İSLÂM’IN İPİNE SIMSIKI SARILMAK
İSMET ÖZEL
.

Mısralarından birinde (belki de nakarattır) “Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i” sözleri geçen bir türkümüz varmış. “Mış” dedim çünkü hiçbir zaman böyle bir türkü kulağımda tınılanmadı. Yaşayan türkülerimizde bu türden ifadelere rastlanmıyor. Noksanlığın nedeni bariz: Biz Türkler varlığını (daha açıkçası varlığının gerekçesini) inkâr ettiği nispette toplum içinde muteber hale gelenlerin oluşturduğu bir güruh haline geldik. Budapeşte’den bahsederken “bizim nazlı Budin” ibaresini kullanmak biz Türklere mi kalmış? Biz Türkler demekte ısrarlıyım, zira ülkemizde “biz Türkler” diyenin faşist olduğu inancı inanılmaz derecede yaygın. Faşistliği pek mi beğeniyorum? Hayır, faşizmi beğenme işini İtalyan birliği fikrini müttefikleri rahatsız edecek derecede içleştirmiş olanlara, İtalya ahalisinin birbirine bağlanma idealini benimseyenlere bırakıyorum. Faşistliği bir tahkir ifadesi sayanların ağızlarından çıkanı kulakları işitmeyen kimseler olduğunun belli olmasını istiyorum. Hâsılı, kendimin andığım güruhun duyarsız bir parçası olmadığını vurgulamak mecburiyeti altında bulunduğumu hissediyorum.

Üzerinden yüz seneden fazla zaman geçmiş olan I. Cihan Harbi bütün milletlere hangi tuzağa düştüklerini kanla ve nefretle öğreten bir hadiseydi. Kimin ne öğrendiğini kestiremiyorum. Eğer birileri bir şeyler öğrenmiş olsalardı II. Cihan Harbi patlak vermezdi. Yine kanla ve yine nefretle milletleri sevk edilebilir sürüler seviyesine düşürmenin ne kadar pahalıya mal olduğu Batı Medeniyeti müdafilerince öğrenildi. Dünya çapında Cemiyet-i Akvam’ın yerini Birleşmiş Milletler aldı; ama dünyadaki askeri harcamalar azalmadı. (Soğuk Savaş yaftası altında bir nükleer bomba kültürü korkusu altında yıllar geçti.) Buna mukabil askerlik özenilir bir meslek olmaktan uzak kılındı.

İster bir insan türü ve onun tabiatı olduğu fikrine kapılın ve isterse insanın dünya hayatında herhangi bir öze değil, sadece bir tarihe sahip olabileceği fikrine ikna olun her hal ü kârda insanlığın bir güzergâhı bulunduğu görüşü sizi birleştirecektir. Taş devrinden mi geliyoruz; yoksa Cennet’ten kovulan Âdem ile Havva’dan mı? Sizin şahsî tercihiniz ne olursa olsun kendiniz için ne bir dünü, ne şimdiki halinizi ve ne de bir istikbali inkâr edebilirsiniz. Allah’ı inkâr etseniz bile bir yerden geldiğinizi, bir yerde bulunduğunuzu ve nihayet bir yere varacağınızı inkâr etmek elinizden gelmez. Zaman içinde hangi vetirenin sizi sürüklediğini umursamayabilirsiniz; ama umursamadığınız vetire sizi kemirmektedir.

Allah bize sımsıkı sarılmamız gereken bir İslâm ipi olduğunu söylüyor. Kur’an bize İslâm’ın bir can simidi ve giderek Nuh’un gemisi olduğunu da söylemiyor. İslâm denilince akla bir ipin gelmesi bekleniyor. Öyle bir ip ki tutunulmadığı takdirde bütün dünyevî belâlar üstünüzde kalacaktır. Servet ve makam sahibi olmağa değil, insanlığa heves etmenin en isabetli bakış açısını İslâm verir. Çünkü Yeniçağ ne İstanbul’un fethiyle, ne Fransız, ne de sanayi devrimiyle açılmıştır. İnsanların çekirdek fiziğinden haberdar olmaları ve bunun sonucu olarak Japonların başında biri Hiroşima’da, diğeri Nagazaki’de olmak üzere iki atom bombasının patlatılması da, dünya etrafında dönen 22 bin uydu da Yeni Çağ’ı açmış değildir. İnsanların başını en başta tüketim toplumu belâlarından sakındırmak üzere nâzil olan Kur’an Yeni Çağ’ın habercisidir. Kur’an indirildikten sonra insan davranışlarının nasıl seyrettiğine dikkatimizi çevirelim.

Katolik Kilisesi’nin yani Roma’daki Hıristiyan Patrik’in kendi kendine ihtişam vehmetmesi, yani Avrupa’nın kendini dünyanın merkezine yerleştirmesi bugün başımızdan bir türlü silkemediğimiz belâların başlangıcıdır. Türkler önce Küçük Asya’yı, akabinde Balkanları ve çepeçevre Karadeniz’i ele geçirince hem ipek yolunun, hem baharat yolunun denetiminden sorumlu oldular. Avrupalılar fakirleşme zincirini kırabilmek için Büyük Deniz Keşifleri çağına ayak basmaktan başka çare bulamadı. Keşiflerin en tabiî sonucu yeni keşfedilen toprakların müstemlekeleştirilmesiydi. Köle ticareti büyük bir kazanç kapısı oldu. Öyle ki sanayi devriminin Britanya’da başlamış olmasını geleceği şüpheli makinalara yatırım yapmaktan çekinmeyecek bir zengin “orta sınıf” (Bunlar iş yerinde çalışma mecburiyeti altında kalan en alttaki sefillerden olmayan ve en yukarıdaki aristokratik bir nesilden mahrum olan insanlardı.) doğuşuna bağlayanlar vardır.

Müslümanlar yani kâfirle çatışmayı göze alan Türklerin gözü ne değeri Avrupa’da yükseltilen sanat eserlerinde, ne de müstemleke edinme kültüründeydi. Onlara göre İstanbul’u fethetmek yapılabilecek her şeyi yapmış olmak demekti. Doğrusu Bizans’ı tarihe gömmek suretiyle Türkler az şey yapmış değillerdi. Küçük Asya’da feodal bir toplum yapısının baş göstermesini önlediler. Gayri-Müslimler birer zımmî kimliğinde donduruldu. Gerek içerdeki ve gerekse dışardaki kâfirler bunun acısını devlet politikası olarak batılılaşmanın seçilmesi gölgesinde misliyle çıkardılar. Devreden anaları babaları Hıristiyan olan Yeniçeriler devlet politikasının gereği olarak çıkarıldı. Osmanlı yüzyılları boyunca neler olup bittiği hususunda cahiliz. Bu cehaleti Osmanlı devlet ricali Batılılaşma maskesi altında azmanlaştırdı. Yazımızın elimizden alınması ve yabancı diller boyunduruğundan kurtulma bahanesiyle eciş bücüş bir Türkçeye mahkûm edilişimiz ne bir mateme sebep oldu, ne de bir protestoya uğradı.

Yanlışın temelinde ne var? Hadis-i Şeriflerde mealen Konstantiniye ve Roma'nın fethinin beraber anıldığını biliyoruz; ama Roma’nın halen fethedilmemiş oluşunun İstanbul’un fethi konusunu karanlık bir bulutla örttüğünü şimdiye kadar hiç bilmedik ve halen bilmiyoruz. Türk toplumunun devlet mekanizmasını elinde tutanlar tarih boyunca Türkler aleyhine hangi kirli pazarlıklarla neler yaptılar ve halen yapmaktadırlar? Modernlik hangi yönüyle ele alınırsa alınsın çirkeften başka bir şeyi temsil ediyor mu? İslâm bizi çirkeften sâlim kılmak için var. Bu ipe sarılmak için neyi bekliyoruz? Misâk-ı Millî’yi hiç hatıra almamış Türkler bütün dünyaya temiz toplum olmanın bir numunesini göstermeğe ne bakımdan hazır? Türk topraklarını gezip dolaşın yüzlerce ve belki binlerce “huzur apartmanı” göreceksiniz. Huzurunu hepsi birer mimarlık karikatürü binalarda arayanların kime, ne sağlayacaklarını ben pek merak ediyorum.

İsmet Özel, 17 Recep 1444 (8 Şubat 2023)

(Bu yazı müellifi tarafından 14 Recep 1444 Pazar günü yayın kurulumuza gönderilmiştir.)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.