NASIL OLUYOR DA KONUŞMAK TARİH BİLİNCİNİN KENDİSİ OLUYOR?
İSMET ÖZEL
.

“Konuşmak” diyorum. Dil demiyorum, lisan demiyorum, lügat demiyorum. Yani insan varlığının şu veya bu durumda, şu veya bu şartlar altında doğurup, besleyip büyüttüğü geometrik ruh yapılarından değil, doğrudan insan varlığından akseden ifade-i meramdan bahsediyorum. Dikkatinizi insan varlığı tabirine çevirmenizi beklerim. Bende bu tabir modernlik özentisi bir dilin gereği olarak belirmeyip beşerden insanlığa doğru olan yolculuğa telmihtir. Sözünü ettiğimiz yolculuğun bayırları, yokuşları, zikzakları, uğrakları, menzilleri vardır. Her zorlukla beraber bir kolaylık olduğuna iman ettiysek insanın kendini bir şeyi dile getirmek zorunda hissedişine yani konuşmağa kulak vermemiz kaçınılmazdır.

Türkçe haricinde herhangi bir dilde konuşmak gibi bir mastar olduğuna ihtimal vermiyorum. Eğer öyle bir şey varsa Türk milletinin mayası konuşmaktan başka bir şey değildir. Bunun böyle olduğunu gündelik hayatınızdan kolayca öğrenebilirsiniz. Farklı mayalardan farklı milletler oluşur. Ömrün bütün hazzını at sırtında bulunmaktan alan Türk milleti atından konuşmak için inerdi. Konuşacak olanlar atlarından inmiş olurlardı. Konuştuğumuz sırada artık seferde olmadığımız bellidir. Konuşmağı ilgiye değer bulduğumuzda soydaşların aralarındaki anlaşmalarını kast etmediğimizi biliriz. İrat edilmekte olan nutka kulak verişimiz dolayısıyla da orada bir konuşma cereyan ettiği bahis konusu değildir. Demek ki konuşma sağduyu sahibi kişiler arasında hassaten vuku bulur. Ne gaye güdülür konuşmak suretiyle? Sağlıklı sonucun nasıl bulunacağı konuşmanın konusudur. 

“Roma locuta, causa finita”. (Roma konuştu, dava bitti). Antik âlemin yükseldiği zirve budur. Yani insan hayatının intizama riayet ederek devam etmesi için konuşanın gücü temsil etme şartı vardır. “Pax Romana” nın yani Roma barışının da özünü bu ifade ele verir. Bu zirveden bakış insanlık hayrına bir şeyler düşünmemize sebep olsaydı bugün dünya şimdikinden çok daha huzurlu bir dünya olurdu. Olmadı ve olmasına da imkân yok. İmkânı modernlik tüketti. Modernlik “Batı Medeniyeti” gibi bir kavram yerleştirdi zihnimize. Batı medeniyeti varılacak noktayı hesaplama gücü gösteremeyen bir güç şekliyle dünyada vücut buldu. İşte bu günümüz dünyasının sırlarını çözmede kilit noktasıdır. Modernleşmeye itibar kazandırarak tıbbın, ticaretin, eğitimin, giderek sahne sanatlarının ve umumiyeti itibariyle sanatın bizi hangi sahalara sürükleyeceğini bilmiyoruz. Bilebiliriz ama; bilmek istemiyoruz. Kıyametin kopmasına çanak tuttuğumuzu itiraf kimin işine gelir?

Konuşabilmemiz için iki şartın yerine gelmesi gerekiyor. Birinci şart konuşma iradesidir. Konuşmak için birden fazla kişinin konmuş olması gerekir. Muarız taraflardan biri dediğim dedik, çaldığım düdük diyecekse konuşmağa başlamak bazı kötü niyetlerin kendisine alan bulmasına meydan vermektir. Riayet ettiğimiz ikinci şart zeminin sağlamlığıdır. Hangi zemin üzerinde konuşacağız? Zeminin kaygan olmayışı konuşmanın güvenliğine halel getirir. Meselenin ciddiyetine vakıf olanlar Türkçenin ele geçmiş en sağlam zemin olduğunu bilir. Onlar Türkçenin kaybolmağa yüz tutmuş diller listesinde yer aldığını da bilir. Burada bir çelişki yok mu? Var. III. Selim saltanatından itibaren yürütülen beynelmilel siyaset alanında Türk milleti kendi eliyle kendini yetim bırakmıştır. Türk sanatı dünya sanatının bir açığını kapattığı farz edilen durumlarda ancak kendini savunabildi. Kendini hiçbir bakımdan savunamaz duruma düşürülen ise olağanüstü ve benzersiz bir okuma-yazma geleneğinden beslenen Türk musikisidir.

Konuşma Türk olgunluğunun nişanesidir. Nasıl oldu da “Ben ona ne diyeceğimi bilirim” tehditkâr ifadesinden “Ben onun cemaziyelevvelini bilirim” pişkinliğine geçebildik? Bu akıl almaz düşüşte devletin payı ihmal edilemeyecek büyüklüktedir. Türk milletinin hor görülüşünde devletin payı öylesine büyüktür ki Rusya ve Japonya dâhil emperyalist güçler Çin’in Hıristiyanlaşması karşısında mücadele eden Müslümanlara karşı ki bunlar bazen Boxer veya Haklı Yumruklar, Kansu Cengaverleri olarak anılır, Türkiye’den destek talep ettiler. Bu talep üzerine devlet bir heyet oluşturdu. Olaylar öyle aktı ki heyet bir işe yaramadı. Aslında Çin’i felâketten felâkete sürükleyen güçlerin yanında yer almak kediye ciğer emanet etmek gibi bir şeydi. Türkiye halen bu emanetten gurur duyduğuna inanan insanların ülkesidir. Türkiye’de bir kültür bunalımı, bir kültür kargaşası, bir kültür uzlaşmazlığı vardır. Türk çocuklarının yükselmelerini sağlayacak bir tedrisat müfredatından kasıtla ve ateşli bir tarafgirlikle uzak durulmaktadır.

İsmet Özel, 27 Cemaziyelevvel 1444 (21 Aralık 2022)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.