DUALAR HANGİ DİLDENDİR?
İSMET ÖZEL
.
Şöyledir Cevdet Çağla’nın çocukluğumdan beri bildiğim Hüzzam Makamında şarkısının sözleri (H. Münir Ebcioğlu):
    Şu göğsüm yırtılıp baksan, dikenler aynı güldendir
    Şikâyet bilmeyen kalbim, kanar hep aynı eldendir
    Bu dertten kurtulan yok mu, dualar hangi dildendir
    Nakarat

Çocukluğumda “Dualar hangi dildendir?” suali, ifadenin cazibesine rağmen, beni tedirgin ederdi. Zira bir dinin diğer bir dine geçerlilik alanı açmasından rahatsız olurdum. Şu anda bir tedirginlik duymuyorum. Duyduğum bir huzursuzluktur. Dileklerinin gerçekleşmesi uğruna Müslüman bilinen alt tabakadan ahalinin mum yakıp yaktıkları mumu Hıristiyan azizlerinin heykelleri dibine bıraktıklarına şahit oldum. Bu yetersizliğe bütün şarkılarını, yani buna andığım şarkı da dâhildir, sevdiğim Cevdet Çağla’nın bulaşmış olması beni tedirgin ediyor.

Devlet III. Selim saltanatıyla birlikte Avrupa devletleriyle aynı hizada yer almağı hedef ittihaz etti. Bu kabulleniş Tanzimat’la taçlandırıldı. Birinci ve İkinci Meşrutiyetle İlahî karakter kazandı ve hâlâ değerini koruyor. Şimdilerde Batı ülkelerinin ahalisi Müslüman bilinen ülkelerde halkıyla belki hiçbirimizin rağbet etmeyeceği bir tür irtibat sağlamış bütün yöneticileri tasfiye ettikten sonra Gazze-İsrail çatışmasını başlattığına dikkatini çeviren yok. Dünya değirmeni çok büyük miktarda ve çok az elde birikmiş sermayenin temin ettiği suyla dönüyor. Sermaye en büyük harcamasını günlük hayatımızı idame ettiren nesne ve hissiyat alanında yapıyor. Tercihlerini mezun olduktan sonra işsiz kalıp kalmayacağı hesabıyla yapanın tahsil hayatı boyunca “üniversiteli” olup olmayacağına kendiniz karar verin. 

Eğer dünya hayatımızın hesabının ahirette sorulacağına inanıyorsak içine düşeceğimiz en büyük hata işlerimizi dünya işleri ve ahiret işleri diye ikiye ayırmak olacaktır. Samimiyetimiz böyle bir tasnife el vermez. Akıldan çıkarmamalıyız ki, elimizden çıkan her işin, başımızdan geçen her olayın mânâsına ahirette vâkıf oluruz. Yani irili ufaklı tüm işlerimiz ahiret işidir. “Dinime tân eyleyen bari Müselman olsa” denmiştir. Çünkü mesuliyet hissine yabancı kalana Müslüman denmez. Gelin görün ki, Müslümanların çoğunluğu mesuliyet hissinin içini dışına çevirdiler. Bir İslâm Medeniyeti olduğu ve bunun bütün İslâm hâkimiyeti dönemlerini kapsadığı fikrine saplanmışlar. Mesuliyet hissinden uzaklaşmayan Müslümanları bunaltan bir medeniyet rüzgârı estirmeğe çalışıyorlar.

Estirilen gerçekte kapitalizmin türettiği hegemonya rüzgârıdır. Kapitalizmin hegemonya rüzgârı insanlar üzerinde fırtına tesiri uyandırmak için sarsıcı bir biçimde esmez. Günü birlik ilişkilere nüfuz eder ve böylece insanın bir tabiatı varmış izlenimi uyandırır. “Moda o kadar çirkin bir şeydir ki,” demiş Oscar Wilde, “ona ancak altı ay katlanabiliriz ve başımızdan savarcasına hemen değiştiririz.” İlk bakışta yerinde bir yargı gibi görünüyor; ama Oscar Wilde modanın modasının geçmediği gerçeğini görmezden geliyor. Bir şeyin modası geçiyor. Burası doğru; ama modası geçen şeyin yerini bir başka şeyin alması önlenemiyor. Önlenemiyor mu gerçekten? Kur’an bize önlenebileceğini öğretmek üzere nâzil oldu. Nitekim Müslümanların bir reşit halifeler dönemi var. Müslümanlar yönetici bir güç olarak insanların tümüyle ilişkilerin nasıl kurulabileceğinin numunelerini gösterdi. Geçen zaman içinde Ebubekir, Ömer, Osman, Ali Cuma hutbelerine hapsolundu. Müminlerin emiri olarak bilinen kimseler kendi otoritelerinin devamına yarar hususları öne çıkardı. Geri plana itilen Muhammed ümmetinin serpilip gelişmesiydi. Bu durum sayıları küçümsenemeyecek Müslümanları uygulama alanında Kur’an-ı Kerîm’in sansür edilmesi sonucuna sürükledi.

Bu demekti ki, İslâm Ümmeti hem dışarıdan, hem içeriden kuşatma altındaydı. Batı dünyası şeytani güçle donanmayı mahzurlu bulmayan şarkiyatçılar eliyle Müslümanların zihin karmaşasına uğraması faaliyetlerine mühimmat taşıdı. İngiliz ordusu Filistin’i ele geçirdiği zaman bunu -yani görünüşteki düşmanlarının zaferini- başarı sayan Viyanalılar şampanya kadehleri tokuşturuyordu. Vaziyet Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılında bir milimetre yerinden oynamadı. Gazze şeridi felâketinde Batı zerrece fire vermeden İsrail’in yanında yer alıyor. Türkiye ülke ve millet olarak rüştünü ispat edemedi. Yüz sene boyunca Türklerin başında bir yönetici zümre bulunup bulunmadığını merak ediyoruz. Cevabını aradığımız sual Türk topraklarında karşımıza çıkan bütün sakatlıkların kimin eseri olduğu noktasına sürüklüyor bizi.

İsmet Özel, 3 Rebiülahir 1445 (18 Ekim 2023)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.