SABİT VE METİN
İSMET ÖZEL
.

Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar birinin adı Sabit, diğerinin ise Metin olan iki arkadaş varmış. Hayır, ne kadar içimden geçse de size bu sözlerle başlayan bir masal anlatmayacağım. Sizin önünüze direnmenin ve dayanıklılığın millî varlığın müşahhas kılınmasına ve millî varoluşun tamamlanmasına nasıl sebep olduğunu dilim döndüğünce sergileyeceğim. Sergilediklerimin insanlaşmakla Müslümanlaşmanın birbirlerine nasıl destek olduklarının anlaşılmasına vesile olacağını ümit ediyorum.

İstiklâl Marşı’nın “Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı” dediği yer neresi? İstiklâl Marşı belli bir yere vatan sıfatını yakıştırmakla kalmamış, oranın aynı zamanda bir cennet olduğunu belirtmek gereğini hissetmiş. Bu Türklerin tarih sahnesine çıkışının başlangıcıdır. Yani Türkler bir toprak parçasını fethetmekle yetinmemiş, orada İslâm kültürünün sahiden kökleşmesini sağlamışlardır. Öyle olmasaydı oraya cennet deme gereği duyulmazdı. Osmanlı fütuhatı Tebriz ile Viyana arasındaki toprakları kapsar. Bu alan ordunun İstanbul’dan yayan olarak hareket edildiği zaman doğuda ve batıda ulaşabileceği nihai alandır. Fakat Meclis-i Mebusan ’ın üzerine yemin ettiği Misak-ı Millî ne Cezayir’i, ne Mısır’ı kapsar, ne de Irak ve Suriye’yi. Misak-ı Millî’nin Batı sınırı Selânik’ten başlar Varna’ya kadar uzanır. I. Cihan Harbi sonunda ortaya atılan Wilson Prensipleri ’nin Wilson’un bizzat kendisinden bağımsız olarak lehimize yorumlanmasıdır bu. Batı sınırından Türk hâkimiyeti denilince kolonyal bir hegemonyadan bahsedilmediğini, I. Cihan Harbi’nden mağlup çıktığı iddia edilen Türklerin yeterince İslamlaşmamış topraklarda gözü olmadığını anlarız. Türk milleti olarak yüzyıllar boyunca sebat ettiğimiz şey İslamlaşmadan başka bir şey değil.

İstanbul’un fethi Hıristiyanlığın baş şehri olarak kabul edilen yerin Hıristiyanların elinden alınıp, İslâm’a açılması, Müslümanların eline geçmesi demekti. Müslümanlar ne yaptıklarının bilincindeydi. Fetihten sonra şehirdeki her yükseltiye bir cami inşa ederek bu yörenin dünya tarihini değiştirdiğini insanlığa muştuladılar. Artık şehre ister denizden, isterse karadan yanaşılsın ilk görülen şey kubbe ve minareydi. Kısa zamanda İslâm’ın en muteber yerinin artık Şam-Bağdat hattı değil, İstanbul olduğu kabul gördü. Araplar halen özenilmeğe değer her nesneye “İstanbulî” demektedirler. Türk yazısı Türklerin elinde olgunlaştı. Bugün dünyada yayıncılık alanında geçerli “rika” yazısı Türklerin İslâm dünyasına hediyesidir.

İstiklâl Marşı Derneği’nin Adana şubesinin açılması dolayısıyla andığım şehre gittiğimde şubenin açılmasına ön ayak olan gençlerden biri bana şu hikâyeyi anlattı: Adana’nın bir köyünde, İstiklâl Harbi sırasında kendi köylerinin bütün yetişkin erkekleri silahlanıp dağa çıkmışlar. Kadınları ve çocukları köyün camisine, tabir caizse “doldurmuşlar”. Geride, köyde bıraktıkları tek erkeğe verdikleri talimat şuymuş: “Eğer köye gâvur askerlerinin girdiğini görecek olursan camiyi ateşe vereceksin!” Hikâyeyi bana nakleden genç bunu niçin yaptı? İnsanlarımızın bir zamanlar ne ölçüde acımasız olduklarını göstermek için! Evet, millet hayatı itibariyle aldığımız yara böylesine derindir. Karılarının ve çocuklarının namusu uğruna savaşmayı görev bilenler lâyık oldukları yere gitmişler; onların yerini namus konusundaki hassasiyeti acımasızlık diye anlayanlar almıştır.

Siyaset sahnesine göz attığımızda sebatın ve metanetin geride kaldığını görüyoruz. Bunun tek sebebi Türk milletinin varlığına olan duyarsızlıktır. Türk milletinin varlığı oynanan tarihi rolün cesametinden anlaşılır. Türk hâkimiyetinin cesametini Osmanlı Devleti’nin bir “Duraklama Devri” geçirdiği adlandırmasından fark edebiliriz. Tarih boyunca devletlerin bir yükseliş, bir çöküş dönemi vardır. Söz sırası Osmanlı Devleti’ne gelince bu ikisi arasında uzunca bir duraklama devri olduğu uydurması karşımıza çıkıyor. Niçin? Çünkü Türk hâkimiyetinde reayayı ve onun bir parçası olan berayayı himayesine alan bir merkezi otorite var. Bu yüzden hassaten bilhassa berayanın dilinde “Allah devlete zeval vermesin” ibaresi yer alıyor ve İslâm beldesinde yükseliş yerini hemen çöküşe bırakmıyor. Oysaki Batı’da kentsoylu sınıfın semirmesine ve dünya hâkimiyetine yol açan şey feodalizmin modern hayata uyarlanmış hali olan müstemlekeciliktir. Görünüşte ABD’nin müstemlekeci olmadığı hususunda bir yanılsama var. Bunun sebebi Yeni Dünya’daki Britanya kolonisinin bağımsızlık kazandığı günlerde Avrupalıların dünyayı çoktan paylaşmış olmalarıdır.

Amerikalılar dünyayı yağmalamak için müstemlekecileri çaresiz bırakacak her yolu denedi. Bu yolların başında Britanya, Fransız ve diğer birçok Avrupa ülkelerinin hükmü altına düşmüş Müslüman halkı siyasi bağımsızlık tuzağına çekmek vardı. “Bağımsızlık tuzağı” ibaresi tuhafınıza gidebilir. Çünkü bütün dünya halkları tahsilini müstemlekeci anlayışın kurduğu çatı altında yaptı. Türk istiklâli tuzağın tesirsiz hale düşürülmesiyle sağlandı. Eğer bunu tarihin bir lâhzasında gerçekleştirdiysek yeniden gerçekleştirebileceğiz demektir. Zihnimizi sebat ve metanet hususunda berraklaşmağa zorlayalım. O zaman zorla güzelliğin olduğunu pekala göreceğiz.

İsmet Özel, 8 Zilhicce 1446 (4 Haziran 2025)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.