MÜELLİFİN İKAZI

Zihin başka bir şey yapmaz; sınıflandırır. Zihinden, insan zihninden, insana mahsus zihin diye bir şeyden ne zaman söz edilebilmiş ise bu vakıa mezkûr cevherin sınıflandırma gücünü gösterebilmiş oluşu sebebiyle tahakkuk etmiştir. İnsan olma mertebesi bir zihin mertebesidir. Kişinin oburluktan vazgeçip yalnızca leziz yemeklere rağbet eder hale gelişinin onun zihin gelişimiyle, insan karakteriyle bir bağı yoktur. Beri yandan insanlık mertebesine ulaşandan başkasının nesnelerin ve fiillerin helâl mi, haram mı olduğu sınıflamasına rağbet etmediğini görürüz. 

Hangi çağdayız sualine cevap arayanlar helâllik, haramlık bahsine gölge düşürme derdine düşmüştür. İçtihat edelim diye tuttururlar. Kâfir çarpıtmalarının hepimizi meşgul edişine modernlik dendiğini unutmayalım. İnsanın yaratılmışlar arasında ölümü bilen yegâne tür olduğu modern söylem içinde yer alır. Nasıl oluyor da ölümü biliyoruz? Öleceğimizden haberdar olarak mı? Hayır, onu filler ve kediler yapıyor. Fillerin de, kedilerin de öleceklerini bildiklerine, kendilerine ölüm ânının yaklaştığını bildiklerine dair tevatürden haberdarız. İnsanın ölümü bilmesi bambaşka bir iş. Ölüm dışında kalan her şeyin, hayatın, hayatların tasnifine dair bir bilince ermekle ölümü biliyor insan. İnsanlar olarak bizler bir şeyi sahicilikten mahrum bırakmak istersek o şeyi kabul görmekte olan tasnifler dışında tutuveririz. Binaenaleyh gerçeklik, yani gerçeğin kendisi varlığını sınıf gerçeğine borçludur. 

Ayaklarımız ancak kimliğimizi sınıf gerçeğiyle kazandığımızı fark ettiğimizde yere basar. Çoğu kez ayakların yere basması huzursuzluk verir. Huzursuzlukla baş etmek en büyük yeri mesuliyet hissine açmakla olur. Mesuliyetten kaçan bulutlarda gezinmekten yarar umacak, bu zannıyla ömrünü tamamlayacaktır. Yürürlükteki sınıflandırmalardan istifade ederek gündelik hayatta paçayı kurtaranların kafasının çalıştığına hükmederiz. Kafası çalışanlar sınıfına sığmak istiyorsak neyi olursa olsun anlama, kavrama, bilme mevkiine devredeki tasnifin kimin işine yaradığına bakarak yerleşiriz. Tasnif etmek, sınıflandırmak, raptetmek giderek adını koymak manasına gelir. Adlandırmada bulanıklık varsa geçersizlik vardır. “Evet; ama…” diye başlayan yüzer-gezer sözlerin hepsi yalandır. Dikkatle bakın: “Evet; ama…” demiyor Vladimir Putin. Demediği nispette sonuç alıyor. Ne diyor? “Rusya ben olmasam da olur.” diyor ve ilâve ediyor: “Rusya olmaz ise ben hiçim.” SSCB yokken Rusya vardı. SSCB yok oldu, Rusya yine var. Günümüzde bir de “Emperyalizm Kâğıttan Bir Kaplandır!”, “Sovyet Revizyonist Namussuzlarına Hadlerini Bildirelim!” diye bangır bangır bağırmış olanların haline bakın. 

Kim bakacak? SSCB’yi takiben ihdas edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin akıbetini kim biliyor? Bir şey iki defa olduysa oldu. Aynı şey iki defa bittiyse bitti. Ne oldu, nasıl oldu? Ne bitti, nasıl bitti? Üçüncüsü yok. Türk topraklarının üçüncü kez vatanlaştırılma ihtimalinin bulunmadığına erecek kadar aklımız kaldıysa elimizde hangi kozun veya kozların kaldığına bakmağa takat yetirebiliriz. Türk toprakları dediğimde XIII. Hıristiyan asrında teşekkül ve giderek tekemmül etmiş şeyi işaret ediyorum. Bu şey tarih kitaplarında “Gazâ Beylikleri Dönemi” olarak zikredilir. Osmanlı muhiplerinin “fetret devri” diye andıkları kısa dönemi de sırf Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i sebebiyle buna dâhil etmenin zarureti vardır. Türk şiiri Türk topraklarının ruhundan doğdu. Bu doğuşta Gazâ Beylikleri Dönemi’nin hususi bir yeri var. İstiklâl Harbi bu yerde cereyan etti. İstiklâl Harbi bir senettir: Türklerin vatanlarından vazgeçmediklerinin senedi. 

Ben yazdıklarımı bu senedin getirisiyle yazdım. Bana ne öğretildiyse bu senedin getirisiyle öğretildi. Şimdi vatana sahip çıkmaktan başka bildiğim olmadığını dile dökmemden kime ne? Bu saatten sonra mümkün olduğu kadar çok insanın Tersinden Edebiyat Tarihi’nin değerine vâkıf olmasını beklemiyorum. Bunu istemiyorum üstelik. Beklentisiz bekleyişteki ısrarımı sadece görmeği hak edenlerin görmesini isterdim. Hak etmeyen gözlerden sakınabilirsem ne mutlu bana! Ömrümün büyük hatası eyyamcıların eyyamcı olmadıkları kuruntusuna düşmemdir. Tersinden Edebiyat Tarihi hatamı tamire kâfi gelecek mi?

İsmet Özel, 5 Ekim 2018


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.