor merakı İsmet Özel’i takibe zorluyor muydu insanları? Ölmek ve Partizanlık arasında tarihten gelen bir bağ kolayca fark ediliyordu. Türk topraklarına kast edenler ister rol dağıtan, isterse rolü kabul eden olsun bu bağa yabancıydı. İsmet Özel’i boğma imkânını özleyenler dar kuyuda çırpınıyordu. Her şey o dar kuyuda olup bitiyordu zaten. Ben şiirin imkânı ve İsmet Özel’in imkânının aynı yerde göllenmesi fikrine çok uzak bir alanı kendi alanım seçmiştim. Şair olarak yapacağımız Türk şiirini icat cenderesinden kurtarmak ve onu keşif tazeliğiyle tanıştırmaktı.

Kimi Türklerin (bunların sayısı parmakla sayılacak kadar azdı) İkinci Yeni adını verdiği şiir tavrı kendi bağımsızlığını icattaki hünere bağlamıştı. İcadın daha önce bilinmeyen bir şeyin kendini kabul ettirmesi olduğunu, keşfin ise varlığı daha önce fark edilmemiş bir şeyin yeni bir esintiyle hayatımıza girmesi olduğunu akıl düzenimiz hizasında tutalım. Hangi dilde ve hangi çağda olursa olsun şiirin bize temin ettiği şeyin “taze bir hayal” olduğunu unutmayalım. Şairler sırasına girme başarısına başka hiçbir yolla değil hayale tazelik katarak erilir. Hayal rüya değildir ve insanlık kadar eskidir. Hayalin tazeliği ortaya yaşanılan çağın beklentilerine tasallut edilerek çıkarılır. İkinci Yeni hayale tazelik verme endişesinden doğmadı. Biz şiiri ciddiye alanlar bir çeşit meydan okuma olarak gördük İkinci Yeni’yi. Doğuşu sırasında, kabul edildiği sırada ve ona yol verildiği sırada da alışılmışa zıt gitmenin cazibesinden yararlanıldı. Neler yaşandı ve kimler görünüşe aldandı? Bu sualin cevabı icatla keşif arasındaki farka dayanır. Ortodoks Türkler sağın ve solun neresinde yer tutma hevesine kapılırlarsa kapılsınlar kendilerini yenilikle kazanılan değere kapattılar. Ece Ayhan’ın şiirinin icatla varlık kazanma hevesine paçayı kaptırdığı zaman tökezlediğini anlamak, keşfe değer olana yöneldiği yerde parladığını anlamağa varır. Hayalin tazesine kavuşma sezgisine yer açan yazdığı şiiri okutma ödülüne de konmuştur.

İsmet Özel, 27 Şevval 1441 (19 Haziran 2020)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.