BENİM YAREM GİBİ…
İSMET ÖZEL
.

Kedi kıçını görmüş ve amma da büyük yaram varmış demiş. Hayvan psikopatolojisi hususunda söz söylemeye yetkili değilim; yine de bir kedinin aklından böylesi bir cümle geçirebileceğine ihtimal vermiyorum. Biz insanlar “teşhis ve intak” sanatına antik çağdan beri tutkunuzdur ve insana mahsus tuhaflıkları hayvanlar, giderek bitkiler üzerinden dile getirmeğe bayılırız. Tıpkı sineğin boynuzuna konduğu öküze “Çok mu ağır geldim?” sualini tevcih ettiğini tasavvur ettiğimiz gibi.

Teşhis ve intak sanatı düşkünü olarak bildiğimiz insan bir muamma mıdır? Bu suale evet cevabı verirsek bünyemizde insanların tümünün bilmesinden hoşlanmayacağımız hususiyetler olduğunu itiraf etmiş oluruz. Cevabımız hayır olursa, olan biten her şeyin kabahatini insan ilişkilerindeki bozukluğa bağladığımız anlaşılır. Bu bahiste ulaştığım son kanaat insanın muamma olup olmadığı sualinin cevap yerinin boş bırakılması gerektiğidir. Anlatmak istediğimiz şeyin en kolay anlaşılabilir hale girmesi uğruna suale evet veya hayır cevabı yakıştıracağız. Neyi anlatmak istiyoruz? Bir Nebi, bir Resul, bir Peygamber olsaydık insanlara Allah’ın yalnızca bizi haberdar ettiği mânâlar âleminden haberler taşıyacaktık. Bir âlim olmamızın da aynı sonuca rücu edeceğini biliyoruz. Algı gücümüzün bir Peygamber veya âlim seviyesine yükselmediği durumda da insanları ulaştığımız hakikat derecesinden haberdar etme arzusu içimizde kabarabilir. Bu durumda sanatla irtibat kurarız. Ya bir sanat eseri ortaya çıkarma çabasına dalarız veya ortaya çıkmış bir sanat eserine lâyık ruh gayretini sahipleniriz. Sanatçı ve sanatsever aynı ortamda teneffüs eder. Modernlik de şimdiye kadar sanatı sevmenin vacip olduğu fikrinden güç ve cesaret almıştır.

Sanat insanı derinlemesine tetkik eder. Beethoven “Benim gözlerimle işittiğimi siz kulaklarınızla göreceksiniz” demişti. Duyguların birbiri içine dalmasından hâsıl olan bu “correspondance” modernliğin belâlarını Avrupa çerçevesinde bize mazur ve giderek makbul gösterdi. Bu duygu tersliğine yeter demenin zamanı çoktan geldiği halde hegemonyanın baskısı altındaki genel eğilim modernliğin post-modern tarzda veya bir başka adlandırma altında –meselâ post-kolonyalizm- devamına (kaldı ki, gerek post-modernlik ve gerekse post-kolonyalizm tesirini kitlelere nüfuz ettiremeden cazibesini kaybetti) meyletmekten yanadır. Yahudiler kendilerine mahsus kültürü Allah’ın birliği inancının önüne geçirerek, Hıristiyanlar ise Hz. İsa’yı Rab bellemek suretiyle putperest Roma’nın Sezar’a tapma itikadını canlı tutarak kurtuluşlarına vesile olabilecek sırat-ı müstakim yolunu tıkadı. Zor yaşama şartlarının müstemlekecilik hileleri vasıtasıyla üstesinden gelen Avrupa dünyanın ihmal edilebilir ve edilmiş bir yeri iken Dünya Sistemi’nin metropolü haline geldi. Saygın kişiler (ekonomik değil) mali güce erişmiş olanlardı.       

Ekonomik gücümüzü kullanarak mali güçle erişilmiş refahı geri plana itebiliriz. Nasıl yapabiliriz bunu? Sanatın kıymetini bilerek… “Sanatın kıymetini bilme” telâffuz edilerek hal yoluna konabilecek bir şey değildir. Belirleyici rolü toplumun yapılan iş hakkındaki kanaati oynar. Toplumu teşkil eden bütün insanlar içine hile girmemiş her işte iyi ile kötüyü ayıracak seviyeye ulaştıklarında tutturdukları ölçü sanat eseri için de geçerli olmağa başlar. Şimdiki sefiller XV. Hıristiyan yüzyılında temelleri döşenen yapının acısını çekiyor. Antik çağın kültürel mirası İtalyan Şehir Devletlerinde teksif olmuştu. Antik çağın kültürel mirasına konmak hem ham madde ithalatının hem de mamul madde ihracatının önemini artırdı. Müstemlekeci siyaset Dünya Sistemi’ne tuz biber oldu. Çok katlı bir esaret düzeni millî bayraklarla yüceltildi. 

Millî bayraklar dediysem boşuna demedim. Çünkü insan mensubiyeti sebebiyle insandır. Yani topluca yaşayan bir öbek olmaksızın insan olmaz. Dört yaşına varıncaya kadar yerküre üzerinde konuşulan dillerden birinin derin yapısına vâkıf olamayan kimse her topluluk indinde sakat addedilecektir. Millî varlık öbeğin bilinçsiz mensubiyetten bilinçli aidiyete geçmesi suretiyle doğar. Nasıl olur geçiş? Ne zaman ki bir öbeğin mensupları denetleme yetisi edinir işte o zaman insanın fiziki, sosyal ve halet-i ruhiye bakımından sahip olduğu hususiyetlerin ötesinde bir değer kendini belli eder. Osmanlı idarecileri Türklerin kendi geleceklerini parlatmak üzere açtıkları yolu tıkamışlardır. Osmanlı idarecilerine bir hainler güruhu gözüyle mi bakmalıyız? Elbette, hayır. Hıristiyanların 1839uncu senesinden bugüne onların yaşadıkları ibret-âmîzdir. Bugün medeniyet hegemonyasının üstümüze sıçrattığı züppeliği reddedip zihninde 93 Harbi’nden ve/veya I. Cihan Harbi’ne seferberlik adı verilmesinden ders çıkarma fikrini barındıranlarla böyle fikri zihinlerinden uzak tutanlar arasında açık bir tartışma başlatmak gerekiyor. Bunun bütün aileleri tesir altına alması mümkündür.

Türk milletini bugünkü halini terk edip kendi sıhhatine kavuşturacak sihirli bir değnek yok. Sıhhate ulaşmanın yolu yaptığı işin hakkını vermekten geçiyor. Dünya tuzaklarla dolu. Bu tuzaklar yüzünden yapılan işin hakkını nasıl vereceğimizi bilmemiz imkânsız. Allah yapılan her iyiliğin ve her kötülüğün karşılıksız kalmayacağını söylüyor. Allah’a güvenmeği tavsiye etmem isabetli olur mu? Eğer bir tavsiye tavsiyede bulunanı bir ödemeğe mecbur kılmıyorsa olmaz. Boş keseli kimsenin tavsiyesi boşa çıkar.

İsmet Özel, 12 Rebiülevvel 1445 (27 Eylül 2023)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.