ÇEVRENİN GÖNLÜNÜ OKŞAYARAK
İSMET ÖZEL
.

Merkez-çevre çatışmasından söz ettim. Kapitalizmin fışkırma zamanlarından bu yana her fırsatta merkez çevre karşısında gücünü artırıyor. Fakat sanmayın ki bunu çevreyi tahrip ederek yapıyor. Merkez çevreyi tahrip etmek yerine onu çevre kılan hususiyetleri tahkim ederek canına can katıyor. Merkez gücünü her bunalımlı dönemde çevrenin gönlünü okşayarak bir basamak yukarı taşıyor. Merkez çevrenin içini boşaltıyor. Dilin bu boşaltım faaliyetine katkısı ihmal edilemez. Kapitalizm tarihinde bir dönem ülkeler gelişmiş ve geri kalmış ülkeler tasnifine tâbi tutuldu. Ancak bu tasnifin geri kalmış ülkelerin haysiyetine dokunacağı ve fakir ülkelerde bir aşağılık kompleksi doğuracağı fark edilerek tasnifte bir adlandırma değişikliğine gidildi. Gelişmiş ülkeler geliştikleri yerde kaldı ve fakat her nedense geri kalmış ülkelerden artık söz edilmez oldu. Dolayısıyla bu sefer karşımıza ileri veya gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler sınıflandırması çıktı. Yani bu masala kananlar için gün gelecek bütün ülkeler “gelişmiş” olacaktı.

Çevreyi çevre kılan hususiyetler nasıl tahkim ediliyor? Çevreyi çevre kılan hususiyetlerin başında bazı ülkelerin, çevre olarak bilinen ülkelerin çoğunun itaatkârlığı gelir. Modern çağda itaatkârlık merkezin ürettiği bilgilenme tarzını kendisine verilmiş emir sayanların fiiliyata soktukları bir edimdir. Müstemlekecilik (kolonyalizm) en kabadayı entelektüel çevrelerde bile tu kaka edildiği için sözüm ona meşruiyet içinde bir turizm var. Gelin görün ki, turizmi “yeni müstemlekecilik” olarak adlandırmanız sizi gülünç duruma düşürüyor. Kaynağını da, uzandığı yeri de bilmediğimiz ilişkiler içindeyiz. Zaman zaman tombalacılık yaparak ve zaman zaman turistlere kartpostal satarak çocuklarının rızkını temin eden adamdır sizi gülünç duruma düşüren. Modernliği insanlığın büyücünün çırağı durumuna düştüğü şeklinde düşünmek bir masala inanmaktan öteye geçmez. Masala inanmak hoşumuza gidiyor, çünkü sonunda büyücü mekânına dönüyor ve iş tatlıya bağlanıyor. Oysa modernlik dediğimiz şey tatlıya bağlanma ihtimalini yok ederek doğdu. 

Bize Avrupa’nın tanıttığı modernlik dediğimiz şey insanlığın bir hurafeden yeni bir hurafeye atlama biçiminden başka bir şey değildir. Orta Çağ veya Karanlık Çağ dedikleri dönemde gök cisimlerinin melekler tarafından harekete geçirildiğine inanılırdı. Kopernik ve Newton sonrasında gök cisimlerinin daha farklı hareket sebepleri olduğu fikri yaygınlaşınca okumuş Avrupalı meleklerin mevcut olmadıkları görüşünü benimsedi. Bu yüzden günümüzde nafileliği felsefe eliyle gösterilmiş modernliğe esastan karşı durmağı denemek yerine post-modernlik hurafesine sapıldı. Yerkürede en önemli işleri Avrupalıların yaptığına inanılan bulut içinde Avrupalıları İslâm dairesine götürecek yollar da tıkandı veya tıkalı gösterildi. Haçlı Seferleri Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında kan davası olduğu görüşünü inkâr edilmez hale getirdi. 

Evet, yaşadığımız her şeyin üstünde bir tarih yükü var ve fakat hatırdan çıkarmayalım ki, bugün yerkürede yaşanılan şeylere tarihin yükü sebep olmuyor. Eğer her gün yaşadıklarımızın bir sebebini arıyorsak, bu sebebi Dünya Sistemi’nin işleyişinde fark etmemiz gerekiyor. Merkez çevrenin kalbini kırarak yaptığı şeyleri çevrenin gönlünü okşayarak yaptığı izlenimini kolaylıkla uyandırabiliyor. Çoktan beri beslenme, barınma, örtünme insana mahsus hususiyetler olmaktan uzaklaştı. Hepsi mensup olunan sınıfın bir dışa vurumu rolü oynuyor. Atomun yapısının güneş sistemine benzer bir şey olduğunu beyan eden Niels Bohr’un Werner Heisenberg’e “Dünyanın içini dışa çevirdik” dediğini biliyoruz. Hâlbuki gerçekte böyle bir şey yoktu. Kâinatın gözle görülmesi imkânsız küçük parçalardan oluştuğu bir varsayımdan ibaretti. Bu varsayımın “bilimsel” araştırmalarda veri kabul edilişi dolayısıyla birçok gelişme karşımıza çıkarıldı. Yerkürede hayatını bilimsel varsayımlar zemininde düzenleyip sürdüren milyarlarca insan var. Oysa bilimsel olduğu iddia edilen her şey zihnimizin seviyesini yükseltmiyor, bilakis alçaltıyor. Bir izahatın bilimsel olduğuna onun akla uygunluğu yüzünden kanaat getiriyoruz. 

Akla uygunluk nedir? Ömrümüz içinde aklımızın işleyişinin sıhhatli olduğuna güvence verecek bir yetkeyle tanıştık mı? Önce bu tanışıklığı elde etmek gerekiyor. Tanıştıysak, ne şekilde olursa olsun bu bahtiyarlığa eriştiysek işimiz kolaylaşmıştır. Bizi aklımızın işleyişinin sıhhatli olduğuna inandıran yetke yalnızca faizin değil israfın da haram olduğunu söylüyor. Bu gün bildiğimiz dünyada israftan kaçınmanın cezayı müstelzim olduğunu bildiren bir kanun yok; ama olabilir. Bir gün israftan kaçınanların kapitalizmin işleyişini engelledikleri anlaşılınca Dünya Sistemi’nin lortları böyle bir kanunu yürürlüğe sokacaklardır. Merkez karar veriyor ve çevre bu kararın uygulanmasından doğan bütün istifadeyi merkeze taşıyor. Bu kaçınılmaz bir işleyiş mi? Değil. Bu gün Kızıl Haçın yanında bir Yeşil Haç yok ve Hıristiyanlıktan haberdar oluşumuzdan ötürü biliyoruz ki, olmasına da imkân yok. Vaktiyle bizi hayır kurumları ihdas etmeğe zorlayanların gücü Türk topraklarında Yeşilay’ın ortaya çıkmasına engel olamadı. Eğer geçen 400 yıl içinde “İslâmî Hayat” uğruna endişeler edinseydik elimizde Batı’nın mali gücünü kelepçe veya pranga olmaktan çıkararak imkânlar bakımından zengin olduğumuzu fark edecektik.

İsmet Özel, 5 Rebiülevvel 1445 (20 Eylül 2023)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.