Genel Başkanımızın Skytürk360 Televizyonundaki Konuşmasının Tam Metni

TÜRKİYE’Yİ HARİTADAN SİLMEK İÇİN ZAMAN KAZANMAYA ÇALIŞIYORLAR!

İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı Şair İsmet Özel, 4 Mart akşamı SKYTÜRK  360 Kanalı’nda yayınlanan “Şimdi Söz Sizde” programında Hilmi Hacaloğlu’nun konuğuydu. İşte programın tam metni:

Hilmi Hacaloğlu: İyi akşamlar efendim, Türkiye’nin interaktif tartışma programı “Şimdi Söz Sizde”ye hoş geldiniz! Ben Hilmi Hacaloğlu. Kasım ayında yaptığımız programda İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı, Şair İsmet Özel’i konuk etmiştik. Programın tadı damağımızda kalmıştı ve o programda da konuşmuştuk, bunu bir kez daha tekrar edelim, diye. Bugün İsmet Özel yeniden stüdyo konuğumuz. Hoş geldiniz.

İsmet Özel: Hoş bulduk efendim. 

Hilmi Hacaloğlu: Aslında Çarşamba günü sizinle bir program yapmayı planlıyorduk ama “Yükselen Ruh: İstiklâl Marşı ve Anayasa Belgeseli”ni gösterecek olduğunuz için programı bugüne almak zorunda kaldık. Belgeseli de hakikaten merak ediyorum bu arada, nasıl bir şeymiş? Türkiye ilginç bir dönemden geçiyor. O günlerde de konuştuğumuz Türklük meselesi ön plandaydı ama bugünlerde Kürt sorununda ya da Kürt sorunun çözümü noktasında ciddi ilerlemeler kaydedildiğine dair ümitvar söylemler dillerde dolaşıyor. Geçtiğimiz hafta İmralı adasında Abdullah Öcalan ile bir görüşme yapıldı ve bu görüşme Milliyet’te Namık Durukan tarafından haberleştirildi. İki sayfalık bir görüşme zaptı yayınlandı. O zabıt çok tartışma kopardı. Birileri itiraz etti. Başbakan’ın da eleştirel sözleri var. Basını ciddi şekilde eleştirdi bundan mütevellit. Fakat orada hakikaten ben bir gazeteci olarak baktığımda ciddi bir hazine yatıyor. En önemli noktalarından bir tanesi Öcalan’ın vatandaşlık tanımıydı. Sırrı Süreyya’ya dönerek şöyle bir ifade kullanıyor: “Özgür iradesi ile Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılığını ifade eden her birey Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.” şeklinde anayasanın bu şekilde düzenlenmesi gerektiğini söylüyor ve ekliyor, şöyle diyor: “Burası Türkiye Cumhuriyeti olmayabilir sadece Türkiye’de olabilir. Ulus aidiyetiyle devlet aidiyetini karıştırmayın; bunu CHP ve MHP dedirtiyor. Sizin Türk ulusçuluğu dediğiniz Faşist bir örgütlenmedir, alet olamayız.” diyor. Sizin de anayasa konusunda bu belgeselde de görüleceği üzere birtakım itirazlarınız ve rezervleriniz var. Olması gerektiği şekli, bir şekilde söylüyorsunuz. Bu açıklamaya, bu tanımlamaya bakarak neler söylersiniz İsmet Bey?

İsmet Özel: Yani Kürt meselesinin çözümü için anayasada Türkiye Cumhuriyeti’nin tebaasının Türk vatandaşı olarak tespit edilmesi, böyle adlandırılması ve herhangi bir etnik kimliğin zikredilmemesi sayılıyor. Kürt meselesi böylece çözülmüş olacak, öyle mi?

Hilmi Hacaloğlu: Kürt meselesi çözülmüş olmayacak. Ama anayasa ortada işte o “Türk ulusu” ibaresinin kaldırılması çok tartışılıyor. Yani Kürtler “Biz de varız. Biz Türklerin içinde değiliz.” … Dolayısıyla bir formül arayışı var, herkesin bir şekilde bir formül arayışı var ve Öcalan’ın ağzından uygun formülün bu şekilde olacağı… Nedir formül?  “Özgür iradesi ile Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılığını ifade eden her birey Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.” şeklinde bir formülasyonu var kendisinin.

İsmet Özel: Yani bu zaten olan bir şey değil mi? Yani Türkiye’de vatandaşlık bağı diye bir şey var. Türkiye’de yaşayan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Bunun ekstradan bir… Ne netleştirilecek yani? Anlamadım ben bunu.

Hilmi Hacaloğlu: Sırrı Süreyya diyor ki orada “Kandil’den Kürt etnisitesinin de bu anayasada vurgulanması gerektiğine dair bilgiler var, bize böyle bilgiler geliyor. Ne diyorsunuz?” diyor. O da buna karşılık “Hayır, etnik meseleleri burada zikretmemek gerekir.” diyor ve bu şekilde bir formülasyonla Kürtleri belki mutlu edecek ama Türkleri kırmayacak bir formül olduğunu söylüyor. Yani şöyle diyor: “Millet; Arap’ı, Türk’ü, Kürt’ü kapsar ama millet-i hâkime değil.” diyor. “Türk ulusçuluğu Türkiye’nin %10’unu bile kapsamaz.” diye de ekliyor.

İsmet Özel: Yani bir çözüm… Bir kere bir problem var mı, diye bakmak lazım.

Hilmi Hacaloğlu: Problem yok mu?

İsmet Özel: Problem var mı? İşler anlaşılmaz hâle geldi. İnsanlar Türk bayrağı dışında bir bayrak yükseltmeye çalışmıyorlar mı? Bu, anayasa düzenlemesiyle halledilecek bir şeyse bütün bu işler şimdiye kadar niye oldu? Bu bir anayasa maddesinin düzenlenmesiyle düze çıkacak bir şey idiyse bugüne kadar olan biten şeyler niye oldu? Ve Türkiye’nin bu hadise sebebiyle uğradığı zararların telafisini kimden bekleyeceğiz? Ya da Türkiye zarara uğramış mıdır, uğramamış mıdır? Türkiye’nin mevcudiyeti tehdit altında mıdır? Bunlar cevaplandırılmamış sorular bence.

Hilmi Hacaloğlu: Peki Türkiye’nin mevcudiyeti tehdit altında mı? Baktığınız zaman siz nasıl görüyorsunuz?

İsmet Özel: Bence Türkiye’nin haritadan silinmesi için; Türkiye’nin haritadan silinmesine, silinmesi sonucuna varılması lehine birileri zaman kazanmak istiyor.

Hilmi Hacaloğlu: Birileri derken kimi kast ediyorsunuz?

İsmet Özel: Birileri derken, Türkiye’nin var olmasına başında itiraz edenleri kast ediyorum.

Hilmi Hacaloğlu: Burada şöyle bir şey söylüyor Öcalan: “Anadolu İslamlaştıktan sonra bin yıllık bir Hıristiyanlık öfkesi var. Rum, Ermeni, Yahudi Anadolu’da hak iddia eder. Laiklik, milliyetçilik kisvesinde elde ettiklerini kaybetmek istemiyorlar.” diyor. Sizin birileri ile Öcalan’ın kast ettiği birileri aynı kişiler olabilir mi? Bu açıklamaları, Kürt sorunun çözümü için çaba sarf eden çok sayıda Rum’u, Ermeni’yi, Yahudi’yi de rahatsız etti. Onlar da bu sözlerin çok demokratik olmadığını söyleyerek ona yönelik ciddi eleştiriler getirdiler.

İsmet Özel: Baştan meseleyi doğru koymak lazım. Bir kere Türkiye niçin var bunu anlamak lazım. Türkiye Cumhuriyeti niçin var? Türkiye Cumhuriyeti, bir Kürdistan olmadığı için var. Bir Ermenistan olmadığı için var. Büyük Yunanistan kurulmadığı için var.

Hilmi Hacaloğlu: Sevr olmadığı için var.

İsmet Özel: Tabi, Sevr’in geçersiz olması, Lozan Anlaşması’na ulaşılması Türkiye Cumhuriyeti’nin temelidir. Bunu es geçerek hiçbir şey anlayamayız.

Hilmi Hacaloğlu: Yani bunu zaten ilkokuldan beri bildiğimiz bir şey değil mi bu?

İsmet Özel: Nasıl?

Hilmi Hacaloğlu:  İşte Sevr vardı. Sevr’de Kürdistan, Ermenistan, Pontus Cumhuriyeti… Batı taraflar Büyük Yunanistan’ın parçasıydı. Türk’te, ortadaki Orta Anadolu’ya hapsedilmişti. Aslında İstiklâl Harbi, Kuvva-i Milliye hareketi buna karşı yapılmış bir yeniden varoluş hareketi, bir savunma hareketiydi.

İsmet Özel: Tamam, böyle bir şey yapıldı. Türkiye Cumhuriyeti aynı zamanda Türk milletinin inisiyatifini körelten bir sonuçtur.  

Hilmi Hacaloğlu:  Türkiye Cumhuriyeti aynı zamanda Türk milletinin inisiyatifini körelten bir sonuçtur?

İsmet Özel: Tabii ki.

Hilmi Hacaloğlu:  Ama Türkiye Cumhuriyeti’ni Türk milleti ortaya çıkarmadı mı? Yani Türk ulusu diye bir şey ondan sonra tarihe…

İsmet Özel: Ulus dediğiniz zaman saçma sapan bir şey söylemiş oluyorsunuz. Millet dediğiniz zaman aynı şey değil. Türk milleti…

Hilmi Hacaloğlu: 1876 Kanun-i Esasî’ye baktım orada herhangi bir şey tanımlanmıyor. Osmanlı denerek bütün o meseleyi halletmiş durumdalar. Türk milleti esasında daha sonra tezahür eden, daha sonra dile getirilen bir şey hâline gelmiyor mu?

İsmet Özel: Tabii ki. Meselenin aslı tamamen dine ait bir şeydir. İslamiyet yayılmaya başladıktan sonra bugün en geniş sahalarında yani Abbasiler devrinde bugün bizim yaşadığımız yerleri kapsamıyor. 1071 sonrasıdır bugün bizim vatan bildiğimiz yerlerin darülislam haline gelmesi.  

Hilmi Hacaloğlu: Daha önce darülharpti, Hristiyan hâkimiyetindeydi.   

İsmet Özel: Bizans İmparatorluğunun hâkim olduğu bir alandı, bugün Türkiye Cumhuriyeti diye bildiğimiz yer. Dolayısıyla bu yerin Türk vatanı olması, aynı zamanda darülislam olması manasına gelir.  

Hilmi Hacaloğlu: Darülislamdı ama 1071’den sonra Anadolu’ya, Büyük Selçuklularla, Alparslan’la girdikten sonra ama burada yerel Ermeniler, Rumlar, bu topraklarda Süryaniler, Keldaniler vs. bu toprakta varlar. Yani o zaman bunlar da Türk’ün içine mi giriyor sizin tarifinize göre?

İsmet Özel: Bunların bir kısmı ihtida ettiler zaten. Türkiye halkı ihtida eden Ermenilerin, Rumların vesair unsurların oluşturduğu bir şeydi. Türk milleti dediğimiz şey genetik bir yapıya sahip olduğu için Türk diye adlandırılan insanlar değillerdi bunlar.  

Hilmi Hacaloğlu: Şunu söylüyorsunuz: Bazı Rumlar ve Ermeniler, sonradan Müslümanlaştılar.

İsmet Özel: Bazı Rumlar ve Ermeniler değil, birçok Rumlar ve Ermeniler… Danişmentoğulları diye bildiğimiz gaza beyliği mesela ihtida etmiş bir Ermeni ailenin kurmuş olduğu beylikti. Onun için, bu topraklarda, ilk öğrenmemiz gereken şey Türkiye’nin Türkler tarafından yapıldığı, Türk dediğimiz şeyin de Türkiye’nin ortaya çıkardığıdır.  

Hilmi Hacaloğlu: Türkçülük meselesinde 20. yüzyılın başlarında mesela Mohiz Kohen, sonradan Munis Tekin Alp adını alıyor. 1909’da Siyonizm Kongresi’ne katılıyor. Orada Yahudilerin Osmanlı topraklarında çeşitli yerlere gönderilmesini savunuyor. Theodor Herzl’in Filistin’e gidelim, Kudüs’e yerleşelim fikrini eleştirerek burada birçok yere dağılalım diyor. Sonra Türkçülüğün bayraktarlığını yapıyor. Sonra Yahudi kökenli olmasına rağmen ciddi bir Türkçü olarak biz onu eserleriyle görüyoruz.  

İsmet Özel: Ziya Gökalp Türk kanı taşıyan birisi mi?

Hilmi Hacaloğlu: Ziya Gökalp’in de Kürt olduğunu biliyorum.

İsmet Özel: Zaza da derler ama Yahudi olmadığını hiç kimse ispat edemez.  

Hilmi Hacaloğlu: Mesela Yusuf Akçura ve Zeki Velidi de Kafkas kökenli, yanılıyor muyum? Fakat bunların hepsi o dönemde Türkçülüğün bayraktarlığını ve tanımlayanlar insanlar. Aklıma şöyle bir soru geliyor: Türkçüler Türk mü, değil mi?  

İsmet Özel: Türkçülerin neyi ideal olarak gördüklerine bakmak lazım. Ziya Gökalp ne diyor: “Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan / Vatan Büyük ve müebbet bir ülkedir Turan” falan… Onlar için başka bir dava söz konusu ve bugün bizim bir millet olarak birlikte beklememiz gereken emellerin dışında bir şey bu.  

Hilmi Hacaloğlu:  Çünkü siz diyorsunuz ki “Namaz kılmayan Türk, Türk değildir.” Dolayısıyla Tekin Alp namaz kılıyor muydu, kılmıyor muydu; o da kafa karıştırıcı bir şey.

İsmet Özel: Öyle bir şey yaptılar…

Hilmi Hacaloğlu: Ne yaptılar?

İsmet Özel: İslâm’dan ayrı bir Türklük icat etmeye çalıştılar. Dünya şartları bunu yapmaya o zaman müsaitti çünkü. Araplar, Batı medeniyetiyle pazarlıklarını bitirmişlerdi. Dolayısıyla Türkleri İslamî kimlik dışında bir yere hapsetmek o zamanki politikada müsait bir şeydi. Hatta o zaman Cumhuriyet’in arifesinde, İstiklâl Harbi’nin arifesinde Türkçü ve Komünist çok iç içe girmiş şeylerdi.  

Hilmi Hacaloğlu: Peki o zaman İstiklâl Harbi’ni kimler verdi?

İsmet Özel: Bu program pek canlı gitmiyor değil mi?

Hilmi Hacaloğlu: Bence çok canlı gidiyor. Mesela siz şöyle bir şey söylüyorsunuz: “Türkiye’de İstiklâl Harbi’ni kaybedenler bir an pes etmedi, kazananlar bir an söz sahibi olmadı.” Kim bu pes etmeyenler, kim bu söz sahibi olmayanlar?

İsmet Özel: Biraz geriye gitmemiz lazım. İstiklâl Harbi’nden önce Birinci Dünya Savaşı yaşandı. Birinci Dünya Savaşı’nda bütün gücümüzü ortaya koyduk, yok olmamak için. Dikkat ederseniz halkın bu savaşa verdiği isim “Seferberlik”tir. Biz milletçe tarihten tard edilmemek için seferber olduk. Fakat muvaffak olamadık. Birinci Dünya Savaşı’nı çıkaranlar savaşın altı ay süreceğini düşünüyorlar. !914’te başladı, 1915’te biter diye düşünüyorlardı.

Hilmi Hacaloğlu: Çanakkale Savaşı burada önemli.

İsmet Özel: Evet… Çanakkale Savaşı, savaşın uzamasına sebep oldu. Fakat bu arada Ka’be’yi, Mekke’yi ele geçirmek için 1916’yı beklemeleri gerekecekti. Fahrettin Paşa, Medine’yi teslim etmediği için 1917’yi beklemeleri gerekecekti. 1917’deyse ise Rusya’da ihtilal çıkmış ve ABD de savaşa girmişti. 1915’te bitmesi beklenen savaş 1917’de ABD’nin savaşa girmesiyle devam etti ve biz Mekke ve Medine’yi kaybettikten sonra savaş bitti. Bizim Türk olarak bayrağımız oralardan indirildi, oralardan yok edildi. Biz artık bütün gücümüzü kaybetmiş insanlar olarak ne yapacağımızı şaşırmış haldeydik. Dolayısıyla 1919’da Yunanlıların İzmir’e çıkışıyla başlayan şey, bizim Maraş’ta Urfa’da Antep’te verdiğimiz mücadeleyle nereye varacağımızdan endişe eden insanların duruma el koymalarıyla şekillendi. Çerkez Ethem’e ki- Çerkez Ethem’e Çerkez Ethem adını veren İsmet İnönü’dür. O zaman soyadı İnönü değildi, soyadı kanunu çıkmamıştı, İsmet Paşa’dır- Ethem Bey diye bilenen kişidir. Ona Çerkez Ethem diyerek bir şekilde Türk olmadığını vurgulamaya çalıştılar. Çerkez Ethem’e Ankara yetkilisi bundan sonra çete muharebesi olmayacağı, bütün hareketin düzenli ordu tarafından yürütüleceği haberini getirdiği zaman Çerkez Ethem’in verdiği tepki şudur: “Bu saatten sonra benim gözümde Ankara ve Atina arasında fark kalmamıştır.” Bu şu demek: Dünyada siyasî bir oyun oynanıyor. Bu siyasî oyun, doğrudan doğruya sermaye hâkimiyetinin düzenlediği bir oyun. O sırada Dünya Sistemi’nin başında Britanya var. Dünya Sistemi’nin merkezi Londra. Ve Londra toprakların Türkiye veya savaş sonrası İngiliz topraklarının kendi lehine yeniden tertip edilmesi politikası güdüyor. Bunu Ankara’nın mı daha iyi yapabileceği, Atina’nın mı daha iyi yapacağı o sırada Britanya parlamentosunda tartışma konusu. 

Hilmi Hacaloğlu: Uluslararası çıkarları kim daha iyi temsil edecek?  

İsmet Özel: O sırada Dünya Sistemi’nin çıkarlarını… Dünya Sistemi adına toprakları kim kontrol altında tutacak? Bu mesele önemli olduğu için, bu mesele baskın çıktığı için Ermeniler zaten bir şekilde 1915’te büyük ölçüde devre dışı bırakılmıştı. Yunanlılar da bu hareketle devre dışı bırakıldılar. Dünya sistemini temsil etmek Ankara’nın payına düştü.

Hilmi Hacaloğlu: Ankara aslında İngilizci mi oldu?

İsmet Özel: İngilizci meselesi değil bu. Savaşı galip olarak bitiren güç, Birinci Dünya Savaşı’nın galibi olan güç, dünyada kendi adına idareyi omuzlayacak unsurlar türetti. Bunlardan bir tanesi de Sovyetler Birliği’ydi. Sovyetler Birliği de kontrol altında olma şartıyla doğmuş bir şeydi.

Hilmi Hacaloğlu: İç güçlerin doğurmadığı dış dinamiklerle kurulan bir devlet olduğunu söylüyorsunuz yani.  

İsmet Özel: Bütün devletler o zaman öyleydi. İtalyan Faşizmi’nin de, Alman Nasyonal Sosyalizmi’nin de arkasında o toprakların yeniden sermaye tarafından yutulmasına hazır hale getirilmesi vardı. O kadar uzun sürmesine rağmen Sovyet Rusya’nın hâline bakın yani.

Hilmi Hacaloğlu: Ben burada Türkiye Cumhuriyeti’nin durumunu merak ediyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin önder kadroları bu işin farkında olarak mı o çıkarların temsilcisi olmaya soyundular yoksa farkında olmadan bir şekilde oraya doğru yöneldiler. Karşılıklı bir sözleşme mi vardı ya da zımnî…

İsmet Özel: Türkiye’de bir devlet kurulması için bazı şartlar vardı: Bunlardan bir tanesi Türk milletini İslâm kültüründen koparmaktı. “Bunu yaparsanız ancak buraları size bırakırız” ya da “Sizin sözünüz buralarda ancak bu şekilde geçer” şeklinde bir dayatma vardı. Türkiye Panislamist olmayacaktı, Pantürkist olmayacaktı. Çünkü Yeşil Enternasyonal vardı ve Çerkez Ethem de Yeşil Enternasyonal’le irtibatlı biriydi. Bolşeviklerle de kenetlenilmeyecekti.

Hilmi Hacaloğlu: “Yurtta sulh, cihanda sulh.”u bu şekilde tarif ediyorsunuz.

İsmet Özel: Tabii ki. Dünyada bir düzen var ve bu düzenin bir şubesi de Türkiye. Yani Türkiye, Dünya Sistemi’ne sanayie yardım eden tarım ürünleri dolayısıyla endekslenmiş, entegre olmuş bir birim olarak kondu. Onun için uzun zaman Kürt meselesi diye bir şey yoktu. Ama Kürtlerin de asimile olmalarına mani olan yine Batı’ydı. Çünkü Ankara’ya karşı Kürtlerin kullanılması da Batı’nın elindeki bir kozdu.

Hilmi Hacaloğlu:  Şeyh Sait İsyanı’nı kast ediyorsunuz galiba.

İsmet Özel: Sadece Şeyh Sait İsyanı değil, bütün hadiseler.  

PKK’YA YAPTIRILMIŞ OLAN İŞ KÜRT MEDRESELERİNİN DAĞITILMASIDIR

Hilmi Hacaloğlu:  Şöyle bir şey söyledi Öcalan: “Kürtler dindardır. İlk dönemlerde namaz kılıyordum. Otuz sure ezberlemiştim. Köyün imamı Müslim Hoca ‘Sen böyle gidersen uçarsın’ diyordu. Kimse kusura bakmasın, ben İslâm’a sol jargonla bakmam. Kürt halkının dini inancı kuvvetlidir. 1969’da Kısakürek’in bir toplantısına gittim.“ Şimdi siz şöyle diyorsunuz: Cumhuriyet’in kurucu kadrosu Batı’yla yaptıkları pazarlıklarda Türk halkını İslâm’dan uzaklaştırmak konusunda ona bir mesafe koymak konusunda güvence verdiler ya da o şekilde devam ettiler. Öcalan’ın bu cümlelerini nereye oturtuyorsunuz o zaman? Yani burada bir ortaklık var gibi geliyor bana.

İsmet Özel: Kürtler, hiçbir zaman büyük İslâm beraberliğinin dışında kendilerini düşünmediler. Müslüman olanları tabi… Çünkü Hıristiyan, Yahudi olan Kürtler de var.

Hilmi Hacaloğlu: Yahudi Kürtler de var?

İsmet Özel: Tabii ki!

Hilmi Hacaloğlu: Türkiye’de var mı?

İsmet Özel: Herkes biliyor. Bunun uzmanı ben değilim. Hıristiyan Kürtlere itiraz etmiyorsunuz da Yahudi Kürtler mi şaşırtıyor sizi?

Hilmi Hacaloğlu:  Yok, yok! Hani Yahudiler, anadan geçme oluyor ya!

İsmet Özel: Onların kendi aralarında bir mesele var. Yani İsa’dan sonra 4. asırda kendi aralarında kenetlenmenin, kaynaşmanın olduğuna dair kendi inançları var. Nerede kalmıştık?

Hilmi Hacaloğlu:  Kürtler Müslümandır diyordunuz.  

İsmet Özel: Kürtler hiçbir zaman kendilerini İslâm bütününden ayrı düşürmediler. PKK’nın yaptığı iş ya da PKK’ya yaptırılan iş, Kürtlerin bütünle entegrasyonu devam ettirmek için kullandıkları en önemli enstrümanı yok etmektir. Kürt medreselerini yok etti PKK. Öcalan böyle dindarlıktan falan bahsediyor. Fakat bütün PKK hareketi, otuz seneye varan yol boyunca -bunu yaşayan herkes biliyor- medreselerin dağılmalarına sebep oldu. Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki medreseler, anadili Kırmançi olan insanların veya Zazaca olan insanların düzgün Türkçe konuşmalarına – Arapça öğrenmeleri, Kur’an okumaları sebebiyle- açılan yoldu. Çünkü Türkçe hem mana itibariyle hem form itibariyle Kur’an-ı Kerim’in takibinden doğan bir dil olduğu için…

Hilmi Hacaloğlu:  Kur’an-ı Kerim’in takibinden doğan bir dildir Türkçe? Türkçe, Kur’an-ı Kerim’den çok önce yani olan bir dil…

İsmet Özel: …sanıyorsunuz siz. Mümkün değil. Orhun Yazıtları bile Kur’an nazil olduktan sonra dikilmiştir.  

Hilmi Hacaloğlu:  Türkçe, Kur’an’ı daha rahat takip edebilmek için çıkmış bir dil diyordunuz…

İsmet ÖZEL: Hayır, hayır Kur’an’ı takip eden bir dil. Yani Kur’an’dan öğrendikleriyle insanlar günlük hayatlarını düzenleyen bir dili benimsediler. Türkçe günlük hayatın alelade münasebetlerinden doğmuş bir dil değildir. Kuran’ı Kerim’den çıkma bir dildir.

TEMEL MESELE TÜRKİYE’NİN BİR GELECEĞİ OLUP OLMADIĞIDIR

Hilmi Hacaloğlu:  (“Amentü” şiirinden bir bölüm okuyor.) Türkçe ezana” hala karşı mısınız?

İsmet ÖZEL: Şimdi bu ezan Türkçülerin marifeti, Ziya Gökalp’in “Camilerinde Türkçe ezan okunur” falan filan diye Türk yurdunu tarif edişi vardır. 14 Mayıs 1950 akşamı seçimi Demokrat Parti’nin kazandığı anlaşılır anlaşılmaz bütün minarelerden “Allahu Ekber Allahu ekber” sesleri duyuldu. “Tanrı Uludur” duyulmadı.  Ben şahit olamadım, altı yaşındaydım. Neyin ne olduğundan haberim yoktu.  DP ezanın aslına uygun okunması konusunda gevşeklik gösterdi . Hatta Celal Bayar bu işi yürütenlerden birisiydi. Fakat Adnan Menderes “Halka söz verdik ezanı koruyacağımıza dair” diyerek bu konuda ısrar etti. Gene onların işi savsaklamaları üzerine başvekillikten istifa edip bir uçakla, üstelik Ankara’da da kalmadı, Mersin’e gitti. Yani “Eğer Ankara’da kalırsam istifamı geri alırlar” diye. Başvekili Mersin’den geri Ankara’ya getirebilmek için kanun teklifi verildi mecliste. Yani bu iş o kadar kolay olan bir şey değildi. Yani devlet attığı adımdan geri dönmek istemedi. Ama biz bunu bilmiyorduk, biz bunu 1980’den sonra öğrendik. Bunu ancak ondan sonra açık ettiler. Yani Menderes asıldıktan çok sonra.

Hilmi Hacaloğlu:  Yani siz Türkçe ezanın da İslamiyet’le bağın koparılması konusunda bir uygulama olduğunu söylüyorsunuz.

İsmet ÖZEL: Sayın Hacaloğlu, ne konuşursak konuşalım, Türkiye’nin bir geleceği olup olmadığı meselesine bir cevap sağlamak gerekiyor. Yani Türkiye büyük bir hamle yapacak hazırlığa başlamadığı takdirde haritadan silinecek. İmralı mimralı… Bunlar saçma sapan şeyler. Abdullah Öcalan’ı Türk kolluk güçleri mi yakaladı? Abdullah Öcalan, Adalet Bakanlığı’na bağlı, çok da işe yarayan hatta para getiren bir adayı işgal ederek yaşıyor bu ülkede. Yani Abdullah Öcalan oraya hapsedilmeden önce İmralı açık cezaeviydi.  İyi hal gösteren mahkûmlar ve tahliyesine üç ay kalan mahkumlar giderler orada kalırlar, üretim yaparlardı ve bunların iki tane mağazası vardı Mısır Çarşısı’nda. Birisi gıda malzemeleri satardı, birisi kundura, dokuma gibi şeyler satardı. Bunlar devletin mağazasıydı. Yani İmralı’da üretilen şeylerin satıldığı mağazalardı. Yani biz bunlardan vazgeçtik, sırf Öcalan’a bir malikâne tesis etmek için. Yani bu böyle bir şey. Napolyon’un adası gibi bir şey.  O’nun kaçıp örgütünün başına geçmesi gibi bir şey vaki olmadı. Ama belki bu görüşmelerden sonra bu mümkün olacak ve işte bu bütün konuştuğumuz şeyler de belki onun siyasi yıldızını parlatacak. Öcalan yakalanır yakalanmaz hemen asılıp asılmayacağı konuşulmaya başlandı. Ben o sırada Milli Gazete’de yazılar yazıyordum ve “Siz hiç asılmış bir adam gördünüz mü?” başlıklı bir yazı yazdım. Ben görmüştüm çünkü. Ben Abdullah Öcalan’ın asılmasının, işin tamamen yanlış bir mecraya sokulması manasına geleceğini savunanlardandım. İdamına karşı çıktım. Çünkü bu tuhaf bir şeydir. Yani biz yüz yıllar boyunca garip bir şekilde zihni çarpıtılmış insanlar olarak yaşıyoruz. İdam cezası İslam’da kelle koparılarak yapılır. Adam asmak ve adam yakmak kiliseye mahsus bir cezadır. Çünkü kendilerine göre kilise kan dökmez. Kan çıkarmayarak idam eden bir yolu tutarlar onlar.

Hilmi Hacaloğlu:  Osmanlı’da da sultanlar ve veliahtlar kan çıkmadan öldürülüyordu.

İsmet ÖZEL: Orada da zaten komplo bir düzen söz konusu. Zaten Osmanlı’nın Bizans’tan neler devraldığını da hesaba katmamız lazım. Şimdi Türkiye’nin ne olacağını düşünmemiz lazım. Yani insanlar Kürt meselesi dolayısıyla Türkiye’nin bölünmesinden bahsediyorlar. Türkiye hiçbir zaman bölünmeyecek. Türkiye’nin eğer başına bir şey gelirse bu ilk önce batıdan en büyük parçanın kopması ve Yunanistan’la birleşmesi olacaktır. 

Hilmi Hacaloğlu:  Bu nasıl olabilir?

İsmet ÖZEL: Finansbank, reklamlarını “Bizce mümkün!” diye yapıyor. “Bizce mümkün!” diyor onlar. Onlara göre mümkün. Ve imkânsız değil tabii ki. Türkiye düşmanlarının tamamı Dünya Sistemi’nin ajanlarıdır. Yani bugün dünyada mali hâkimiyete dayalı bir sulta var. Ve bu sulta bir işini iyi görebilmek için yeni düzenlemeler arıyor. Bu düzenlemeler arasında işte Arap Baharı’ndan Türkiye’nin de haritadan silinmesine kadar giden şeyler var. Türkiye 1918’de haritadan silinmek üzereydi. Yani Türkiye Cumhuriyeti bizim Tanzimat’la kaybettiğimizin geri alınması suretiyle şekillendirilebildi. Biz Tanzimat Fermanı’yla dini üstünlüğümüzü kaybetmiştik. Türkiye Cumhuriyeti ise “Türkiye Cumhuriyeti’nin dini din-i İslam’dır” şekliyle başladı işe.

Hilmi Hacaloğlu:   Modern devletlerde bir dinin bir dine üstünlüğünden bahsedilebilir mi?

İsmet ÖZEL: Üstünlükten bahsetmiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin dini din-i İslam’dır yazıyor. İsveç modern bir devlet midir? Evet. İsveç de laik olmayan bir devlettir. Yani İsveç’te devletin resmi dini vardır. Ve gerçekten İsveç devletine mensup iseniz o dine de mensup olursunuz.

Hilmi Hacaloğlu:   Yani siz İstiklâl Savaşı modern Türkiye için yapılmış bir şey mi diyorsunuz?

İsmet ÖZEL: Hayır, hayır. İstiklâl Harbi Türk İstiklâli için yapılmış bir savaş. Yani Sevr anlaşması hatır için bir parça bırakıyor Osmanlı Devleti’ne. O Türkiye değil. O Osmanlı devleti,  bırakılan küçük yer. Orta Anadolu’da. Ama bu kefeni yırtmak şeklinde değil. Biz İstiklal Harbini vermekle sıfırla bir arasında bir tercih yaptık. Yani ya hiç olmayacaktık ya da olacaktık. Dolayısıyla biz cumhuriyetin ilanıyla beraber bir vatan sahibi olma kazancını çok büyük bir kazanç saydık ondan sonra inkîlapların tepki uyandırmaması bu kazançların büyüklüğü sebebiyledir. Yani bir Türkiye’miz vardı ve bu Türkiye’nin nasıl bir yer olduğu o kadar önemli değildi. Ama şimdi bizim Türkiye’yi devam ettirmek için mutlaka dünya sisteminin Türkiye’ye dayattığı şeylerden uzak durmamız gerekiyor. Dünyada kendi başının çaresine bakmış hangi milleti hangi devleti görürseniz görün onların kendilerine dayatılanın dışında bir şey başardıklarını görürsünüz.

Hilmi Hacaloğlu: (Yugoslavya örneğini vererek) Uzlaşmayla dayatmaya karşı koymak mümkün değil mi? Kavga ederek başının çaresine bakmak şart mıdır?

İsmet ÖZEL: Şimdi Yugoslavya uluslararası uzlaşma sonucu doğmuş bir ülkedir. Yani Yugoslavya bileğinin hakkıyla bir devlet olmuş bir bölge değildir. Zaten adı da güney Slavları demektir. Böyle bir şey. Yugoslavya bu yapay birliğini muhafaza edebilmek için çok büyük gayret sarf etti. Yugoslav çocukları ilk tahsillerini tamamladıktan sonra başarılı olanlara bütün Yugoslavya’yı gezdirirlerdi, burası sizin memleketiniz diye. Yugoslavlar Tito öldükten sonra biz enti püften bir millet değiliz tezini ispatlamak için çok başarılı bir kış olimpiyatları tertip etti. Bütün bunlara rağmen Yugoslavya varlığını devam ettiremedi. Çünkü dediğim gibi Yugoslavya bir milletin hakkını korumak üzere işi başarıya götürdüğü bir organizasyona sahip değil. Belki İkinci Dünya Savaşı sırasında verilen partizan savaşı onların Sovyetler’in çöküşüne kadar yaşamalarına yardım eden bir şey oldu. Türkiye böyle bir yer değil. Türkiye bileğinin hakkıyla devlet kurmuş insanların vatanı. Dolayısıyla yani şu anda farkına varılmayan şey Türkiye’nin tamamen varlığının inkâr edilmesi meselesidir. Bunun için planlar öteden beri devam ediyor. Yani bizim bir millet olarak ayakta durmamıza imkân veren, destek olan şeyler birer birer elimizden alınıyor.

Hilmi Hacaloğlu: Birkaç tane sayar mısınız?

İsmet ÖZEL: Türk musikisi. Yok edildi.

Hilmi Hacaloğlu: Nasıl yok edildi?

İsmet ÖZEL: Adım adım. Bunun hikâyesi çok uzun.

Hilmi Hacaloğlu: Mesela Müslüm Gürses?

İsmet ÖZEL: Müslüm Gürses Türk Musikisi sanatçısı değil.

Hilmi Hacaloğlu: Ama arkasından on binler yürüdü.

İsmet ÖZEL: İşte! Tamam, böyle bir durumdayız biz. Yani Müslüm Gürses’e bile muhtaç olacak haldeyiz.

Hilmi Hacaloğlu: Ama halk onun arkasında?

İsmet ÖZEL: Türk musikisi zaten yok. Şu anda öyle bir şey yok. Yani arabeske Türk musikisi denmez. Öyle bir şey yok. Onun dışında mesela lisanımız da öyle. 1928 yılında yazımızı da elimizden aldılar. Ondan sonra bizim dilimiz ilkel bir topluluğun dili haline geldi.

Hilmi Hacaloğlu: Siz varsınız? Sizin gibi bir şair var. Nazım, Cemal Süreya gibi şairler çıktı. Niye böyle diyorsunuz?

İsmet ÖZEL: Siz farklı bir şey söylüyorsunuz. Türk şiiri millet meselesini üzerine yüklendiği için, üzerine aldığı için yaşayabildi. Yani milli endişeyi üzerine almamış, milli endişeyle doğmamış olan hiçbir şiir bugün hayatiyetini korumuyor. Yani T.S. Eliot’ın bir sözü vardır. “Şair halktan alır ve halka verir.” Bu Türk şiirinde Tanzimat’tan beri olmuş olan bir şeydir. Yani biz Divan Edebiyatı’nı kaybettikten sonra bir milletin yok oluşuna itiraz eden bir meşguliyet alanı olarak şiiri yaşattık. Yani Türk şiiri yaşadığı için Türk Milleti’nden bahsedebiliyoruz.

Hilmi Hacaloğlu: Türkler arasında alnı secdeye değenler ve değmeyenler diye bir ayrım yapıyorsunuz ve değmeyenlere “Türk değil!” diyorsunuz.

İsmet Özel: Biz bir cumhuriyetin ilanıyla, milli varlığımızın tartışma konusu olmayacağını dünyaya gösterdik. Ve bunun bir gün sonuç verme ihtimali vardı. Adnan Menderes ölünceye kadar Başvekil olarak kalacağını düşünüyordu. Ama idam edilerek hayatı son buldu ve son sözü “Kimseye kırgın değilim.” idi. Bakınız, dikkat edin. Çünkü burada bir milli mesele vardı. Ve bu milli meselenin hal yolunda bir tecrübe yapılmak istendi ve bu milli mesele 27 Mayıs 1960’la ortadan kalktı. Biliyorsunuz 27 Mayıs, 12 Eylül 1980’e kadar milli bayram olarak kutlanırdı. Ve yeni bir organizasyon, bir ”İkinci Cumhuriyet” tecrübesi yapıldı 27 Mayıs’tan sonra. İkinci Cumhuriyet’in devam edebilmesi için Sosyalizm’in ve İslamiyet’in nasıl işe yarayabileceği tecrübesi yaşandı Türkiye’de. Ama bu öyle bir tezgâhtı ki sosyalist bir dönüşümü yaşamamak için birtakım insanlar bu işin içinde oldular. İslami bir dönüşümü yaşamamak için birtakım insanlar bir hareketin içinde oldular. Yani Türkiye’yi dünyaya yeniden kendi şahsiyetini koruyarak kabul ettiren bir ülke olmaktan çıkarmak için ciddi operasyonlar yapıldı bu ülkede. Bu hala bu devam ettiriliyor. Yani PKK meselesi bahane edilerek Türkiye’de hayvancılık ciddi bir şekilde hırpalandı. Biraz önce söylediğim gibi Kürt medreseleri yok edildi.

Hilmi Hacaloğlu: Altan Tan da tekke ve zaviyelerin açılması yönünde meclise teklif verdi.

İsmet Özel: Yani o 1925’te yapılan şeyi geri almak için düşünülebilecek bir şey. Kürt medreseleri zaten kanun dışı olarak çalışan şeylerdi. Onların bu kapsama girmiyor olması lazım.

Hilmi Hacaloğlu: Namaz kılmayan Türklerden kastınız ne?

İsmet Özel: Ben şunu söylemeye çalışıyorum. Namaz kılmaktan bahsettiğimiz zaman bütün toplumun namaz kılan bir hayata ayarlanmasından bahsediyoruz. Yoksa insanlar kendi başlarına namaz kılıyorlar, kılmıyorlar bu çok önemli bir şey değil. Önemli olan Türkiye’nin beklediğini Allah’tan bekleyen insanların ülkesi haline getirmek.

Hilmi Hacaloğlu: Şeriatı mı kastediyorsunuz, yani günlük hayatın dini hükümlere göre ayarlanmasını mı?

İsmet Özel: Elbette. Bütün hayatımız Allah’ın bize gösterdiği yolla ancak bir mana kazanabilir. Yani Kur’an’ı devre dışı bırakıp Müslüman olunabilir mi? Böyle bir şey olabilir mi? Kur’an nedir? Kur’an hidayet rehberidir. Yani bizim doğru yolu bulmamız için müracaat edeceğimiz kaynaktır, Resulullah’ın sünnetiyle beraber. Veda Hutbesi’nde Resulullah bize Kur’an’ı ve Sünneti miras bıraktı. Biz bu mirasa sahip çıktığımız nispette insan kalitesi kazanabiliriz. Bunu reddediyorsak o zaman gayri Müslim’iz demektir.

Hilmi Hacaloğlu: Burası demokratik laik sosyal bir hukuk devleti?

İsmet Özel: Hayır demokratik değil. Demokratik olarak kurulmadı. Yani 1921’de Mustafa Kemal “Biz demokrat değiliz, biz sosyalist değiliz, biz bize benzeriz” dedi. Yani demokratik devlet ne zaman çıktı? Biz demokrasiyi yaşayacaktık. 1950’deki iktidar değişikliğinden ya da hükümet değişikliğinden sonra DP, kültür politikasını şu şekilde ilan ve tebarüz ettirdi: “Atatürk devrimlerinden halk tarafından benimsenmiş olanlara dokunmayacağız, Atatürk devrimlerinden halk tarafından benimsenmemiş olanları varsa olanları benimsetmek için zor kullanmayacağız.” Bu bizim en normal demokratik tecrübemiz olacaktı. Ve bu esaslara aslında 1950-60 arasında CHP de riayet eder haldeydi. 27 Mayıs 1960’tan sonra birçok Cumhuriyet Halk Partili bu hareketin yanlış olduğunu, çünkü kendilerinin oyla DP’yi devirmeye namzet olduklarını iddia ettiler. Dolayısıyla eğer 27 Mayıs olmasaydı bizim kendimize mahsus bir demokrasimiz zaten olacaktı. Yani kendimize ait… Demos-kratos dediğimiz şey Türkiye’de cereyan edecekti. 

Hilmi Hacaloğlu: Mesela diyorsunuz ki siz, Atatürk devrimlerinin halk tarafından tasvip edilenleri kalmalıydı.

İsmet Özel: Onu Demokrat Parti söylüyor.

Hilmi Hacaloğlu: Peki şöyle devam ediyorum. Selim Y. Deliacı demiş ki “Demokrasi için PKK-BDP çalışıyor” Bütün amaçları demokratik Türkiye’yi görebilmekmiş. Barış Alparslan “Kur’an-ı anlamamışsınız.” diyor. “Kimsiniz ki insanları sınıflandırabiliyorsunuz, kimden aldığınız hakla? Allah’a şirk mi koşuyorsunuz?” diye böyle bir…

İsmet Özel: Tamamen cahilane şeyler. Ama şunu belirtmekte fayda var. Kur’an biz anlayalım diye nazil olmamıştır. Kur’an “İşittik ve itaat ettik” diyebilmemiz için nazil olmuştur yani bizim Müslüman olarak vazifemiz Kur’an’a itaat etmektir; Kur’an’ı anlamak değildir.

Hilmi Hacaloğlu: Jasmin Alves de şöyle yazmış “Yozlaşmayı Cumhuriyet’in bir sonucu olarak gören İsmet Özel acaba kendini Osmanlı Müslümanı olarak mı nitelendiriyor?”

İsmet Özel: İşte hiç şimdiye kadar söylediklerimden hiçbirini dinlememiş bir insan olarak bir soru soruyor. Yani ben Osmanlı kültürünü başından sonuna kadar bir ihanet kültürü olarak biliyorum. Yani Osmanlılar Ankara şehrini Ahilerden kılıç zoruyla aldılar! Yani Osmanlı her zaman bu topraklarda…

Hilmi Hacaloğlu: Ceberut olduğunu söylüyorsunuz.

İsmet Özel: … yani onu zaten halkımız bir dörtlükle belirtti.

Şalvarı şaltağ Osmanlı 

Eyeri kaltağ Osmanlı

Ekende yok biçende yok

Yiyende ortağ Osmanlı

 

Osmanlı buydu yüzyıllar boyunca.

 

Hilmi Hacaloğlu: Yani Eren de şunu hatırlatıyor; “Bunlar Türkmen – Alevi köyleriydi. Konuşurken aslında Alevileri de kırmış oluyorsunuz” diyor. Kırıyor musunuz?

İsmet Özel: Yani, kırmak Türkçe'de öldürmek manasına gelir.

Hilmi Hacaloğlu: O manada söylemedim, kalp kırmak manasına söyledim. Hani, Yavuz vesaire oraya gönderme maksatlı bir şey yoktu. Ondan imtina ediyorum,

İsmet Özel: Evet, gereksiz tartışmalarla kaybettiğimiz büyük zamanlar var. Yani biz bir millet olarak elimizden ne geleceğini dünyaya göstermek gibi bir yol benimseyeceğimize birbirimizi nasıl etkisiz hale getirebiliriz; bununla uğraşıyoruz!

Hilmi Hacaloğlu: Ama siz de burada şunu yapıyorsunuz…

İsmet Özel: Birbirimizi kimin için etkisiz hale getirmek istiyoruz? Yani bu sadece Türkiye'ye ait bir şey değil. Dünyada büyük sermaye her zaman, hâkim olmak istediği yerden, yükselmek isteyen insanları tavlayarak işini görür. Yani “Sen benim programıma emek ver, ben seni yukarı çıkarırım.” der. Bunu Latin Amerika'da da böyle yapar, Hindi Çini’nde de böyle yapar. Dünyanın her yerinde bunu yapar. Her zaman, ülkede bir yönetici zümre veyahut yönetici sermaye vardır. Yeni gelenleri, yani daha çok zengin olmak, daha büyük mevkiler işgal etmek isteyenleri, en yukardaki en büyük sermaye her zaman harekete geçirir. Ancak bu oyuna gelmeyen ülkeler, kendi insanlarına faydalı olabilmişlerdir. Bizim, kendimize, birbirimize faydalı olmanın yolunu bulmamız lazım.

Hilmi Hacaloğlu: Peki bir taraftan finans kapitalizmi, liberal kapitalist eleştirisi yapıyorsunuz. Yani anti-emperyalist bir yerden konuşuyorsunuz. Bir taraftan Kemalizm ve onun eleştirisini yapıyorsunuz. Türkçülerle ilgili konuşurken bir grup Türkçüyü eleştiriyorsunuz. Kendinizle onların arasına bir mesafe koyuyorsunuz. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? İsmet Özel “bir şeyci” mi? Yani Türkçü mü? İslamcı mı? Müslüman mı? Anti-emperyalist mi? Sosyalist mi? Sosyalist müslüman mı? Nasıl tanımlıyorsunuz kendinizi?

İsmet Özel: Ben çok net bir şekilde Türk Milliyetçisiyim. Başka da bir şey değilim. Türküm ve milliyetçiyim. Türk milliyetçisiyim.

Hilmi Hacaloğlu: Ama demin Türk milliyetçisi bir taraftan da…

İsmet Özel: Ülkücü değilim.

Hilmi Hacaloğlu: Ama orada, şeriat meselesinde ısrarcı oluyorsunuz?

İsmet Özel: Çünkü millet, zaten Türk milletidir.

Hilmi Hacaloğlu: Peki bu bir ayrımcılık değil mi?

İsmet Özel: Neyin ayrımcılığı?

Hilmi Hacaloğlu: Müslümanlığı sizin düşündüğünüz gibi yaşamayan insanlarla aranıza mesafe koymuyor musunuz? Onlarla burada hep birlikte toplumda mutabakat…

İsmet Özel: Doğruda birleşmek nasıl olur? Yanlışı kabul ederek mi? Yani yanlışsın ama ben de seni kabul ediyorum. Böyle bir şey olur mu?

Hilmi Hacaloğlu: Çoğulculuk da, o zaman, bu sistemin içinde yok.

İsmet Özel: Çoğulculuk dediğiniz nedir yani?

Hilmi Hacaloğlu: Farklılıklara saygı. Farklı düşüncelerin ya da inanışların…

İsmet Özel: Farklılıklara saygıyı kim istiyor? Ortada bir otorite var. Diyor ki hepiniz benim istediğim gibi olacaksınız.

Hilmi Hacaloğlu: Otoriteyi hep birlikte inşa edelim. Toplumsal mutabakatla, barışçıl bir şeklide. Öyle bir şey olamaz mı? Bu bir ütopya mı?

İsmet Özel: Farklılıkları savunmamız için kendimizi savunmamız lazım. Yani “Ben bana dayatılan formu reddediyorum, benim kendi formum var.” demeniz lazım. Onun için “Benim de yaşamaya hakkım var” diyerek bir farklılık savunulabilinir. Şimdi, Türkiye'de yapılan acayip bir şey. İnsanlar “öteki”yi savunarak yaşıyorlar. Öyle değil mi yani?

Hilmi Hacaloğlu: İnsanlar “öteki”yi savunarak yaşıyorlar?

İsmet Özel: Evet, evet! Yani şimdi makbul olan şey bu. Yani “Ben ‘öteki’yi kabul ediyorum.” falan...

Hilmi Hacaloğlu: Evet

İsmet Özel: Yani kendi bir şeymiş de!… Sen kendin nesin? Sen? Sen ötekisin! Yani eğer…

Hilmi Hacaloğlu: Şimdi bir örnek vereceğim, onu hatırlattı bana, Hrant Dink'in cenazesi. Ben de ordaydım. Yürüyüşteyim. Her seferinde iştirak ettim. Elimizde “Hepimiz Hrant'ız, Hepimiz Ermeniyiz” pankartları taşıyorduk. Neden? Çünkü buradaki çok kültürlülüğe, çok dinliliğe, farklılığa saygı göstererek, hep birlikte bu toplum içinde, bu ülke içinde değişebileceğimiz umudunu haykırmaya çalışıp insanlara bu konuda bir mesaj verebilmek için bu birlikteliği sağlamaya çalışıyorduk.

İsmet Özel: Yani…

Hilmi Hacaloğlu: Kilitledim sizi?

İsmet Özel: Beni mi? Şimdi Agos Dergisi Hrant Dink öldürülmeden önce 700 mü satıyormuş?

Hilmi Hacaloğlu: Şimdi 3000-4000 satıyormuş..

İsmet Özel: İşte… Bana daha büyük bir rakam söylediler ama. Yani 3000-4000 ile kaldı mı? O civarlarda mı?

Hilmi Hacaloğlu: Bilmiyorum ama 3000-4000 civarlarda bir şey satıyordur. Yani 10 000 filan satmıyordur yani.

İsmet Özel: Öyle mi diyorsunuz?

Hilmi Hacaloğlu: Walla Rober Koptaş’a sorarım programdan sonra. Hatta… Eren, şimdi Rober’i arayabiliyorsan öğrenelim rakamı. Buyurun devam edin lütfen.

TÜRKLÜĞÜMÜZÜ İFADE EDERKEN TAKVAYI ÖNE SÜRÜYORUZ

İsmet Özel: Yani insanlar bir fırsat bekliyorlar. Bu sizin söylediğiniz gibi yani değişik kimliklerin bir arada bulunmasından doğan bir zenginlik filan değil. Yani insanlar Türkiye’nin yeniden kendi hükümranlıklarında bir ülke haline gelmesi için bir hazırlık yapıyor. Mesela Kürtlerle Ermeniler, Ağrı Dağı’nın güya Kürdistan’da mı, Ermenistan’da mı kalacağı konusunda Türkiye Cumhuriyeti ortadan kalktıktan sonra karar verileceği üzerine anlaşmışlar. Böyle şeylerin yaşandığı bir dünyada bir alfabe resimler gibi “Kaya topu at!” falan filan böyle şeyleri konuşmak bana tuhaf geliyor.

Hilmi Hacaloğlu: Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili bir şeyler söylediniz ama tam anlayamadım ben. Hakikaten yani ne hedeflendi, ne murad edildi de o cinayet gerçekleştirildi? Buna ilişkin bir görüşünüz var mı? Herhalde Agos Gazetesi çok satılsın diye böyle bir şey olamaz. Yani o dediklerinizden tam anlayamadım. Onu bir açarsanız.

İsmet Özel: Yani Hrant Dink öldürülmeyecekti. Sadece bu suikast olarak ortaya çıkacaktı benim tahminime göre fakat Hrant Dink öldürüldü. Yani hazırlıklar tahmin ediyorum ki bu istikametteydi.

Hilmi Hacaloğlu: Peki. Hemen bilgilendireyim. Hrant Dink öldürülmeden önce Agos 3500 satıyormuş ama şimdi 5000 satıyormuş. Eren Eğilmez, Koptaş ile görüştükten sonra bu bilgiyi bize veriyor.

İsmet Özel: Demek ki yanlış biliyormuşum.

Hilmi Hacaloğlu: Şöyle devam edelim. Son bir dakika. İmralı görüşme zabıtlarını kimin sızdırdığı önemli mi? Türkiye ne yazdığından çok, şimdi, kimin sızdırdığını konuşuyor. Buna ilişkin ne söylersiniz acaba Sayın Özel?

İsmet Özel: Kimin sızdırdığı?

Hilmi Hacaloğlu: Evet. Bu bir şeyi değiştirir mi etkiler mi?

İsmet Özel: Kendi aralarındaki işler bakımından belli ki etkiliyor. Çünkü kim patrona yakın bu daha iyi anlaşılıyor. Yani Türkiye’de mevzi patronu kabul etmeyen ama asıl patrona hizmet eden unsurlar var onlar daha pervasız hareket edebiliyorlar.

Hilmi Hacaloğlu: Ali Bulaç Ak Parti içinden birinin bunu yaptığını söylüyor. Ama o da isim vermemiş. Evet, programımızın artık sonuna geldik. Şununla da bitireyim. Kısa bir yorum alayım sizden. Öcalan görüşme zabıtlarında “Millet İslam Enternasyonalizmini ifade eder. Peygamber, Arab’ın Acem’den üstünlüğü yoktur.” demiş. Bu cümleyi nereye koyuyorsunuz? Bunu nasıl değerlendirirsiniz?

İsmet Özel: İşte, herkes bunu söylüyor. Ben “Türk’üm ve üstünüm!” dediğim zaman hemen diyorlar ki “İslam’da kavmiyet yoktur!” “Arab’ın Acem’e üstünlüğü yoktur!” Evet, biz de zaten bunu söylüyoruz. Biz “Türk’üz ve üstünüz!” derken zaten takvayı öne sürüyoruz. Yani dünyada İslam’ın bayrağını yükselten Türklerden başka kim ki?

Hilmi Hacaloğlu: Evet yeni bir soruyla programımıza son veriyoruz. Çok teşekkür ediyorum. Sağolun, varolun kırmadınız geldiniz.

İsmet Özel: Sağolun.

 

04 Mart 2013, SKYTÜRK360 "Şimdi Söz Sizde"