TERAKÜM VE TEMERKÜZ
İSMET ÖZEL
.

Ekonomik güç mali güç demek değildir. Ekonomi doğuşu ve geçirdiği evreler bakımından insanın ihtiyaçlarıyla o ihtiyaçları hissedilmez şekle getiren vasıtaların örtüşmesidir. Tarih boyunca ekonomik güçten hem onu elinde bulunduran hem de ihtiyacı söz konusu ekonomik güce bağımlı olan her kimse o yararlandı. Oysa mali güç denince aklımıza bir toplam geliyor. Mali güç derken sadece onu elinde bulunduranın yarar sağladığı bir toplama dair bir söz ediyoruzdur. Toplam olmaksızın mali güçten bahsedemeyiz. Bu nokta itibariyle bugün yerkürenin bilhassa mali gücüne ve sadece mali gücüne güvenenin kendini idame ettirmek için aldığı tedbirler sebebiyle sıkıntıda olduğunu iddia edebiliriz. Türk milleti olarak dikkate ekonomik gücü almak mecburiyetindeyiz. Bu mecburiyeti üstlenirsek finans sahasındaki dalgalanmalar bizi şimdiki gibi etkilemeyecek. Oysa mali gücün ekonomik gücü de ifade ettiğine inanan insanların yönettiği bir ülkede yaşıyoruz.

Dikkat ettiyseniz o ihtiyaçları gideren demedim, kasd-ı mahsusla “o ihtiyaçları hissedilmez şekle getiren” ifadesine müracaat ettim. Çünkü insanoğlu doğru yoldan ihtiyaçlarının ortadan kalktığı zannıyla yaşamağı ilke edinerek sapmıştır. Birinci Dünya Savaşı milâdın 1918inci yılında sona erdi. Savaşın sona ermesi değil, savaşın cereyanı Batı Medeniyeti’nin sonunu ifşa etti. Gerçekte bir tarihte Batı Medeniyeti ortaya çıkmış olsaydı akıl düzeninin hüküm sürdüğü bir ortamdan söz edebilecektik. Oysa Büyük Savaş akla karşı bir mücadele olarak cereyan etti. Britanyalılar kendi yanlarında İtalyanları savaşa sokmak için Anadolu yağmalanırken en büyük payı onlara vaat etti. Nitekim Sevr Anlaşmasında Anadolu’nun en büyük parçası İtalyan nüfuz bölgesi olarak göze çarpar. Britanya’nın niyetlerinin bir kısmına olsun vâkıf olan İtalyanlar tek kurşun sıkmadan Türk topraklarından çekildi. Dünya Sistemi sermayenin teraküm ve temerküzüne müteveccihti. Faşizm Avrupalı için Hıristiyan 1922 yılında Dünya Sistemiyle mücadelenin bir vasıtası gibi göründü. İtalya Sistem’in belâlarını fark eden ilk ülke oldu ve başına bir “il Duçe” geçirdi. Führer (rehber) olarak ünlenmiş Hitler’in İkinci Dünya Savaşı’nı kaybedeceği aşikâr olduğu için Almanlar başbakanlıktan azledilerek hapsedilen Duçe’yi mahpustan çıkarıp kaybettiği yeri yeniden kazanmasını sağlamakla yetinmeyip bütün İtalya’yı baştan sona işgal etti.

I. Cihan Harbi’nin Batı Medeniyetine son verdiğini söyledim. Sona eren bir faraziyeydi. Dinin (daha doğrusu Katolisizmin) değil aklın hüküm sürdüğü bir medeniyet özlemi vardı. Sona eren bundan ibarettir. Katoliklikten arındırılmış Batı’nın hâkimiyet ihtirası sona ermedi, bilakis kamçılandı. Birinci cihan harbini ikincisinin takip etmesi bundandır. Birinci dünya savaşı Dünya Sistemi’ne düşman olabilecek imparatorlukların sonunu getirdi. Şimdi sıra milletlerdeydi. 1936-39 yılları arasında cereyan eden İspanyol iç savaşı ilk tecrübeydi. Birbiriyle kaynaşmış milletlerin Dünya Sistemi’ne meydan okuyamayacakları İspanyol cumhuriyetçilerini havadan bombalayan İtalya’nın ve Almanya’nın mağlubiyetleriyle ispat edilmiş oldu. Bugün dünyanın imkânları gasp edilmiş bölgelerinden Avrupa’ya kapağı atma yarışı var. Niçin? Her iki dünya savaşı sistemin imtiyazlı bölgelere ihtiyacı olduğunu gösterdi. Bu bölgeler Avrupa ve ABD idi. Eğer bu sahalara kapağı atabilirseniz can ve mal emniyetine kavuşacaktınız. Bu imkândan şahıs olarak siz istifade edemeseniz bile “can ve mal emniyetini” gelecek kuşaklara miras bırakacaktınız. Bu günlerde dünyanın yoksul bölgelerinden dünyanın imtiyazlı bölgelerine göç edebilmek için insanların niçin canlarını hiçe saydıklarını ve kolaylıkla insan kaçakçılarının avı olduklarını ve onları her gün biraz daha zenginleştirdiklerini anlamış olmalısınız. 

Dünya bir sistemin belâları sebebiyle ıstırap çekmektedir. Bir merkez çevresini denetim altında tutuyor. Bu merkez başlangıçta İtalyan şehir devletleri adını taşıyordu. Venedik, Floransa veya Napoli birer devlet olarak ticari bakımdan koloniler edinmiş idiler. Mali bakımdan esas olan sermayenin birikmesi ve mümkün olduğu kadar az elde toplanmasıydı. Dünyada mali güç eliyle ve onun menfaatleri doğrultusunda bir sistem işletilmeğe başlanmıştı. Kararlar merkez tarafından alınır ve çevrenin mutavassıt iktidarları değerlerin merkeze taşınmasının aracılığını yaparlardı. Bal tutan parmağını yalıyordu ve fakat ballar petek petek merkeze taşınırdı. Hollandalılar deniz taşımacılığından ettikleri büyük kârlar sebebiyle Hıristiyanlığın XVII. yüzyılında merkezlik vasfını İtalyan şehir devletlerinden devraldı. Dünya Sistemi’ne mahsus metropol üzerinde güneş batmayan imparatorluğun acımasız gücüyle XIX. Hıristiyan yüzyılında Hollanda’dan Londra’ya nakledildi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin inşası iki harp arası döneme rastlar. Tıpkı Franko İspanyası’nın, Faşist İtalya’nın ve Nasyonal Sosyalist Almanya’nın inşası gibi. Saydıklarımdan ilki Franko ömrünü 1975 yılında tüketinceye kadar dünya siyasetinde varlığını devam ettirdi. Diğer ikisinin varlığına II. Cihan harbinin galibi müttefikler son verdi. Her iki dünya savaşı da tüm insanlığın hayretle ve korkuyla karşıladıkları vakıaların su yüzüne çıkmasına sebep oldu. Kimdik ve kime, niçin acıyacaktık, yerimiz hangi insanların yeriydi? Bu suallere aranan cevaplar Türk topraklarında birçok mektep görmüş çevre tarafından alay edilerek karşılanan İkinci Yeni şiir akımını doğurdu. Millet olarak kim olduğumuzu hâlâ bilmiyoruz. Kendini Türk ve Müslüman olarak bilen herkes gösterişe dönük bunca vakıaya rağmen Türklüğün ve Müslümanlığın büyük bir çoğunluğu bu iki unsurdan nefrete sürüklediğini gündelik hayat içinde tecrübe ediyor. Daha korkuncu Türkler ve Müslümanlar arasındaki kopukluktur.

Dünya bir tereddüt devri yaşıyor. Neyi kaybettiğimiz hususunda tereddüt içindeyiz. İnanca bir daha, yeniden teveccüh edip etmeyeceğimizi bilmiyoruz. Gençliğinin sefih davranışlarını terk edip Katolik olan Paul Verlaine kendisinin yaşadığı günlerdeki Katoliklerden biri olmadığını ve fakat bir Orta Çağ Katolik’i olduğunu iddia ediyordu. O günden bu yana çok zaman geçti ve dünya hayal bile edilemeyecek değişimlere tâbi oldu. Yine de hiç değişmeden varlığını devam ettiren bir şey var: Mali gücün insan tutum ve davranışlarına tesiri… İtalyan şehir devletlerinin ihdas ettiği mekanizma bütün varlığıyla dünya üzerindeki mevcudiyetini hissettiriyor. Mekanizmanın yürütücü ilkesi merkez-çevre çatışmasıdır.

İsmet Özel, 28 Safer 1445 (13 Eylül 2023)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.