MUKADDEME 2

Edebiyat tarihini ülkenin tuhaflığına nazar atfederek tersinden yazma cüretkârlığı içine düştüğümü tekrar ile devam etmeliyim. Bir de bunu benden başka birinin yazmasına özlem duyduğumu tekrar etmek isterim. Ülkeye bakışım demek bu ülkenin hangi sebeple ne olursa olsun tuhaflaşmış, cebren ve hile ile tuhaflaştırılmış insanlarına bakmam demek. İnsanlara bakarken şahsıma da bakmış oluyor muyum? Ben de onlardan biri miyim? Olsa idim emeğimi, emeğimin en nitelikli kısmını şiire hasreder miydim? Ben tuhaflığı irkintiyle karşılıyorum. Oysa tuhaflaşmaları, hem cebren, hem de hileyle tuhaflaştırılmaları yüzünden olsa gerek tuhaflıktan gayet tuhaf bir zevk alıyor bu insanlar. Zevk dememek için türetilmiş “beğeni” kelimesini inatla sahip çıktıkları zevksizlik sebebiyle “takdir” anlamında kullanıyorlar. Sual edilecek ve sıkıca sorguya maruz bırakılması gereken mevzuu her gün biraz daha çeşitlendiriyorlar. Neler olmuş da böyle şeyler vuku bulmuş? Asrilik sadece Türkleri mi esir almış? Dünyanın en tuhaf, izahı en zor olan insanları niçin Türkler? “Etrak-ı bi-idrak” oluşları yüzünden mi? 

Bir esrar perdesinin Türkler üzerine gerildiği gerçek. Ne yapalım? Bir babayiğidin çıkıp bu esrar perdesini aralayacağı, kaldıracağı düşüncesinden mi medet umalım? Bu babayiğit bir sanatçı ve hele de bir şair olabilir mi? Yoksa dedektiflik yapıp olanca dikkatimizi perde gericilerin bunu âlemşümul mikyasta suçlarını gizlemek, daha da ötede suçlarını beğenilir kılmak için yaptıkları noktasına mı çevirelim? Yer sathında Türkleri istismar ederek yevmiyeyi doğrultanlar suçlarını beğendirirlerse ne olacak? Şiirle ve sanatın herhangi bir dalıyla münasebetimizin derecesi ne olursa olsun suçun beğenilmesinin şimdiye kadar ne sonuç verdiyse yine o sonucu vereceğini aklımız almalıdır: Suçlar beğenildiği kadar zalimler tahtlarını, taçlarını muhafaza edecekler; daha da vahimi böylece bütün insanlarda saklı duran masumiyeti ve meşruiyet özlemini takbih edebilecekler. Masumiyet ve meşruiyet kınanacak. Bu da insanların içinde saklı duran çağrıya açık, davet alabilir tarafın itlafına yol açacak.

Demek ki, dünya hayatında kimin kime hükmettiğinden ve hükmedişin hakkaniyetinden daha büyük bir mesele yok. Davet almak kişiye bu meselenin neresinde bulunduğu haberinin ulaşmasıyla başlar. Hüküm sahibi olarak tarih sahnesine çıkan Türk milleti hangi vetirede kimin veya neyin hükmü altına girdi? Gerek asriliğin Türk milletini esir alışından itibaren neler olduğunun ve bütün bu olan bitenden bilhassa benim ne anladığımın cevabını bulmamız ve gerekse milletçe duçar olunan tuhaflığın hem mahiyetine, hem keyfiyetine vâkıf olmamız için Ahmet İzzet Paşa’nın Arnavut Kralı tacını reddedişinin gerekçesine bakmamız yetecektir. “Attan inip eşeğe binemem” dedi Ahmet İzzet Paşa. 

Lâfın dibine inersek orada asırlar boyu kendini bir tür at, bir tür eşek, bir tür katır sırtında farz eden kimselerin cenderesi altında bırakılmış bir Türk milleti bulunduğunu görürüz. Lâfın dibine inelim. Bunu ancak ters istikametin farkına vararak yapabiliriz. Biz Türkler âciz, şaşkın, çürük çarık insanlar değiliz. Hiçbir çağda öyle olmadık. Şerefimiz sağlamlığımızdadır.  Olanca sağlamlığımız da iki kez vatan edinme şerefimizde saklıdır. “Önce Vatan” diyerek ele geçirdiğimiz vasıflarla cümle küfür âlemini yılgınlığa sürükledik. Gün geldi ki, “Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i” diye türkü yakmak zorunda bırakıldık. Kâfirlerin Türklerden yılışları yüzünden asırlardan beri hangi sahayı göz önüne alırsak alalım (politik, ekonomik, artistik, akademik) o sahada Türk milletinin başındaymış gibi görünme haline her çağda bir fiyat biçildiği vaki. Bu fiyatı ödeyenler kimler olursa olsun, meblâğın cinsi ne olursa ve kaynağı neresi olursa olsun bu fiyat bütün çağlarda çok, gerçekten çok yüksek bir fiyattır.  

Türklerin başında bulunmak nedir? Türklerin başına nasıl geçilir? Türklerin başı olmak ne anlam taşımaktadır? Nasıl bir anlam taşımaktadır? Ne ve nasıl? Bu ikisinin beraberliğine dikkati ihmal etmeyelim. Acaba Türklere baş olma işine talip olanlar çağlar boyu hareketlerine Türklerin belli bir sahada, belli bir şekilde yükselmelerinin getirisine göz diktikleri için mi bir zamanlar yön verdi ve çağımızda, günümüzde halen vermektedir? Yoksa dünya siyaseti çağın isterleri gereğince Türklerin başına bir kadro taşımakta mıdır? Türkler ve iktidar arasındaki münasebetin iki veçhesi var: 

1) Gerçeğin geçerli yapıya mazeret temini suretiyle hayatın idamesine yol veren Türk tavrına açılan sahada cereyan edenler. 2) Hakk’ı gerçek, gerçeği Hakk bilerek tavrını Türkler lehine belirleyenlerin açtığı sahada cereyan edenler. Türk’e mahsus bir tarih bilinci edineceksek bunu tek millet olduğu bize bildirilen küfrün Türk milletinin yükselişinden başka bir şeyden korkmadığını öğrenerek edineceğiz. Şu bunalımlı günlerde bilinçle kavrayalım ki, Türklerin yükselme ihtimalinin doğmasına fırsat vermemek birilerinin vazgeçilmez (vazgeçerse statüsünü kaybedeceği) mesleğidir. Onlar İstanbul’un fethinin hemen akabinde ve hiç fasıla vermeden nefrete lâyık mesleklerini milletin omurgasına darbe indiren sahte yükselişler sergileyerek icra etti. 

Dünya Sistemi’nin dalaveresinde yer kapmamıza ne mani var? Neyimiz eksik? Türkçe tangolarımız, Keriman Halis’imiz, Günseli Başar’ımız, Orhan Pamuk’umuz var. Bunları ve bunlara ilâve edilebilecek nicelerini kim tuhaf karşılıyor? Hiç kimse. Bunları hiç kimse tuhaf karşılamıyor zira Cumhuriyetin ilânı tuhaflığına eklenen 27 Mayıs’ın millî bayram olarak kutlanmasıdır. Varsa işimiz bunlardan kaçınılması mümkün ve giderek zaruri olmasına rağmen hepimize bunlarla yaşamanın kaçınılmazlığını dayatanlarla uğraşmak olarak var. Artık 27 Mayıs kutlamaları tarihe karıştı diyerek teselli buluyorsanız haliniz berbat ve durumunuz çok kötü. Yani görmeniz gereken tedavi uzun zaman alacak. İçinde üzerinden ve ruh âleminden her iki tuhaflığı da atma niyeti barındıran Türkler bir geleceğe hizmet sunulabilecek azık temin ile mükelleftir.

İsmet Özel, 19 Ekim 2018


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.