İSMET ÖZEL KİTAPLARI
Başlıkta “ölçüt” kelimesini kullanmam yüzünden samimiyet yerine “içtenlik” de diyebilirdim. Demedim, çünkü “ölçüt” modernliğe intibak mecburiyeti altındaki Türklerin bir ihtiyacını karşılasın diye türetilmiştir. Fransız dilindeki “critère” kelimesinin yerini tutması gayesiyle modern hayata uyarlanmış Türklerin uydurduğu bir kelimedir. “Critère” demektense “ölçüt” demeği tercih ettim. Bir dilin uydurulmasını insanların birlikte yaşaması zaruri kılar. Bu yüzden dilin uydurma olduğu fikrine karşı çıkanlar hataya düşmüşlerdir. Milletler kast ettikleri şeyi ifade eden ses birimlerinde anlaşarak bir dil sahibi olurlar. Birlikte yaşamaktan istifade eden bir insan topluluğunun millete gitme yolunda attığı ilk adım aralarında uydurdukları dildir. Atılan adımlar birbirini takip edecek, böylece dilin bir yukarı derecesine: Lisana varılacaktır. Bu yönde son merhale ise kamus veya lügattir. Yani milletler dil yapıları ve o yapı içinde hareket eden kelimeler itibariyle derecelendirilebilirler.
Dil uydurulur ve fakat bu uydurma Ferdinand de Saussure’ün sandığı gibi ne tesadüfi, ne de keyfidir. Anadili Türkçe olanlar “taş” kelimesinin “dış” kelimesiyle ilişkisini hesaba katmalıdır. Dili inşa edenler yaptıklarını o yaşama öbeğinde bulunanların topluca yaşamasını mümkün kılan değerlerin çatısı altında yapar. Bir insan muhatabına “Senin samimiyetinden şüphe ediyorum” derse meramını dile getirmiş olur. O insan “Senin içtenliğinden kuşku duyuyorum” diyecek olsaydı, belki bir öncekinden daha ilginç bir cümle kurmuş olacaktı; ama demek istediğini gerçekten söylemiş olacak mıydı? Hiç sanmıyorum. Türk dilinin yaralanması millî varlığın yaralanması anlamına geliyor. Türkçeyi sadeleştirme veya “yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarma” dileğiyle Arapça kelimeleri, giderek Arapça kurallara riayet edilerek Türkler tarafından uydurulmuş, Arapların hiç bilmedikleri kelimeleri dilimizden tasfiye gayretinde olanlar hem bir yandan anlaşma imkânımızı, samimiyetimizi baltaladılar, hem de diğer yandan Türkçeyi batağa sürüklediler.
Asaletimize yeniden kavuşmak ve yeniden Türkçe okuyup yazmak istiyoruz. Türklerin asaletine kavuşması ne işe yarayacak? Bu sualin cevabına Latin alfabesiyle okur-yazar olmayı nimet sayanlar ulaşamayacaktır. Şu kadarını dile getirmeden geçmeyeceğim: Eğer çocuk yaşımızda eğitimimize Kur’an harflerini öğrenerek başlamış olsaydık nüfusumuzun okur-yazar kısmı hiç zorlanmadan Kur’an-ı Kerîm’i yüzünden okuyabilecekti. Arapça bilmeden Kur’an okumanın hiç kimseye faydası olamayacağını iddia eden Müslümanlar bile var. Ne var ki, öte yandan İngiliz başbakanı William Gladstone (1809-1898) bizim için “Bunların elinden Kur’an’ı almadıkça bunları mağlup edemeyiz” demişti. Onun bu hükmünü desteklemek üzere Maarif Vekili Necati Bey yıllar sonra Lâtin alfabesini savunmak kastıyla “Bu harflerle birlikte Kur’an’ı da tarihe gömüyoruz” beyanında bulundu.
Millî varlığın yeniden inşası uğruna Türk elifbasına yeniden kavuşmak Türk intikamının bir kısmı değil, tamamıdır. Türk kendine gelince Türk toprağı, Türk suları, Türk gökleri ne hale gelir, tasavvur edin. “Yazımız” bizden daha köklü bir bizliğin nişanesidir. Yazısız bir dili konuşmak bir mektebin kayıtsız talebesi olmak gibi bir şeydir. Yazı bizi bir mektebin, yani milliyetin aslî elemanı haline getirir. İbranice bilmek İsrail vatandaşı olmanın ön şartıdır. Bugün ne İranlılar, ne Grekler, ne Ruslar, ne Ermeniler, ne Gürcüler ve başka niceleri gerçek modern bireyler görünümü kazanmak için Lâtin yazısını benimsemek zarureti altındadır. Türk olmak Türklüğün geçirdiği tecrübelerin bilincine varmayı gerektirir. Bu bizim aynı zamanda vavlı Türk olmadığımız anlamına gelir. Tarihimizi, bilhassa yakın tarihimizi ince eleyip sık dokumak mecburiyeti altındayız.
Eskiden bizi inanılması zor şeylere ikna etmek isteyenler karşısında “Halep oradaysa arşın burada” diyorduk. Zaman içinde siyaset adı verilen dolap elimizde ne Halep’i, ne de arşını bıraktı. Kendi ellerimizle Halep’i de arşını da Türk düşmanlarının eline bıraktık. Tanzimat sadrazamlarından biri modernleşme uğruna iş çıkarmak için elinde Avrupa sefirlerinden başka bir şey bulunmadığından yakınıyordu. Gayri millî bir unsurun elinden millî dokuyu pekiştirmeğe yarayacak bir iş gelmez. Nitekim gelmemiştir. III. Selim saltanatından bu güne Türk topraklarında yönetici konumuna talip olanlar ve o konumu ele geçirdilerse yerlerini korumak isteyenler kendilerini önce Avrupa, sonra ABD siyasetçileriyle fasıla vermeden bir al gülüm, ver gülüm pazarlığı içinde bulmuşlardır. Siyaset sıhhatine ancak bu gidişe son verme yolunda yapılan siyasetle kavuşabilir. Bu cümle ile “siyaseti ancak siyasetle düzeltmek mümkündür” hükmünü mü dile getirmiş oluyorum? Hayır, mugalataya yani hak ve delillere dayanmayan bir münakaşaya dalmağa niyetim yok. Bir tür siyaseti başka bir tür siyasetle aşmamız, yani siyaseti galiplerin bir oyunu olmaktan çıkarmamız mümkündür. Türklerin hayır demeği öğrendikleri gün siyasetin sıhhat kazanmasına açılan yol yürünür hale gelecektir.
İsmet Özel, 13 Cemaziyelahir 1447 (3 Aralık 2025)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün


