İSMET ÖZEL KİTAPLARI
İnsan her zaman kendinde değildir. Aldığı alkol, uyuşturucu, uğradığı bir hastalık, geçirdiği bir şok, bir sarsıntı, geçirdiği bir kaza veya aklımıza gelmeyen bir sebepten ötürü kendini kaybedebilir. Bu durumlarda kendini kaybeden insanla diyalog kurabilmek için onun ayılması, kendine gelmesi beklenir. Kendine gelme bahsinden kendine güvenme bahsine geçmeden önce insan oluş bahsini bir yoklayalım: Beşer olmaktan gına getirip insan olmağı hedef ittihaz ettiysek eğer dikkatimizi kendimizde toplumun açıktan kınadığı özelliklere ne ölçüde yakınlık bulunduğuna çeviririz. Yani adamdan sayılmak adam olmaktan önce gelir. Yalancılar toplumun genel kabullerine uymadıkları halde uyuyormuş gibi yaptıkları için yalancıdırlar. Peki acaba toplumun genel kabulleri dediğimiz şeyler çağdaşlaşma felâketine uğramış kişiler için eyvallah denilecek şeyler midir? İşte dananın kuyruğu burada kopuyor. Toplumların her biri birbirinden çok farklı ve çoğu kez birbirine zıt teamülleri devralmış topluluklardır. Bireylerden birinin beğendiğini diğerine beğendiremezsiniz. Şeklini alışkanlıklardan, yatkınlıklardan alan zinciri kırabilmek için hayret verici başarının veya başarıların mümessili olmanız gerekir. Sözü dinlenir kişi demek karakteri sebebiyle saygı uyandıran kişi demektir. Bu güzergâhtan ilerlersek kendine gelmekten kendine güvenmeğe geçebiliriz.
Güvenmek kendine güvenmekle başlamaz. Başarılması zor bir işe girişen kişi ya elinde bulundurduğu maddi kuvvete veya toplumun her ne sebeple olursa olsun atfettiği şöhrete güvenir. Bilek gücü olsa olsa bilek güreşinde işe yarar. Kazanan bir mükâfata konmayacaksa orada bile yaramaz. Toplum olarak tarihin bize ne verdiği ve bizden ne götürdüğü hususu bilincimizi oluşturduğu zaman kendimize gelebiliriz. Bu yüzden toplumun bilince kavuşması ihtilâller gibi acı veren bir doğumdur. Ne zaman Türk toplumu varlığının sebebini kavrar işte o zaman bilince kavuşma çağı açılmıştır. Türk toplumu niçin varlığının sebebini bir türlü kavrayamıyor? Çünkü çoğunluğun önünde büyük engeller var. Bu engellerin başında Türk olmakla Müslüman olmağı birbirinde ayrı tutmak geliyor. Bu ayrım belâsı insanlığın başına Hıristiyanlık eliyle açılmıştır. İsa aleyhisselâmın göğe ağmasının akabinde bugün kendilerine Hıristiyan dediğimiz insanlar kendilerinin Hıristiyan olduklarını söylemiyorlardı. Kendilerine verdikleri ilk isim Katolik yani cihanşümul idi. Yani hangi kavme mensup olursa olsun herkes bu itikada dâhil olabilirdi. Oysa Yahudi olmak, Yehud’lu olmağı, Yahudi kavmi içinde değerlendirilmeği gerektiriyordu. İsrail oğulları Mısır’dan çıkışları akabinde zaruret gereğince mensubiyetle aidiyeti birbiri içinde kaynaştırmışlardı.
Tarihin akışı yüzünden takip edilen güzergâh bütün insanları belli konumlar içinde yer almağa icbar etti. Türkler Allah’ın askerleri olarak yerküre ölçüsünde şöhrete kavuştu. O kadar ki Türk kelimesi Avrupa’da İslâm anlamına geldi. Gayri-Müslim kitlelerin zihni bu bakımdan hâlâ karışıktır. Çeşitli sebeplerden ötürü bir kavmin kendi iç dayanışması din birliğinin önüne geçti. Tarihin her uğrağında “çeşitli sebepler ”den biriyle karşılaşırız. Martin Luther eğer İncil’i Almancaya tercüme etmeseydi bugün bir Almanca edebiyat olmayacaktı. Alexandr Puşkin Rusçanın gelişimiyle hassaten ilgilenmeseydi Rus edebiyatı dünya edebiyatına tesir edemeyecekti. Yunus Emre’den itibaren modern zamanlara kadar Türkçe yazanlar Tanzimat Fermanı daha 1839’da okunmadan Divan Edebiyatı’nı terk etmişlerdi.
Türklük hem içeriden, hem dışarıdan saldırı altındadır. Dünyada akademik hayata yön veren çevreler hem Gaza Beylikleri dönemini ve hem de Osmanlı Devleti’nin geçirdiği istihaleleri ciddiyetle tetkik etmekten imtina ediyor. Niçin? Endülüs Emevileri ’nin başına gelen her ne ise onun bir benzerinin de Türklerin başına gelmesini ümit ettikleri için. Türk bahadırlarının içinden gayri-Müslimlerin heveslerini kursaklarında bırakacak bir topluluk çıkacak mı? Çıkacağını işaret eden bir belirtiye çok istediğim halde ben rastlayamadım. Yine de İstiklâl Harbi’nin sona ermediği kanaatindeyim. Türk milleti I. Cihan Harbi’ne “seferberlik” adını verdi. Türk varlığını tarihe gömme çabalarına karşı milletçe seferber olduk. İstanbul’un beş yıl işgal altında kalmasının sonunda müttefikler karşımıza “Lozan zafer mi, yoksa hezimet mi?” sualini çıkardı. Nasıl oluyordu da Türk boğazlarını beynelmilel güçlerin denetimine bırakan anlaşma Türkiye’nin tapusu sayılıyordu? İlginç olan Türk milletinin II. Cihan Harbi’ne İtalyan veya Japon Harbi değil de Alman Harbi adını yakıştırmasıdır. İşin özünde bu isabetli bir yakıştırmadır.
İsabetlidir çünkü II. Cihan Harbinde de Almanlar tıpkı I. Cihan Harbi döneminde olduğu gibi Dünya Sistemi’nin metropolünü Londra’dan Berlin’e nakletmek arzusu içindeydiler. Bunun belirtileri Hitler’in Führer unvanı alması öncesinde ortaya çıkmıştı. Hıristiyan takviminin 1932nci yılında yani Nasyonal Sosyalist Parti’nin iktidara gelmesinden bir yıl önce bilim, sanat, felsefe alanında dünyadan tasdik bekleyen kişi kendini bilhassa Berlin’de ispat etmek zorundaydı. Sırayı NAZİ tatbikatı kadar düşüncesi de şaşırdı: Kendine güvenmeyi kendine gelmenin önüne koydu. Immanuel Kant’ın yetişmesine imkân veren bir kültür ortamı ABD’nin, SSCB’nin, Britanya’nın ve Fransa’nın işgali altında yaşamanın yolunu buldu: Bu yol Dünya Sistemi’nin bütün dayatmalarına boyun eğmekten başka bir şey değildi.
Türkler tarihin kendilerine biçtiği yerin bilincine ermeden başarıya ereceklerini ummasınlar. III. Selim saltanatından günümüze kadar bir tarihi hatanın içinde debelenip durduk. Kendi hatamızdan ibret almak işimize yarar mı? “Sadece ahmaklar kendi hatalarından ders çıkarır” diyor Otto von Bismarck ve şöyle devam ediyor: “Bilge kişi dersini başkalarının hatalarından alır”. Onun Almanların bir yüzyılı aşkın zamandır dik durmalarına sebep olan ve Türkçeye “kültür savaşı” diye tercüme edebileceğimiz “Kulturkampf”ı baştan ayağa sakatlıktı. Avrupalı gerçekten bir kültür savaşı verecekse bunu İslâmî olmayan her şeye ve bilhassa Hıristiyanlığa karşı vermek zorundadır. Hıristiyanlığın bir mezhebinin diğerine üstün olduğunu iddia etmek, asıl Hıristiyanlığın Katoliklikle değil, Protestanlıkla gerçekleşeceğini sanmak yükselmeyi bir kamburun üstüne başka bir kambur eklemekle sağlanacağına inanmak kadar tuhaf ve kötücüldür.
Türkler Batılılaşmadan ne kadar uzak durabilirlerse o kadar kendilerine gelebilecek. Kendilerine geldikleri miktarda da kendilerine güvenecekler. Kendine güvenmeyen millet üzerinde yaşadığı toprakların, avlandığı denizlerin, göllerin, akarsuların, ormanların, hâsılı hizmetine sunulan nimetlerin nimet olduğunu fark edemez. Allah’tan ümit kesmemek vuku bulan her şeyde bir hayır saklı olduğuna derinden inançtır. Tarihin her momentumunda Allah’a ibadet etmeği ve Allah’tan dilemeyi birinci sıraya koyan Türkler beynelmilel münasebetlerde makamlarını yükseltti. Tersinin gerçekleştiğine ise daha çok şahit olduk.
İsmet Özel, 13 Şaban 1446 (12 Şubat 2025)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün