ŞİİR VE TEMİZ ŞEY
İSMET ÖZEL
.

Şehitlik yalnızca Müslümanlara hasredilmiş bir mertebe olarak arınmaktır. Böyle dedim diye şehitliği gayri-Müslim âlemin katharsis’iyle karıştırırsanız hataya düşmüş olursunuz. Bir kişi bakmakla sorumlu olduklarının ihtiyacını gidermek kastıyla evinden çıkar ve harama bulaşmadan ölürse onu biz Müslümanlar hükmen şehit sayarız. Asıl şahadet ise kâfirle çatışan kişinin ele geçirdiği bir rütbedir. Yani insan canını vererek şehitlik mertebesine varır. Şehit kendi başına “Niçin varım?” sualinin cevabıdır.   

Temiz ile münasebet insanlık kadar eskidir. Sırf bu yüzden kimi antikçağ filozofları “Hiç kimse bile isteye kötülük işlemez” hükmüne varmışlardır. Tartıyı yerli yerince uygulamak gereklidir. Çünkü insanlar bizim kötü bildiğimiz hadiseleri çoğu zaman zihinlerinde yaşattıkları iyiye ulaşmak için üretir. Eğer kötü bildiğimiz hadiseler zihindeki iyiyi geride bırakarak görünmez ve tanınamaz duruma getirmişse kötülük esası itibariyle bir mazeret, giderek bir bahane değerini kaybetmiş, hem yaratılmış, hem de Yaratan nezdinde inkâr edilemez bir seviyeye varmıştır. Tartının esas alınması yalnızca ve yalnızca İslâm ile gerçekleşir. İslâm metinleri bize bizim din gününde bir mizan üzre değerlendirileceğimizi söyler. Değerlendirme din gününde Allah tarafından yapılacaktır ve Allah’ın kulları amellerinin ne ağırlıkta olduğunun bilgisine ancak o zaman erişebileceklerdir. Aklımız bu yoldan geçerek Allah’tan emin olmanın niçin küfür olduğuna varır.

Zihnimizi temizlik veya kirlilik hususunda hakem mevkiine oturtmayalım. İnsan zihni doğum sonrası gelişirse ancak helâl ile haramı birbirinden ayıracak dereceye kadar gelişebilir. Hangi sebeplerin hangi neticeleri doğurduğu bahsinde elde edilebilecek sonucu kıyamet gününde öğrenebileceğiz. İşte burada şiirden söz etmemiz gerekmektedir. Pablo Picasso resimde yani iki boyutlu bir ortamda nesnelerin perspektifin de ötesinde nasıl bütün boyutlarıyla gösterilebileceği derdinden mustaripti. Henri Matisse ise renkleri oldukları gibi gösterme derdini kendine ait kılmıştı. Anlaşılan o ki, resimde her iki derdi uzlaştırmak mümkün görünmüyordu. Belki bu yüzden her iki ressam birbirinden hiç hoşlanmazlardı. Şiirden söz etme gereğini dile getirdikten hemen sonra iki modern ressamdan bahis açtım. Niçin? Çünkü sanattan ve sanatlardan bahis açabilmek için beşerin insan olmağa doğru yolculuğunu hesaba dâhil etmek zaruridir. Şiir insan dilinin bir şekilden bir başka şekle dönüşünden doğar. İlk bakışta bunun vezin ve kafiyeyle ilgisi olduğunu sanırız. Modernlik bizi veznin ve kafiyenin aşıldığı yerde gürleşen bir şiir yapısıyla tanıştırdı. Şiiri orada aramamız gerektiğine kolayca kandık.

İkinci Yeni şiir akımı özünü edebiyat âlemine sindirttiğinde 1839 Hıristiyan yılından sonra geçen uzunca bir aradan sonra Divan Edebiyatı’nın değerinden söz edilmeğe başlandı. Asıl şiirin Divan Edebiyatı’nda gerçekleştiğini savunanlar bile oldu. Gündelik hayatın iniş çıkışlarından ve siyasetin dolaplarından salim kalma endişesi bu yaklaşımlara hak tanır gibiydi. Hiç kimse Mehmet Akif’in niçin Nedim’e yakınlık duyduğuna dikkatleri çevirmedi. Ben İstiklâl Marşı şairine edebiyat dünyasında yer tanınmadığı bir ortamda yetişkinliğe erdim. Turgut Uyar’ın bu tayfadan olduğunu geç öğrendim. Vakitlice öğrenseydim yazdıklarına ne gözle bakardım? Bunu kestiremiyorum. Hele dikkat çeken ilk kitabı “Düşünceye Saygı”da bir zenci düşmanının bile namuslu olabileceğini savunan Memet Fuat’ın Nâzım Hikmet’i sansürlemesine hiç akıl erdiremiyorum. Şiirin nerede doğup nerede kök saldığı zamanın dalgalanmasına bırakılabilecek bir şey değil. Beşer olarak doğmuş ve insanlaşmayı hedef edinmişsek şiirin elimizden alınamayacak temiz şeyden doğduğunu ve ilk karşılaşmasında temiz topraklarda kök saldığını öğrenmemiz lâzım. Şiirin karakterimizi inşa ettiği bilgisi insan olma çabamızın vazgeçilmez bilgisidir.

İnşaa tâbi olanın karakterimiz olduğu akıldan çıkmamalıdır. Beşerden biri oluş Darwin’i haklı çıkarır. Kur’an haklılığını ancak insanlıktan almıştır, almaktadır ve alacaktır. Dünya hayatında asaletini aramayan insanlaşmada tuhaf bir yön bulacaktır. Şiiri tınmayanın eğer varsa görünürdeki asaleti sefillerin ürettiği bir düşük konum sayılır. Haçlı Seferleri’nin gerçek sebebi ne idi? Katolikler Müslümanların ellerinde tuttukları yaşama kolaylıklarını gasp etmek için mi içine hükümdarların da katıldığı sekiz sefer düzenlediler? Bunun için mi Katolikler Konstantiniye’yi hem birinci, hem de dördüncü Haçlı Seferi’ inde yağmaladı? Haçlı Seferleri’nin gerçek sebebi Müslümanların gayri-Müslimleri küçümsemeleri ve onları insan olarak görmeyişleriydi. Gayri-Müslimler Haçlı Seferleri vesilesiyle ruhlarını yüceltmeği Müslümanlardan öğrendi. Dolayısıyla Batılılaşma bir tereciye tere satma hikâyesidir ve halen devam etmektedir.        

ABD’nin zihni boştur. Zihne sahip olmak için etek dolusu para döküldüğü halde iki okyanusun arasına sıkışmış topraklardan dünyaya yayılan her sızıntı safsatadan ibarettir. Yirminci Hıristiyan yüzyılında Latin Amerika’dan, meselâ Küba’dan derde şifa bir tavır sadır olmasını boşuna bekledik. ABD yürüttüğü her siyaseti eline yüzüne bulaştırdığı halde rezil olmuyor. Çünkü rezil görünmemek için hak edilmemiş kazanç yollarını ABD yetkilileri tamamen açık bırakıyor. Sanat ve bilhassa modern şiir Amerika kıtasında nefes alıyor. Çünkü beşer hususiyetlerinin yerini insan vasıflarının alması bütün yeni kıtanın kapanmaz yarasıdır. Türkler de Amerika’ya göçen Avrupalılar gibi izansız olurlarsa modernlik meşruiyet günlerine geri dönecek. Türkler sonunda izansızlığı kendilerine yakıştıracaklar mı? Bu sual “Kıyamet bir gün gerçekten kopacak mı?” sualine benzedi; ama ne yapalım, sormuş bulundum.

İsmet Özel, 12 Zilkade 1444 (31 Mayıs 2023)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.