SALONDAKİ VAZOYU KİM KIRDI?
İSMET ÖZEL
.

Hem salondaki vazonun kırıldığını ve hem de onu kimin kırdığını biliyoruz. Bunu hem evde yaşayanların hepsi, hem de komşuların tamamı biliyor. Buna rağmen hadisenin hal yoluna konulması uğruna hiçbir şey yapılmıyor. Neden dersiniz? Çünkü vazoyu kıran evin reisi, bizzat kendisidir. Hadisenin hal yoluna konulması bahsi dilden düşmüyor. Kimileri vazonun kırılmış olmasından memnun. Onlara göre öylesi bir vazo salona yakışmıyordu. Vazo kırıldıktan sonra her ne sebeptense bazı parçalar kaybolmuştu. Tamir edilerek bile eski vazoya kavuşulamazdı.

Yukarıdaki sembolik ifadeyi modern dünyada insan münasebetlerinin hangi esaslar dâhilinde işlediğini dile getirme gayesiyle uydurdum. Niçin sembolik bir ifade? Çünkü ancak böyle bir başlangıç yaparsam sizi yaşadığımız şeylerin gerçek tabiatına yaklaştırabilir ve kullandığım sembollerin sayısını artırabilirim. Modernlik, buna isterseniz çağdaşlık da diyebilirsiniz, salonda bulunan vazonun kırılmasıyla başladı. Salonlu bir mekânı ev diye bellememiz gerekiyor muydu? Hangi sebeple kırılacak bir vazo edinmiştik? İnsanlar aralarında bu suallere cevap bulma hevesiyle bir tartışma başlatabilir. Nitekim bu tartışma yürürlüktedir. Akademik ve felsefi çalışmalar hangi dalgalanmalara kapılınmasının kapitalizmin sadece insana mahsus mali ilişkilerinin ömürleri setretmesine yol açtığını araştırıyor.

Ne yazık ki bu araştırmalardan kendimize yarar doğru bir sonuca varamıyoruz. Çünkü bazıları yeryüzünde yaşayanların çoğunluğunu kırılan vazonun kendi vazomuz olduğuna inandırmış. Hayır, ne kırılan vazo bizimdir, ne de vazoyu kıranla herhangi bir kan bağımız vardır. Bilime bir dokunulmazlık atfetmek isteyenler bilgi adı verilen şeyin istiğnasından söz ederler. Onlara göre bilmenin çıkarlarımızla ilgisi dolaylıdır. Önce biliriz. Daha sonra müktesebatımızdakinin pratik sonuçları doğar ve bildiklerimizin bize mimaride, resimde, müzikte, her vadedeki toplum ilişkilerimizde ve sair sahalarda fayda sağladığını görürüz. Bu bilme-uygulama sıralaması ilk bakışta mantıklı görünse bile atları arabanın arkasına koşmağa benzer. Gerçekte bilme ihtiyacın yavrusudur. Aşılması gereken bir su yoksa ne bir sal vücut bulabilir, ne de herhangi bir tekne veya gemi.

Avrupa’da XVII. Hıristiyan yüzyılında baş gösteren bilme hummasının ayakları XX. yüzyılda suya erdi. Erdi de ne oldu? Quantum fiziği etkinliğini Hiroşima’da ve Nagazaki’de ispat etti. Dresden atom bombası kullanılmaksızın ancak bir nükleer bombanın yapacağı bir tahribata maruz bırakıldı. Kapitalizmin insanlığa ikram edeceği armağan veya isterseniz buna “barış” deyin, bundan ibaretti. İnsanlar Dünya Savaşlarının ne birincisinden, ne de ikincisinden ders alma niyetindeydi. Derler ki, “Bir musibet bin nasihatten yeğdir.” Bu tam bir kuyruklu yalandır. İnsanlar kapitalizmin sert yüzünden sakınmaktansa kapitalizmin allı-pullu tarafına kapılmaktan fütur etmediler. 1945 Hıristiyan yılından itibaren Pax-Americana kendini aciz devletlere beğendirmekte zorluk çekmedi.

Gelelim zurnanın zırt dediği yere… İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri durdukları yere bizzat lâyık olmadıklarını biliyorlardı. Vazo kırılmıştı ve kıran aile reisiydi. Bu gerçeği hiçbir devletin telâffuz edecek mecali yoktu. Niçin yoktu? Şu fıkraya bir bakalım: Soğuk Savaş döneminde seyir halinde arızalanan uçakta beş yolcu varmış: Papa, ABD Başkanı, Sovyetler Birliği Genel Sekreteri, Fransız Cumhurbaşkanı ve bir hippi. Arıza giderilememiş ve uçakta yolcuların kullanımına hazır ancak dört paraşüt varmış. Yani uçak yere çakıldığında beş yolcudan biri de hayatını kaybedecekmiş. Durumu hızla kavrayan ABD Başkanı: “Dünyanın en zengin ülkesinin başkanı benim. Paraşütlerden biri benim hakkım” diyerek ilk paraşütü kapıp uçaktan atlamış. Sovyetler Birliği Genel Sekreteri ABD’den geri kalmamak için: “Dünyanın umudu olan milletin başındayım” gerekçesiyle paraşütlerden birine sahip çıkmış. “Ben de” demiş Fransız Cumhurbaşkanı “Dünyanın en zeki milletinin başındayım.” Böylece son iki paraşütten birinin kendi hakkı olduğunu iddia ederek uçaktan atlamış. Görünürdeki hesaba göre geriye iki yolcu ve bir paraşüt kalmış. Yaşlı Papa “Evlâdım,” demiş hippiye “Ben yaşayacağım kadar yaşadım. Sen gençsin, önünde koca bir ömür var. Son paraşütü de sen kullan.” Hippi tebessümle “Hiç endişe etmeyin Papa efendi” demiş. “İkimiz için de paraşüt var. Dünyanın en zeki milletinin başında olduğunu iddia eden adam benim sırt torbamı yüklenip uçaktan atladı.”

Vazo kırık. Kapitalizm Türklere karşı varlık göstermek isteyen Avrupalıların rekabeti sayesinde bir taşkınlık aşaması yaşadı. Uzun yıllar Avrupalıların servet birikimini temin etmek en kolay Büyük Britanya müstemlekelerinde mümkün oluyordu. Federal birlik haliyle ABD bu müstemlekelerin en büyük sermaye terakümünü gerçekleştirmiş olanıydı. Federal Cumhuriyet vazonun kırılmadan önce devrilişini işaret eder. Devrilen vazo Fransa’da karşımıza ihtilâl olarak çıktı. Fransızların karşısına Almanlar çıktı. Rusya’da intelligentia Sovyetlere dönüştü. Kapitalizm bütün dünyayı büyük bir köy haline getirdi. Getirdi mi gerçekten? Bu sualin doğru cevabını bulmak için en büyüğünden en küçüğüne sermaye hareketlerine bakmamız lâzım. Sermaye en büyükten en küçüğe hiyerarşik bir sıralama arz eder. SSCB’ni bir ilâh, bir umut olarak ortaya çıkaran da ortadan kaldıran da sermayedir. Küreselleşmeyi sahneye koyan da sahnenin direklerini yıkan da sermayedir. Medya aracılığıyla Dünya Sistemi kendi çalıp kendi oynuyor. Bu havaya kendimizi kaptırmamamız için salonlu mekândan başka bir mesken bulmak mecburiyetindeyiz. Orayı ele geçirdiğimizde vazonun kaç parçaya bölündüğüne aldırmayacağız.                                  

İsmet Özel, 28 Muharrem 1447 (23 Temmuz 2025)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.