KİM KİMİNLE ÇATIŞIYOR?
İSMET ÖZEL
.

İnsanlık olarak çatışmanın tam göbeğindeyiz. Ne çatışması mı? Küfür ve iman çatışması. İsrail’in dünya ölçüsünde edindiği destek sebebiyle küfür küfrünü her yönüyle gösteriyor. Peki, buna karşı mü’min bir şekilde kendini gösteriyor mu? Hayır, iman sahibi saydıklarımız hayatta kalabilmenin şartının şekilsizliklerini gizlemekte olduğunu sanıyor. Kendimizi fark etmek istiyorsak tarihin yükünü hesaba katmak zorundayız. III. Selim saltanatı sırasında ulemanın sıkı sıkıya bağlı olduğu “Din esastır, devlet onun fer’i olarak kurulmuştur” ilkesi Osmanlı idaresince reddedildi. Reddedilmekle kalmadı, günümüze kadar yaptırım gücünden hiç ayrılmamış bir uygulama başlatıldı.  Şiddetini bilhassa II. Mahmut saltanatı sırasında gösteren bir uygulamaydı bu. Ahali resmi memurların başlarında fes bulundurma mecburiyetini “Başımızdaki püsküllü bela” diye karşıladı. Sistem çalışıyor ve Avusturya-Macaristan’dan fes ithal ediyorduk. Toplum hayatının yukarıdan aşağıya tanzim edildiğine şahitlik ederek günümüze geldik. Rahatımız kaçıyorsa dinin değil, devletin esas olduğuna inananların fütursuz cesaretlerinden dolayı kaçıyor. Biz Türkler dinin ancak devlete hizmet ettiği ölçüde hoş görülebileceği ilkesine sadık kalanların resmi görevde yer alabilecekleri uygulamasının zulmeti altında yaşıyoruz.

Dünya yeniden bir İslâm çağına şahit olacak mı? Bu suali müspet cevaplandırabilmemiz ancak mü’minlerin kendilerini göstermeleriyle mümkün olacaktır. Mü’minlerin dünyaya ve dünyada kendilerini göstermeleri mümkün mü? Bu suale hayır cevabı verecek olursak yeryüzünde hayatlarını geçiren bütün Müslümanların kalbinin karardığına hükmetmiş, dolayısıyla Allah’tan ümit kesmiş olacağız. Eğer cevabımız evet olursa şu anda gerçek Müslümanların uğradığı eziyet yeni bir sual olarak karşımıza çıkacaktır. Yukarıda III. Selim saltanatından söz ettim. Yani bana göre menfi bir şeyden. Oysa her fırsatta yerlerinden edilen Yahudilerin değil, kentliler eliyle Osmanlı hâkimiyeti altındaki bölgeler hariç bütün dünyayı müstemlekeleştirmiş Hıristiyanların hayatlarına özenerek yürütülen Batılılaşma, İslâm düşmanlarının gözünde kutlanacak bir şeydir. Tarihe İslâm’ın temsil edilmesi ve dünyaya gerçek çehresiyle yeniden tanıtılması lehinde bir düşünceyle bakanlar Türklerin Batılılaşması vakıasını bir felâketten bahsediyormuş gibi anarlar.

Aklımız varsa tarihin yükünden nasibimize düşeni elde etmeğe bakalım. Batı Medeniyeti’nin Osmanlı Devleti aracılığıyla Türkleri mağlup ettiğini savunanlar bugün bütün İslâm düşmanlarıyla işbirliği halindedir. Dünkü özentiler bugünkü özentilere benzemiyor. Dün Türkçe tangolar bürokratların diline düşecek kadar canlıydı. Bugün eğer müzik sayarsak “arabesk” tınıların ifade gücüne inanan insanların tutkusu oldu. İşte bu değişim sürecinin bir sonucu olarak globalizmi (küreselleşmeyi) en yakınımızdakine bile anlatamıyoruz. Karşımızda kapitalizmin bir merhalesi var. Sermaye dünyanın her yerindeki finans birikimine talip. Bazı sosyalist görüşlü insanlar önce bunun dünya proleter ihtilâli adına bir fırsat olduğunu düşündü. Hâlbuki değildi. XIX. yüzyılda doğmuş “dünya proleter ihtilali” ve arkasından gelecek proleter (işçilerin) diktatörlüğü hayali Sovyetler Birliği eliyle XX. yüzyılda tarihe gömülmüştü. Her şeyden önce fabrikada çalışan işçilerin proletaryayı temsil ettikleri yakıştırması yerine oturmuyordu.

Sosyalist görüşlülerin zihnen perişanlığı karşısında sermayedarlar ve bizatihi sermayenin kendisi günden güne canavarlaşıyordu. SSCB “kültür devrimi” kavramının gölgesindeki Çin Halk Cumhuriyeti’nin muhalefetine rağmen “Barış İçinde Birlikte Yaşama” ideologisini uydurdu. Ne oldu? Takip eden yıllar içinde SSCB yeryüzündeki kapitale kucak açtı ve bir hafta içinde haritadan silindi. “Reel Sosyalizm” gözden kaybolunca bir demokratikleşme yarışı başladı. Demokratikleşme sermaye hâkimiyetinin bayramıydı. Yani globalizm düşmandan kurtulmuş sermayenin fütursuzca hareket edebileceği bir saha yarattı. Şimdi neyin neresinde olduğumuzu ciddiyetle ele almak zorundayız.

Her ferdin globalizmle çatışacak yetenekte olduğunu bilmemiz lâzım. Her fert kendindeki yeteneği keşfetmek zorundadır. İlk öğreneceğimiz şey ferdiyetçiliğin toplumsallıkla zıtlaşma halinde olmadığıdır. ABD dış siyasetinin dünyada ve bilhassa Orta-Doğu denilen yerin her ülkesinde azınlık diktatöryası kurma peşinde olduğunu bilmek mecburiyetindeyiz. Ayaklarımız yere bassın. Sermaye hükümranlığı dünyanın her yerinde cirit atıyor. Küllerinden yeniden doğmanın bir aşaması mı bu; yoksa can çekişmenin bir görüntüsü mü? Ne biri, ne öbürü. Sermaye var olabilmek için dünyayı enkaza çevirdi. Dünya şu veya bu gerekçeyle tahrip edildi.

Dünyayı geri alabilecek miyiz? Bunun bir ihtimal olduğunu düşünmek bile ayaklarımızı yerden keser. Kendimize gelelim. Müstemlekecilik de mi kendine gelsin? Bu altı boş bir sualdir. Filistinlileri öldürerek sonunu getirmek niyetindeki İsrail’in yanında yer alanlar ve müstemlekecilikten müstemlekeciler lehine sonuç çıkaranlar dünyayı göz gözü görmeyecek derekede karanlığa itekledi. Hiç mi ümit yok? Allah’tan ümit kesilemeyeceğini hatırlamanız teselli için yetecektir.

İsmet Özel, 8 Recep 1446 (8 Ocak 2025)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.