Yeniyse İyidir Deme; İyiyse Yepyenidir De!

Yeniyse İyidir Deme; İyiyse Yepyenidir De!

İkinci Sene-i Devriye Merasimi - Panelistlerin Konuşmaları

AHMET DEMİREL:

İstiklâl Marşı Derneği, dinin milletle, milletin de vatanla yekpare bir bütün  olduğu inancı  içinde faaliyetlerini devam ettiriyor. Bugün birini daha gerçekleştirmekte olduğumuz panelin konusu, “Yeniyse iyidir deme; iyiyse yepyenidir de” şeklindedir.

Biz sözlerimizle, parlak panel başlıklarımızla önem üretmeye çalışmıyoruz. Faaliyetlerimiz dolayısıyla ele geçireceğimiz bir yer yok. “Yeniyse iyidir deme; iyiyse yepyenidir de” ifadesi bu hususu sarahate kavuşturdu. Hangi sebeplerle Türk olmuşsak, bir vatanımız, bir İstiklâl Marşı’mız olmuşsa, dernek olarak varlığımız da etkinliklerimiz de o sebebe istinat etmektedir. Dolayısıyla faaliyetlerimizden elde edeceğimiz bir hâsıla olacaksa bu, faaliyetlerimizin kendisi olacaktır.

Bu münasebetle İstiklal Marşı’nın açık beyanından, onun tayin edici vasfından hareket ediyor, yepyeni olandan yola çıkıyor, en iyi olanı tebarüz ettirmek istiyoruz. Olmuş olanı, olmakta olanı ve olacak olanı yani “Türk”ü, “vatan”ı ve “millet”i işaret ediyoruz. Bunları, varlığımızın, ne olduğumuzun ve ne olacağımızın birer izahı olarak görüyoruz. Türk olmayı dili, vatanı, milleti ile olabilen bir şey olarak anlıyoruz; çünkü Türk bir dili olmasını dininden, bir vatan sahibi olmasını imanından, bir millet oluşunu da nizamından getiriyor. Bir bilincin, bir davranış biçiminin, bir istikamet tayininin milleti olduğu fikrine sahibiz. Mensup olduğumuz bu yapı, bu güzidelik, güzelliğin ve yüksekliğin bir biçimi olarak İstiklâl Marşı’nda parlıyor.

“Yeniyse iyidir deme; iyiyse yepyenidir de” ifadesi fevkaladenin de fevkinde, yüksek bir şuur hâlini ve onun hareket kabiliyetini aksettiriyor. Bu ifadeyi ikrar ettiğimiz anda ilk olarak, bir yepyenilik hissi içinde zihnimizde bir saha canlanıyor. Zihnimizde açılan, canlılık kazanan bu yerin, giderek bir haslığı da husule getirdiğini fark etmiş oluyoruz. Dolayısıyla bir yerden, bir makamdan neş’et eden, taşan bu bilinç halinin milletin varlığını hissettirdiğini müşahede ediyoruz. Bu fevkaladeliği kıymetlendirmemiz, bu yerde olmayı seçmemizle, sahih bir niyet ve itikadî bir bütünlük sahibi olmamızla mümkün.

“Yeniyse iyidir deme; iyiyse yepyenidir de” ifadesi, Türkiye’nin Türkiye olarak varlığı ile buna bağlı olarak nelerin de ne şekilde varlık göstereceği konusuyla bire bir irtibatlıdır. Bu ifade, olanları nasıl görmemiz gerektiği, bunların neye tekabül ettikleri, ne şekilde muhafaza edilebilecekleri, hangi istikamette açılım kazanacakları hususunda tayin ve tertip edici bir vasfı hâizdir. Yani burada bir hükmün, bir ölçütün tercihe şâyan kılınıp üstün tutulması, bir kıymet olarak dikkatlerimize sunulması var. Aynı zamanda bu ifade bir teklif içeriyor. Türkiye’nin olması, bir geleceğinin istenmesi şartına bağlı bir teklif. Bu itibarla önceki panellerimizle alâkası pek mühim bir husustur.

“Yeniyse iyidir deme; iyiyse yepyenidir de” ifadesi, burada nelerin el üstünde tutulması, nelerin de süflî görülmesi gerektiğinin bilgisini veriyor. Bu bilgi bir değerin veya değer olmayanın bütünlüklü bir şekilde ele alınması, anlaşılması ve kavranmasına matuf. Ayrıca nelerin kıymetimiz olarak içeride, nelerin de dışarıda bırakıldıkları hususunu sarahaten ihtiva ediyor.

Bir mahiyetin biçimlendirilmesi, hâlisâne bir hayatın doğması, mümeyyiz vasfımızla, seçebilen özelliğimizle, iyiyi tanıma ve ayırt etme hassamızla irtibatlı. Bu fevkalade hususiyetimize bağlı olarak, imkânlarımızı görüyor, bunların iyiye, yepyeniye sarfını elzem buluyoruz. Türkiye’nin lehine sarfında ısrar ediyoruz. Bu ifadenin sarahatinden istifade, burasının Türk’ün vatanı olduğunu, burada olanların bir mahiyeti biçimlendirdiğini, bir niyeti harekete geçirdiğini ifade ediyoruz. İnsan münasebetlerinin bir “iyi” gözetilerek cereyan ettiğini, korumaya matuf, kıymetini düşürmemeye müteveccih bir sahanın olduğunu, yani bu topraklarda olanların hiçbirinin iyinin altına düşmediğini, yepyeni olarak yaşadığını, yepyeni olarak beklediğini seslendiriyoruz.

Bir şeyin iyi olması çok mu önemli? Biz, bir iyi arayışına mı girdik? Nerede olursa olsun oradaki iyi, bizim de iyimiz mi oluyor? Burada bizim için esas olan, bir şeyin “ne”liğinden ziyade, nerenin ve kimin hayrına olduğudur. Dolayısıyla bu ifadeyi, Türkiye’nin Türkiye olarak varlığını, geleceğini hesaba katmayan hiçbir yeniye iyi denemeyeceğinin bir beyanı olarak görüyoruz. Yani “Türkiye için” olanı iyi sayıyoruz. İyiyi en önemli meselemiz olarak görmeyi de, bize bir yepyenilik hissi veriyor olmasını da bu istikamette değerlendiriyoruz. Bu düşüncemizin bir dayanağı olarak olmuş olanı ve olacak olanı yani Türk’ü ve Türkiye’yi, gösteriyoruz. Bunların tarifine istinat ederek, “Türkiye’yi Türkiye yapan, Türk’ü Türk yapan ne ise onlar bizim iyi kabul ettiklerimizdir” diyoruz. Yani kendimizin kim olduğu, nereye ait olduğumuz, bunu ne ile temin ettiğimiz bilgisi bize iyinin tarifini veriyor. Böylece tarifimizin ne mânâya geldiğini anlamış oluyoruz. İyiyi seçmekle geleceğimizi yepyeni olarak seçmiş oluyoruz. “Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklâl” mısraında ifade edildiği gibi, yepyeni iyinin bir hakkı olarak var.

Türk ve Türkiye’yi temin eden şey olarak iyi, İslam’ın içinde olanın tamamıdır. Müslüman olunarak ve Müslüman kalınarak bilinebilen, tanınabilen bir şey Müslüman’a mahsus bir kavrama alanında bulunur. Dünyada bulunuşumuz iyiliğimiz içindir. İyinin varlığı insanın varlığına da açıklık getirir. Ayrıca iyi, istediğimiz bir şey olmasının üstünde, bizim onu seçmekle emrolunduğumuz asıl şeydir. Burada dil ile temin edilen hayat alanını, diğer bir ifade ile Türk ve Türkiye’yi yani İslam’ı ve onun hayat sahasını konuşuyoruz. Dile bakarak iyiyi tanıyabilir, hayrımıza olanın, insanlığın hayrına olanın bu yerde kaim olduğunu fark edebiliriz. Bu itibarla iyi bizim tayin ettiğimiz bir şey olmaktan çok bildirilene, indirilene ve bırakılana tabii olduğumuz bir şey olarak görülebilinir.

Gayede bir sahanın canlı kılınması var ise iyi en lüzumlu mihengimiz olur. Olanların neye değdiğini anlamamızı kolaylaştırır. Güçlüğün değil kolaylığın bir yolu olarak, devamlılığın bir kıymet olduğunun fark edilebilirliği olarak var olur. Bu kavrayış istikametinde, iyinin bir bedeni olduğunu da fark ederiz. Görülebilir bir şeyin, tanınabilir bir şey haline gelmesi gibi, iyinin bize şimdiden gerekliliği onu yepyeni kılıyor.

Yeni, tanınmayan, bilinmeyen, öncekilerden farklı, en son edinilen, o güne kadar söylenmemiş, görülmemiş ve düşünülmemiş şeyler olarak ifade ediliyor. Bu ifadelerden kötülük zuhur eder. Hal böyle olunca bir dereke karşısında olduğumuzu anlamalı, bu derekeden geri durmak gerektiğini fark edebilmeliyiz. Yani yenide insanlıktan çıkmış olma veya henüz insanlığa gelinmemiş olma halini görüyoruz. Yeni, insanlıktan çıkılarak ele geçirilen şey olarak anlaşılabilinir. Dilden, düşünülenden ve yazılandan çıktığınızda yeniyi ele geçirebilirsiniz. Yeninin görülmemişliği, dilde bir yer edinemeyişine bağlanabilinir. Yeni, dilin tanımadığı bir şey olarak gösterilebilir olsa gerek.

Dünyada yaşananlara, olaylara bunlar üzerinden veya içinden izah getirmek etkisizleşmek ve giderek yok olmak demektir. İnsanlığın başına gelen şey, bir yere tıkıştırılmış olmalarıdır. Bizim işimiz kendimizi ne ile mukayyet biliyorsak onun sarahatini esas almaktır. Bir hayatiyet alanının, bir kendimize saygının, bir gelecek görmenin İstiklâl Marşı’nın açtığı alanda beklediğini yeterli sayıda insan olarak duyduk, işittik ve bağlandık. Kendimizi bağımlı kabul ediyoruz. Yani mevcudiyetimize, varlığımızın tezahürü olarak ne isek o olma halimize müteveccihiz. Bilinmelidir ki yepyeni bir hayatın, yepyeni bir yolun başındayız. Yürüyüşümüz iyi bir yerden, yepyeni bir hayata doğrudur.


***

ADEM YILDIRIM:

Sayın genel başkanım, değerli dostlarımız, arkadaşlarımız, misafirlerimiz… Hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selâmlıyorum. Sivas’tan arkadaşlarımızın selâmlarını iletiyorum.

Derneğimizin ikinci senesini hep birlikte idrâk ediyoruz. Öncelikli olarak hayırlı olsun, hayırlısı olsun demek istiyorum.

Derneğimiz, salondaki izleyici sayısından da anlaşılacağı üzere, kitlelere mâlolmuş, yığınların geldiği bir yer değil. Gerçi böyle bir amacımız da yoktu. Bu yüzden bir hayal kırıklığına uğramış değiliz.

Bizim için önemli olan dışarıda eleştirdiğimiz, reddettiğimiz ne varsa bunların bizim içimizde olmamasıdır diye düşünüyorum. Eğer bunları dışarıda bırakabiliyorsak, bu dernek çatısı altındaki ilişkilerimizi dışarıda yaşanan, bizim hiçbir şekilde kabul etmediğimiz ve edemeyeceğimiz ilişkileri dernek içerinde yaşamıyorsak, biz onun yerine daha iyi şeyleri idame ettirebilmişsek bizim için asıl başarı budur. Bunun Sünnet-i Seniyye’ye uygun olduğunu düşünüyorum.

Dünyaya geliş gayemiz çerçevesinde bu topraklarda, bu çağda, bu toplumda biz doğru olanı yapmaya çalışacağız. Bunun da yolu biraz önce belirttiğim gibi beğenmediğimiz ne varsa onları üzerimize bulaştırmamaktır, onları içimizde barındırmamaktır. Bu anlamda inşallah çoğalıyoruz, büyüyoruz, olgunlaşıyoruz diye düşünüyorum. İnşallah bu şekilde derneğimiz büyüyecek, bu şekilde devam edecek ve inşallah her sene-i devriyemizde biraz daha büyümüş, biraz daha olgunlaşmış olarak, hep birlikte bunu idrâk edeceğiz.

Bu panelle ilgili başlık gerçekten de “bu da ne demek” dedirtecek kabilden bir şey. Biz “yeniyse iyidir” mi diyoruz? Evet, hem de ne biçim. “Yeni” denildiğinde hemen bir tarafımız çöküyor; ne de olsa büyülü bir kelime.

“Yeni ise elbette bir şekilde iyidir” diye bir ön kabulün ne kadar köklü, ne kadar yerleşik olduğunu fark ettim. Sadece bunu fark etmekle kalmadım, modern zamanların aslında böylesi diğer büyülü kelimeler ve bakış açılarıyla oluşturulmuş bir zaman olduğunu da görebiliyorum: “Yeni” ve “para” kelimeleri gibi. “Parası varsa iyidir deme!” denilemiyor ama “Parası varsa iyidir” gibi açıkça söylenmeyen ön kabullerle yaşanılan bir çağdayız. “Sayıları çoksa iyidir, aklı başında insanlardır” diye bir bakış açısının yerleşmiş olması gibi.

İnsanlar şematik düşünen varlıklardır. Şablonlar, bir takım kaziyeler, ilkeler ve ön kabullerle düşünen varlıklardır. Biz her olayı yeniden analiz, sentez falan yapmayız. Bizim ön kabullerimiz, inandıklarımız vardır; bunlara bakarak bir şeyleri değerlendiririz.

Bu çağda bunlar, oldukça bozulmuş haldedir. Atasözlerimizden, ünlü bilim adamı, film adamı gibi insanların söylediği sözlere kadar bazı ön kabullerimiz vardır. Meselâ sayın genel başkanımızın sıkça dile getirdiği “Âlemle gelen düğün bayram” atasözü. Bu, tartışmasız bir biçimde kabul edilmiş durumda toplumda.

Buradan hareketle bizi büyüleyen, aklımızı dumura uğratan böylesi kelimeler veya yaklaşımlara karşı hep teyakkuz halinde olacağız.

“Yeniyse iyidir” demeyeceğiz elbette. Aslında iyi dememiz için -biraz tahlil yaptığımızda- hiçbir neden de yoktur. Meselâ, “Yeni bir masa eski masadan iyidir” ön kabulü aslında iyi düşünüldüğünde yerinde bir tespit değil; çünkü yeni masa ancak eski masa dediğimiz masanın niteliklerinden daha iyiyse iyi masadır. Meselâ abanoz malzemeden yapılmış –ki abanoz az bulunan kıymetli bir ahşap malzemedir- bir masa düşünelim. Eğer bu masa işimizi gören, işlevsel bir masaysa ve toplumdaki örfe göre bu masa hakkında kötü düşünceler mevcut değilse (Bazı malzemeler veya renkler dönemi itibariyle bir şeyleri sembolize edebilir. Meselâ pembe çoğu dönemde pek matah bir renk sayılmamıştır) abanoz masamız yerine, “yeni masa” olması kavaktan ya da çamdan üretilmişse elimizdekini değiştirmemiz için bir gerekçe olabilir mi? Ama söz konusu masa abanoz ve daha işlevsel ya da elimizdeki kadar işlevsel ve üzerinde çizik falan yoksa o zaman “Yeniyse iyidir” denilebilir. Aslında “yeni” olduğu için değil, “iyi” olduğu için iyidir. Nitelikleri itibariyle iyi olduğu için iyi oluyor. Böyle bir durum var.

Peki, iyiyse nasıl yepyenidir denilebilir? Bu durum aslında biraz önce anlattıklarımın içinde yer alıyor. Yani bir şey nitelikleri itibariyle iyiyse zaten yenidir. Eğer nitelik kaybına uğramışsa o, eskimiş demektir. Yani eskimiş olmak tek başına bir şey ifade etmiyor. Nitelik kaybına uğramışsa eskimiş demektir. Gündelik hayattan örnek vererek meseleyi anlatıyorum. Değerli arkadaşlarımız da biraz sonra başka hususlara değineceklerdir. Düşünsel anlamda da bu böyledir; çünkü hakikat bir yerde başka, başka bir yerde başka olmaz. Bir şey eğer nitelikleri itibariyle iyiyse “yepyeni”dir ama nitelik kaybına uğramışsa biz ona ancak eski olduğu için değil, “iyi” olmadığı için “kötü” deriz.

Ama maalesef günümüzde, gündelik hayatımızda dahi üzerinde düşünmediğimiz bir yığın ön kabullerle hayatımızı devam ettiriyoruz. Durum bundan ibaret.

Kelimenin büyülü olmasının da önemli olduğunu düşünüyorum. “Yeni bir bakış açısı, yeni bir yaklaşım” söylemleri cazip bir olta. Oysaki yeni bir şey yüksek kalitede ise bir şey ifade eder; yoksa yeni tek başına bir şey ifade etmez.

Bir de tazelik var. Neye göre tazedir? Daha önce olana göre tazedir. Tazelik durumunda da daha önce olandan daha iyi ise yani aynı şekilde nitelik açısından daha iyi ise tercih edilir.

Biz, özellikle Müslümanlar olarak dini konularda yeni bir bakış açısı oluşturulması meselesinin -boş olmasının da ötesinde- bir tuzak olduğunu düşünüyoruz. Yani Allah kitabını kâmilen indirmiş ve Peygamberimiz (as)’ı göndermiştir, o da dini kâmilen yaşamış ve bize neyin ne olduğunu göstermiştir. Allah’a bir şey öğretmek haddimize olmadığı gibi Hazreti Peygamberin fark etmediği bir şeyi de fark etmemiz mümkün değildir. Dolayısıyla günümüzde dinde yeni bakış açısı söylemlerinin tamamının saçma sapan olduğunu söyleyeceğim ama söyleyemiyorum: çünkü “saçma sapan” bir masumiyet taşıyabilir. Oysa bunların tamamının kurgulanmış şeytani bir takım bakış açıları olduğunu biliyoruz.

Allah’ın emirleri dört dörtlük olduğu ve nitelikleri itibariyle asla eskimeyeceği için her zaman yepyenidir diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.


***

DURMUŞ KÜÇÜKŞAKALAK:

Cümleten merhaba,

İyi bir metnin İstiklâl Marşı olarak kabulünün seksen sekizinci yılı… İdrâk ediyor muyuz? O ayrı bir mesele. Aynı zamanda “İyiyse yepyenidir” deme cesaretini gösteren tek derneğin aşağı yukarı ikinci sene-i devriyesi... Böyle bir dernekte yapılmaya çalışılan şeyin en veciz ifadesi bir panel başlığı olarak karşımıza çıktı: “Yeniyse iyidir demeyeceğiz; iyiyse yepyenidir” diyeceğiz. Tekerleme gibi söylemesi kolay ama izahı çok boyutlu olduğundan ve içinde bulunduğumuz kötü durumdan dolayı netameli bir konu… Netameli oluşu “yeni”den kaynaklanmıyor, “iyi”nin iyi tanınmamasından kaynaklanıyor. Yeni konusundaki algı bozukluğumuz iyi konusundaki algı bozukluğumuzun yanında belki de hiçbir şey. Özellikle yaşadığımız çağda “yeni” hakkında az-çok herkesin bir fikri vardır. Bir insan en azından “Yeni yenidir” diyebilir. Yeninin mazereti bellidir: Eski, artık eskisi gibi olmadığı zaman, eskidiği zaman yeniye ihtiyaç duyulur. Yeni meselesinde önemli olan yeninin nereden neş’et ettiği ve nereye götürdüğüdür.

İyi hususunda ise yenide olduğu gibi hemen bir anlaşma sağlanamaz. Meselâ bir ara bir banka reklâmında, “İyiler daima kazanır…” deniyordu. Bir banka bile iyilikten bahsedebiliyorsa, üstelik iyilerin daima kazandığını iddia edebiliyorsa bu curcunada iyiyi nasıl tespit edeceğiz? İyinin yerine hayrı koyarak bu işten sıyrılabilir miyiz? O zaman da bankadan farkı kalmamış hayır kurumları bizi karşılayabilir. Ya da Tanzimat Fermanı’na önce Tanzimat-ı Hayriye demişler meselâ. Böyle bir aldatmacaya da maruz kalabiliriz. İyiyi, hayrı nasıl tanıyacağız? Hele hele iyiliğin dünyamızdan alınıp çekildiği âhir zamanda iyinin ne olduğunu izah etmeye çalışmak başlı başına bir mesele. Kimse ayranım ekşi demediğine göre, bundan sonra hiç diyemeyeceğine göre illâ da her ayranın tadına mı bakmak lâzım? Ağzı açık ayran delisi isek bütün ayranların tadına baksak da durum değişmez. Yani fizik alana hapsedilmiş olan duyu organlarıyla iyi olanı tanıma imkânımız yok.

İyinin ne olduğunu istikamet üzere, estetik ve ahlâki bir alanda kavrayabiliriz. İyinin aynı zamanda doğru ve güzel olacağını da düşünürsek yepyeninin nasıl bir şey olacağı hakkında bir fikrimiz doğabilir. Bir şeye “iyi” dediğimizde onun mahiyetine, “doğru” dediğimizde istikametine, “güzel” dediğimizde estetiğine dair bir şey söylemiş oluruz. İslam’da haram ve helal belli olduğuna göre, biz de Müslüman isek iyinin ne olduğunu da rahatlıkla seçebilmemiz gerekir. En rahat bizim seçmemiz gerekir. Dünyada sadece biz her şeyin iyisini seçebilecek bir kıvamı tutturan millete mensup olduğumuzu iddia ediyoruz. Öyleyse iyiyi seçmek bizim için problem olmaması lâzım. Dilimiz başka dillerde olmadığı kadar buna yatkın. İşte, “Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli denir” demişiz. Ama bugün iyi, bir mesele olarak karşımıza çıkıyorsa bu tamamen bizim itikâdî bozukluğumuz ve zihin bulanıklığımız sebebiyledir. Yani bozukluk ve bulanıklık tamamen itikâdî ve ahlâkî durumumuzdan kaynaklanıyor. Her şey zıddıyla kaim ise iyi deyince kötüyü, yeni deyince eskiyi hesaba katmamız lâzım. Eskiyi bildiğimiz oranda yeninin nereden çıktığını görebiliriz. Kötüyü teşhis edebildiğimiz nispette iyiye yer açabiliriz. Bugün öyle bir dünyada yaşıyoruz ki ne kadar çok şeye “hayır!” dersek o kadar “hayr”a yaklaşabiliyoruz, o kadar iyiye yer açabiliyoruz.

Yeni olan bir şeyin iyi olacağına dair anlayış, yenilginin bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Bir mağlubiyet ve eziklik psikolojisiyle ortaya çıkıyor. İyiye değil de yeniye olan ilgimiz bizi yenilgiye götürüyor. “Yan”a olan ilgimizin yanılgıya götürmesi gibi. Tarihimizde yenilgilerle başlayan yenileşme sürecinin bugün geldiği yer tam bir aymazlık ve kendini bilmezlik. Bu aymazlığın tecessüm ettiği soru ise “Müslümanlar niçin geri kaldı?” şeklinde tertip ediliyor. Şu anda içinde bulunulan durumu bir veri olarak kabul edince hem de en sağlıklı bir veri olarak kabul edince böyle bir soru tertip etmek de o sorunun cevabını bir çırpıda vermek de gayet kolay. “Müslümanlar niçin geri kaldı?” sorusunu, bugün gelinen yeri bir sapkınlık ve azgınlık olarak nitelemedikçe Müslüman olarak cevaplandıramayız. Nükleer başlıklı füzesi olmamak geri kalmaksa, suç işlenmediği için hapishaneye ve sağlıklı olduğu için hastaneye ihtiyaç duymayan bir toplum geri ise… Özetle bugünkü gibi olmamak geri kalmaksa “Evet, Müslümanlık gericiliğin hasıdır” demek lazım. Gerçi irtica da elden gitti artık… Bunu söylemek de bir şey ifade etmiyor.

“Müslümanlar neden geri kaldı?” sorusunu tertip edenlerin önünde tek yol var: “Yeniyse iyidir” demek yani Amerikanlaşmak. Yeniyse iyidir dediğimiz ne varsa o şeyin tarihinin de olmayacağını peşinen kabul etmişiz demektir. Dolayısıyla tarifinin de mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Yani tarif edilmesi zor bir ucubedir. Meselâ hayvanların da tarihi yoktur. Bir hayvan dünyanın neresine giderse gitsin, iklim şartları çok farklı değilse ve karnı da doyuyorsa hiç yadırgamadan orada yaşar. Yeni ortama hemen birkaç günde uyum sağlar. İnsanı hayvan derekesine düşüren sebeplerden en önemlisi her şeye hayvandan daha kolay alışmasıdır.

İyinin en bariz vasfı kendi mecrasından başka hiçbir yerde akmaması ve birdenbire tezahür edebilmesidir. Birdenbire olan her şey yepyenidir. Bundan dolayıdır ki iyi, her zaman taptazedir ve tüter. İstiklâl Marşı’nın da İstiklâl Harbi’nin de “her şey bitti” denildiği anda birdenbire ortaya çıkması iyinin bu vasfından dolayıdır. Kötü ise birdenbire olmaz. Kötü, birikinti sonucu ortaya çıkar. Dolayısıyla içinden ne neş’et ederse etsin birikinti ve pislik üretir. Onun için kötü, kokar. İyiyi ve kötüyü eğer koklama duyumuz bizden alınmamışsa kokusuna bakarak fark edebiliriz.

İyi yepyeni olduğu için imha edilemez. Her an, birdenbire, yepyeni bir kılıkla arz-ı endam edebilecek bir şey ele avuca gelmez. İyiyi yok etmek isteyen onun katına çıkması gerekir. İyinin katına çıkabiliyorsa, artık o yok etmeye çalışan da iyidir. Onun için hiçbir silah iyiyi yok edemez. Kötü ise birikinti sonucu ortaya çıktığı için kurutulabilinir. Kötünün köküne kibrit suyu dökülebilinir. Dikkat edersek iyiliği emretmekle, kötülüğü men etmekle emrolunuyoruz. Yani iyilik rakamlarla, parayla, elle tutulabilinir şeylerle alâkalı değil. İyiliği sözle yayarken, kötülüğü ise -elle tutulup gözle görülebilecek bir şey olduğundan, birikinti sonucu ortaya çıktığından dolayı- “men” ediyoruz, iptal ediyoruz.

Cüneyd-i Bağdadi’nin meşhur bir sözü var: “Sadık günde kırk kalıba girer yani derecesi devamlı surette yükselir, mürâi ise kırk yıl aynı kalıp üzere kalır.” Bu sözden anlıyoruz ki, “iyi” sadece modern zamanlarda yeni kılıklara girme ihtiyacı hissetmemiş. Başından beri iyi olan şey aynı şey olduğu için yepyeni kılıklarda arz-ı endam etmiş. Dikkat edersek iyi, Batı’daki modernlik başlamadan önce de modern olan bir şey. Modernist ve kapitalist olmadan modernleşme mümkün müdür? sorusuna, “İyiyse yepyenidir” demek kâfidir. Ama bugün modern olana baktığımızda küfürden başka bir şey gözükmüyor. Modern olmayana baktığımızda ise katıksız bir mürâi tavırla karşılaşıyoruz. Modern olan kâfir, modern olmayan mürâi. “Yukarı tükürsek bıyık, aşağı tükürsek sakal” dedikleri cinsten bir durum.

Bugün için iyi olan hiçbir şeyin yepyeni olduğu fikri canlı değil ve bir yer bulmuyor. Bir şey hem iyi olacak hem de yepyeni olacak. Bu modern zamanlarda olmuş bir şey midir? Sürekli Müslüman olarak tazelenme fırsatı elimizde ise... Fakat bugün ne içtimai, ne iktisadi ne de siyasi alanda emaresini bile göremediğimiz bir konu: İyiyse yepyenidir. Modernleşmesini gerçekleştirmiş olan Türk şiiri dışında “İyiyse yepyenidir”in örneği yok. Bundan dolayı dikkat edersek şiir dışında hangi alan olursa olsun iyi adına yapılanlara ve söylenenlere bakarsak ya geçmişe bir kaçış vardır ya da güçlü olanı körü körüne bir taklit vardır. Geçmişe kaçarak nostaljiye veya romantizme çakılıp kalınır ya da güçlü olana ram olmak suretiyle yapılan her mel’anetin fetvası bulunur.

Bu durumda nasıl olacak da iyi olanın yepyeni olma imkânı ortaya çıkacak? İsmet Özel Bey, düşmeyen tek kalemizin “şiir” olduğunu ısrarla söylüyor. Elimizde Türk şiiri dışında yepyeninin örneği olmadığına göre bu örnekten örnek çıkararak diğer alanlarımızı örebiliriz. Yani bu kalenin surlarını diğer alanlarımıza doğru genişletebiliriz. Hatta sadece bu örneği besleyip büyüterek baskın bir kültüre ulaşabiliriz. Biyolojik benzetmeler ne derece işimize yarar bilmiyorum ama insan bio-kültürel bir canlı ise bir şeyler anlatır en azından diyerek mikrobiyolojiden bir örnekle sözümü bağlayacağım: Bir prototip hücrenin neşvünema bulması için o prototip hücreden bir baskın kültür oluşturmak için işin başlangıcında üç temel unsur lazım. Bir: Temiz bir ortam.(Başka mikroorganizmaların olmadığı, kirden arî bir vasat) İki: Uygun sıcaklık ve nem. Ki, bu sıcaklık optimal oda sıcaklığı değil; o kültürün tutunacağı organizmanın vücut sıcaklığına yakın bir sıcaklıktır. Üç: Oluşacak kültürü besleyecek kadar gıda. Bu üç unsur bir araya geldiğinde bir hücreden koskoca bir kültür meydana gelir. Hem de günlerle ifade edilecek kadar kısa bir sürede olur bu iş. Bu baskın kültür meydana geldikten sonra başka mikroorganizmaların orada bulunmasının da bir zararı yoktur. Ya asalak olarak ya da o baskın kültüre hizmet ederek yaşayabilirler. Yoğurtta da bu böyle olur. Tabii bu insan hayatı söz konusu olunca bu işler laboratuardaki gibi, mutfaktaki gibi tıkır tıkır ilerlemez. Birçok başka unsur da devreye girer. Cıvık yoğurt olabilir, taş gibi kaymaklı bir yoğurt olabilir, ekşi yoğurt olabilir. Ama bir örnek, bir motif devam ettirilerek hayatın her alanına o iyi, doğru ve güzel motif işlenebilir. Türkiye’nin prototip hücresi de şiir olarak vücuda gelmiş olan İstiklâl Marşı’dır. İstiklâl Marşı Derneği de o hücreden baskın bir kültür elde etmenin vasatını, sıcaklığını ve gıdasını temin edeceği yerdir. Tek kalemiz olarak elimizde şiir kaldıysa “iyiyse yepyenidir”i gösterebilmiş olan sadece şairlere ve şiire kulak vermek lazım.


***

MUSTAFA KARANFİL:

Selâmün Aleyküm,

Evet, yine zor bir başlıkla karşınızdayız. Her zaman olduğu gibi dilimiz döndüğünce bir şeyler söylemeye çalışacağız. Konuya tam bir giriş yapmadan önce başlığımızda geçen “iyi” ve “yeni” kelimelerini ve bu kelimeler dolayısıyla da “kötü” ve “eski” kelimelerini anlamaya çalışarak başlayalım:

Her şeyden önce hatırlamamızda fayda olan şey, konuştuğumuz dilin bize Allah tarafından bahşedildiğidir. Tıpkı Âdem (a.s.)’a eşyanın isimlerinin öğretilmesi gibi. Yani kullandığımız kelime ve kavramlar bize Allah’ın öğrettiklerinden ibarettir. Burada hatırlamamız gereken bir diğer husus, verilen veya öğretilen bu dilin seviyesinin bizim ahlâkımızla paralel ve doğru orantılı olduğudur. Yani biz ne kadar yüksek vasıflara sahip bir milletsek, dilimiz de o derece yüksek bir dil olacaktır. Tabii, tersi de geçerli, ne kadar düşük bir milletsek dilimiz de o dereke düşük olacaktır.

“İyi” denilince ne anlarız yahut neyi anlamamız gerekir? Biz “iyi” denilince Allah’ın iyi dediğinden, hayırlı dediğinden başka bir şey anlamayız. Yani Allah neye iyi ya da hayırlı demişse “iyi” odur. Bu iyi, Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle ma’ruf olandır yani kolayca tanınabilendir aynı zamanda. Kötü ise münkerdir ve şerdir. Nasıl ki, Allah’ın iyi dediğini iyi biliyorsak, kötü dediğini de kötü biliriz. Biz kendiliğimizden, “şu iyi” veya “bu kötü” diyemeyiz.

Türkçemizde bir söz vardır: “Hayırlısı olsun” ya da “Hayırlısı ne ise o olsun.” Bunu demekle şunu söylemiş oluyoruz: Biz kendimiz için neyin iyi neyin kötü olduğunu, neyin hayır neyin şer olduğunu bilemeyiz. Biz sadece şunu biliriz: İnsan hayra da şerre de dua edebilir; biz hayra dua ederiz ve hayrı dileriz.

“Yeni” denildiği zaman anladığımız yahut en azından benim anladığım şudur: Ne ki, istifademize açıktır yani kendisinden azami derecede istifade edilebilir, yeni odur. Onun ortaya çıkış tarihinin bir ehemmiyeti yoktur. Hangi şey de istifade etmemize elverişli değildir, o eskidir; isterse dün hatta bugün ortaya çıkmış olsun. İyi, zorla razı olduğumuz ya da idare eder dediğimiz şey de değildir. İyi gerçekten iyidir.

İyi ile yeni arasında bir tercih yapmak gerekirse bir Müslüman olarak hiç tereddütsüz iyi olanı seçeriz. Bir şeyin yeni olması asla iyi olduğuna delil değildir; ama iyi olması her zaman yeni, yepyeni olduğunu gösterir. Derneğimiz İstiklâl Marşı Derneği olduğuna göre seçtiğimiz konu da -tabii olarak- her zaman İstiklâl Marşı ile alâkalı oluyor. Bu bağlamda İstiklâl Marşı’mızı ele almak gerekirse İstiklâl Marşı’mız bugün de yepyenidir. Çünkü iyidir, iyi ne kelime, en iyisidir.

İstiklâl Marşı’mızın her şeyi yepyeni; yani bir marş olarak da, bizi davet ettiği şey olarak da taptaze. Nasıl İstiklâl Harbi yıllarında Türk milletinin işine yarayıp onlara bir vatan temin ettiyse, bugün de aynı şekilde Türk milletinin istifadesine açıktır. Mademki bugün hâlâ önümüzde bir millet olma meselesi “bir millet/tek millet” olma meselesi duruyor, bunu temin edebilecek en iyi metin İstiklâl Marşı’mızdır. Müslüman’ım diyen hiç kimsenin reddedemeyeceği, millet olma derdi taşıyan herkesin de mutabakat sağlayabileceği yegâne metindir o.

Öyle ya hürriyetinden başka, Hakk’a kul olmaktan başka bir derdi olmayan bu milleti başka hangi metin derleyip toplayabilirdi. Sönmeyen bir tek ocağın bile kalması halinde bu bayrağın inmeyeceğini kim haber verecekti. Sınırımızın iman dolu göğsümüz olduğunu nasıl anlayacaktık. Medeniyet diye göklere çıkarılan şeyin aslında tek dişi kalmış bir canavar olduğunun şuuruna İstiklâl Marşı’mız sayesinde varmadık mı? Bastığımız yerin herhangi bir toprak parçası olmadığını, cennet vatanın paha biçilemez olduğunu ve kefensiz yatan şühedanın incinebileceğini ondan öğrenmedik mi? Bu vatanın “mabed” demek olduğunu bize hangi metin haber verdi?

Görüldüğü üzere İstiklâl Marşı’mız iyiden de öte. O öyle bir metin ki, bu metin tuttu, bize bu derneği kurdurdu. Kurdurdu da ne mi oldu? Allah’a kul olmayı insan olmaktan, vatandaş olmaktan ve her şeyden üstün tutan insanları bu son ocakta bir araya getirdi. İyiliği emreden ve kötülükten de sakındıran bu insanlar neyi özlüyor? Kendi vatanlarında hür ve özü gür olarak yaşayıp vade dolduğunda da canlarını ancak Müslüman olarak vermeyi özlüyorlar. İtikatlarını ve imanlarını gayrı safi milli hâsıladan alacakları paydan üstün biliyorlar. Çünkü biliyorlar sahih bir iman sahibi olmak için vatan sahibi olmak gerektiğini.

Ve biliyorlar, bir kötülükle karşılaşınca onu elleriyle düzeltmeleri gerektiğini. Ona güç yetiremeyip de dille müdahale etmek istemiyorlar. Hele buğz ile yetinmeyi hiç istemiyorlar.

Çünkü biliyorlar, Türk olmak kötülüğe eliyle mani olmayı gerektirir.

Hepinize beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. Ve’s-selâm…

 


***

HAMDİ ÖZYEL:

İstiklâl Marşı Derneği kurulalı iki yıl oldu. Bunun anlamı şu: İki yıldan beri Türkiye’de İstiklâl Harbi’nin kazanımlarının berhava edilmesine iştirak etmenin, göz yummanın, görmezden gelmenin Hesap Günü “hesabı sorulacak bir cürüm” olduğu bilincine sahip olan insanların bir araya gelmesiyle teşekkül etmiş bir ocak var. İtikadımızın gereğini ifa etmenin dışında bir kazancın peşinde koşmayanların ocağı. En azından İstiklâl Marşı Derneği’nin böyle bir mahiyete sahip olmasını istiyoruz, sahip olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu ocağın tütmesinin kime ne yararı var? Her şeyden önce sadece İstiklâl Marşı Derneği çatısı altında telâffuz edilen şu ifadeyi tekrar etmeyi bir zaruret addediyorum: “Türkiye ile irtibatımız İslam’la irtibatımızdır ve tıpkı dün olduğu gibi bugün de Türkiye’de Türkiye ile İslam itikadını dışarıda bırakmak suretiyle de bir irtibat tesis edilebileceğini iddia edenlerin aslında neyi tesis etmeye çalıştıklarını İstiklâl Marşı’na müracaatla kolayca teşhis edebiliriz.” Ancak, kim böyle bir teşhisin peşinde? Kimin böyle bir derdi var? Bu, doğrudan bizlerin kazancımızı nerede aradığımızla ilgili. Eğer uluslararası bir şirketin Türkiye mümessilliğini yapıyorsanız ya da meselâ geleceğinizi dünyanın yerel bankalarından birinde edineceğiniz makam veya mevkide arıyorsanız bu durumda Türkiye’de bankacılık sektörünün gelişmesini vazgeçilmez addedip kapitalizmin semirmesine hizmet etmeyi kaçınılmaz görmek zorundasınızdır. Dolayısıyla mesele, neye talip olduğumuz meselesidir. “Şehit oğlu” olmaya mı yoksa bilmem ne şirketinin bilmem nesi olmaya mı? İstiklâl Marşı bize “Sen şehit oğlusun, incitme -yazıktır- atanı” dediğinde biz kendimizi bu hitabın muhatabı kabul edip gereğini yerine getirmeyi mi kendimize dert ediniyoruz yoksa bütün yapıp ettiklerimiz Türkiye’nin “cennet vatan” oluşunun artık devri kapanmış eski bir teranenin dillendirilişinden başka bir şey olmadığına mı matuf? Bu, yeni olanı iyiye bakarak mı yoksa iyi olanı yeniye bakarak mı tanıdığımızla son derece alâkalı. Bizler yani İstiklâl Marşı’nın mânâsını idrak etme zaruretinin can alıcılığına işaret edenler “Yeni ise iyidir” demeyen, “İyi ise yepyenidir” diyenleriz. Ve bu sözü, Türk oluşumuzu İslam’la kurduğumuz itikadi ilişki bağlamında kavrayabileceğimiz gerçeğinin bize sağladığı güvenle söylüyoruz. Eğer Türk olmayı dünyada bulunuşumuzu anlamlı kılan yegâne hakikat olarak görmeseydik, eğer Türk olmanın cennete gitmek için yanıp tutuşmak mânâsına geldiğini öğrenmiş olmasaydık biz de başkaları gibi “Yeni ise iyidir, yepyeni ise mükemmeldir” diyenlerin safında yer tutmakta gecikmeyecektik. Ama Türklüğümüz bizi bundan alıkoyuyor. Türk olmanın bize bir üstünlük sağladığını, Türklüğe dâhil olmanın üstünlüğe talip olmak mânâsına geldiğini kabul edişimiz iyiyi yeniye bakarak değil, yeniyi iyiye bakarak tanıyacağımız bir alana sahip çıkmaya götürüyor bizi. Bu alan İstiklâl Marşı’nın tayin, tavsif ve tahdit ettiği alandır. Bu açıdan bakıldığında aslında işimiz hiç de zor değil; sadece İstiklâl Marşı’nı merkeze alan bir tavra sıkıca bağlanıp, bu tavırda direnç göstermeyi ve hükmün Allah’a ait olduğu hakikatine riayetle duada sebat etmeyi güzel bir sabırla sabretmek bilen insanlar olmamız yeterli.

“Yeni ise iyidir” demeyeceğiz; çünkü aldanışa rıza göstermek gibi bir zaafımız olamaz. “İyi ise yepyenidir” diyeceğiz; çünkü aldatmayı bir kazanç sayacak değiliz. Oysa dünyada aldanmışlığa rıza gösterenlerin, aldatanların kampında yer almak için çabaladıkları bir düzen yürüyor. Bir kez yeninin iyi olduğu yalanını yuttuğunuzda dünya hayatının gerçekte neye tekabül ettiği konusunda bönleşmeniz kaçınılmaz hâle geliyor. Müsaadenizle bunu bir misalle izah etmeye çalışacağım. Daha geçen hafta haber kanalları Vatikan’ın dünya ekonomisinin içine düştüğü krizden kurtulmasının ancak İslamî bankacılık sisteminin yaygınlaştırılması ile mümkün olacağını ifade ettiğini bildirdiler. Bu, adına “İslami bankacılık” denen aldatmacanın hakikatte kimin değirmenine su taşımak için icat edilmiş bir tezgâh olduğunu açıkça ortaya koyan bir vakıa. Kâfirin böyle hesaplarla gemisini yüzdürmeye çalışmasında şaşılacak bir şey yok. Şaşılacak şey, Müslümanlık iddiasında bulunanların, kâfirler “Hepimiz aynı gemideyiz, bak gemi yüzmekte zorlanıyor, sen de bu işin bir ucundan tutmalısın” dediğinde, buna şaşırmamasıdır. “Bu kimin gemisi, biz ne zaman aynı gemiye bindik?” sorusu sorulmuyor; zira bu soruyu soracak bir millî varlık henüz doğmadı. “İyi ise yepyenidir” diyebilecek olan ancak bir millet olabilir. Bir millet varlığı mevzubahis değilse eğer, orada sadece “Yeni ise iyidir” diyen ve yegâne özelliği mekânda yer kaplamaktan ibaret olan bir kütleden söz edebiliriz.

İstiklâl Marşı yepyeni bir metin olarak önümüzde duruyor. Görecek gözü, işitecek kulağı olanlar için.


***

MUSTAFA TOSUN:

Selâmün Aleyküm,

İnsanoğlu geç kalmış yaratık olarak tanımlanır. İnsanın geç kalmışlığı cennetten kovulması, çıkarılması ve yeryüzüne indirilmesi ile alâkalı olsa gerek. Bu mânâda geç kalmış olan bir yaratığın kendi ürettiğini varsaydığı bir “doğru”nun olabileceğini düşünmesi mümkün değildir. Çünkü geç kalmaya ve dünya hayatına mahkûm insanın ilâhi bir dayanak olmaksızın iyiye dönük bir gelişme gösterebilmesi mümkün değildir. İnsan hayatında bir dayanak arandığında bu, ancak ilahi kaynakta bulunabilir. Çünkü doğru, iyi, güzel ancak Allah tarafından bildirilenlerdir. Bu mânâda mü'minler, peygamberler aracılığıyla insanlara ulaşan bilgi birikimini esas saymak zorundadırlar. Bunun için öncenin, öncekilerin yapıp etmeleri bizler için dikkatten kaçırılmaması gereken önemdedir. Aksi takdirde ilâhi kaynağa dayanmayan bir yenilik iddiasının ucu putperestliğe varır.

"Güneşin altında yeni bir şey yok!" sözünü duymuşuzdur. Bu sözden anlaşılacağı üzere kişinin kendisiyle başlatılabilecek yeni bir şey ortaya çıkardığını ileri sürmesi, bu suretle kendisinden öncekileri birer hödük olarak görmesi, kendi kofluğuna apaçık bir delildir. Çünkü her düşünce gücünü geçmişten bu yana taşınan devamlılık, köklülük ve toprakta kök salmışlığından alır.

Yeninin karşıt anlamlısı gibi kullandığımız eskiye gelirsek: Eski, artık eskisi gibi olmadığı, olamadığı için terk edilmek istenendir. Eskinin maruz kaldığı yeni durum işimize gelmemeye başladığı için “yeni”den bize eski duruma uyabilecek bir etki ulaşması beklenilir. Eskimek eskisi gibi olmamaktır. Bu mânâda eskisi gibi oldurmayan bir yenilik “iyi” olarak adlandırılamaz. Ancak yapılan şey, eskiden beri iyiliği görülen şeye ulaşmaya dönükse bu yepyeni bir şeydir.

Modern zamanlarda yenilik kavramının anlam çevresini moda, modernlik, post-modernlik, popüler kültür kavramları kuşatmıştır. Bu bağlamda geçerli olan "moda" olan, popüler olandır. Kapitalist anlayışta iyiyi tespit müşterinin tercihine bırakılmıştır. Bu şekilde "iyi" kavramı, yerini "geçerli" kavramına terk etmek zorunda kalmıştır. Hesap gününe inananların, popüler kültür bataklığı karşında iyiye değil de yenilik adına geçerli kılınmak istenene tabi olmayı tercih etmeleri, hesaplarını veremeyecek hale gelmeleri mânâsına gelecektir. Hesap gününe inananlar için tâbi olunacak olan, esaslı olan yani “iyi” olandır.

Ancak buna karşılık bizdeki birçok yenilik eskinin tasfiyesi için yapılmıştır. Meselâ yeniçeriliğin ıslahı yoluna gidilmemiş, Nizam-ı Cedid adında yeni bir ordu ihdas olunmuş ama Nizam-ı Cedid’den beklenen fayda sağlanamamıştır. Yine, Dâru’l- Fünûn’un medreseye dayandırılmaması nedeniyle üniversiteler de esastan yoksun bırakılmıştır. Tüm bu çabaların sonucunun iyi olmadığı izahtan varestedir.

İyi ile yepyeninin kopmaz bağına en güzel örneğin zikredeceğim şu hadisle verilebileceğini düşünüyorum: Sahâbe’den biri, “Biz Resulullah (sav) ile beraberken bize yağmur isabet etti. Efendimiz elbisesini açtı, bedenine yağmur isabet etti. ‘Bunu niye yaptınız?’ diye sorduk. ‘Çünkü onun Allah ile olan ahdi daha yeni, daha taze’ buyurdular.”

Yani binlerce yıldır güneşin yeniden doğmasına, ağaçların yeniden yeşermesine, yağmurun yeniden yağmasına hep yepyeni gözüyle bakmak gerektiğini anlıyoruz. Ancak modern zamanlarda yaşayan insanlar için ise Peygamberimizin sünnetine ittibâ edilmediğinde muhatap olunacak dizeler şunlar olsa gerek:

“Eskiler iz sürerdi.
Biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar.”

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim.