İSMET ÖZEL KİTAPLARI
Bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde belli bir değerde bir mülk sahibi olmak dünyanın neresinden gelmiş olursa olsun herkese devlet katında vatandaşlık edinme hakkı veriyor. Bu öyle bir iş ki kimin marifeti olduğunu düşündüğümde aklım karışıyor. Bununla kim hangi bala kaymak katıyor? Bu toprakların Haçlı Seferleri sırasında dar-ül İslâm haline getirilişinin ürünü olan insanlar olarak devlet vatandaş kıtlığı çektiği için mi bu ezaya katlanıyoruz? Yoksa aynı devlet ömürlerini Türk topraklarında sürdürenler arasından belli bir gelir düzeyi üstünde kalanlardan biraz daha fayda temin etme yoluna mı sapmış? Sebep ve gerekçe ne olursa olsun kirasını ödeyemediği için ev sahipleri tarafından kapı dışarı edilen kiracıların bulunduğu bir ülkede bu hadise alenen bir zulümdür.
Neyin zulüm olduğunu veya olmadığını biliyor muyuz? Biz Türkler asırlar boyu zulmü nasıl fark edeceğimizi bilmek şöyle dursun zulmü gündemimize almak gereğini bile duymadık ve halen hiç duymuyoruz. Duysaydık bilhassa 1953 Hıristiyan yılından itibaren Latin alfabesi zorbalığı üzerinden Türklerin maruz bırakıldıkları tahsil hayatına müdahaleler toplumda bir huzursuzluğa sebep olurdu. Olmadı ve olacağa da benzemiyor. Yavuz lâkabıyla anılan I. Selim Osmanlı idarecileri arasında İmparatorluğun doğusu istikametinde sefere giden ilk padişahtı. Şiilikleriyle temayüz etmiş İranlılar Çaldıran’da yere çalındıktan sonra ordu yönünü güneye çevirdi. O yıllarda Mısır’daki Memluklerin İslâm hilâfetini deruhte ettikleri farz olunuyordu. Nitekim I. Bayazıt “sultan” unvanını kullanma icazetini onlardan talep etmiş ve almıştı. Memlukleri savaş meydanında topların ustalıklı olarak kullanılması neticesinde mağlup eden padişah padişahlığının yanına halifeliğini de eklemiş mi oluyordu? Böyle bir ilâve Hıristiyanlığın XVI. yüzyılında kimsenin aklına gelmedi. Buna Osmanlı Devleti’ne mahsus dünyevî ihtişam sebep olmuştu. Devletin kimlerle hangi pazarlıkta uyuştuğunu bilmiyoruz. Mısır’daki galibiyet birçok şeyi yerinden etti. Mekke ve Medine Osmanlı mülkünde sayıldı. “Kutsal emanet” olarak bilinen neyse onlar İstanbul’a taşındı.
Hilafeti siyasi güç haline getirmekle canhıraş biçimde uğraşan bilhassa II. Abdülhamit’tir. Hatırlayalım ki, Cuma Selâmlığından çıkarken cemaat yüzüne “Mağrur olma Padişahım senden büyük Allah var” diye haykırınca VI. Mehmet Vahdettin tepkisini “Mağrur olacak halimiz mi kaldı?” diyerek gösterdi. Vuku bulan buydu. Osmanlı gururu III. Selim saltanatıyla adım adım eriyip gitmişti. Osmanlı modernleşmesi merkezi idarenin himaye edici özelliklerini kaybedip ika edici, vuku buldurucu özelliklere bürünmesiyle sürüp gitti. Cumhuriyet idaresi vuku bulduruculuğu inkılaplara tahvil etti. Bir ihtimal inkılaplar sayesinde sair milletlerle aynı sıradaymış gibi algılanmamızdır. Bu algı 27 Mayıs 1960 sabahı yıkılınca devlet olarak geçerli kalmanın beynelmilel bir yolunu bulmağa çalıştık. Devlet önce sol politikaları, sonra İslâmcılığı geçerlilik hesabına kullandı. Şu anda el yordamıyla milletlerin hayat ortamına tutunmağa çabalıyoruz. Eğer 1923’te imzalanan Lozan anlaşmasına 100 senelik mühlet tanındığı doğruysa Türk topraklarını yakında büyük bir karışıklık bekliyor.
Niçin karışıklık çıksın? Dört yüzyıldır önce Avrupa’daki, sonra Atlantik ötesindeki gayri-Müslim yetkeler Türklerden her istediklerini, giderek istediklerinin fazlasını almadılar mı? Yahudiler, Ermeniler, Cizvitler, Protestanlar aralarında anlaştıkları takdirde meseleleri tereyağından kıl çeker gibi halledeceklerdir. Türk topraklarını dolduran milyonlar din değiştirme hususunda her milleti şaşırtacak kıvraklıklar gösterdi. Şimdi sıra göbek atmağa geldiyse bundan geri durulmayacaktır. İşin çetinliği sizin kendinizi hangi mensubiyetle açıkladığınız ve mensubiyeti aidiyete dönüştürmenin sizi ne miktarda coşturduğundadır. Evet, önce mensubiyetimize bir sarahat getirmemiz gerekiyor. Türk olmağı modernlikten yalıtılmak şeklinde anlayan insanlara insana mahsus canlılığın ancak bir kavme mensubiyetle mümkün olduğunu anlatamayacaksınız.
Türk olmanın kandaşlıkla İskitlerle, Moğollarla, Bulgarlar, Macarlar, Finlilerle bir bağlantısı yoktur. Bu bağlantıyı bir dönem birlikte yaşanmış herhangi bir kavimle, diyelim ki, Arnavutlar, Boşnaklar ve Pomaklarla ihdas etmek işgüzarlıktan öteye geçmez. Türkler katında Arapçayı yabancı dil yerine koyarak yaşayanların lügatlerinden ilk çıkarmaları gereken kelime Türk olacaktır. Zira Arapçada ö harfi bulunmadığı için Törek deme meyline sahip kişiler gülünç olmaktan sakınabilmek için Türk demek mecburiyeti altında kalmışlardır. Bir devlet düzeni olarak Osmanlı sisteminin önce ifsat edilmesi ve hemen akabinde karalamağa tâbi tutulması Türklüğün bir mecburiyet oluşundan ötürüdür. Türkler Türklüklerini hiç öne çıkarmadan yaşayabileceklerini farz etti. Bu farz Müslümanlığın kendilerine yeteceği görüşünden kuvvet alıyordu. Gerçekte toplum hayatının idamesine Müslümanlık yetiyordu. Acaba aynı yeterlik toplum ilişkilerini sıkıntısız yürüten zümrenin bir siyasi güce kavuşması için de söz konusu muydu?
Değildi ve bundan böyle asla olamayacaktır. Niçin “bundan böyle” dedim? “Bundan” neyi kast ettim? Kast ettiğim ve anmadan geçemeyeceğim şey modernliktir. Modernlik Türk milletinin karşısına ilk önce “asrilik” yani “terakki” olarak çıktı. Dikkat edin: Asrîliği ve terakkiyi aynı anlama geliyormuş gibi kullandım. Çünkü vaktiyle mektep görmüş zevat her ikisini de aynı anlamda kavradı. Bu yüzden karşımıza “İslâm terakkiye manidir” tezi kendinden gayet emin ve güçlü olarak çıktı. Hiçbir zaman bize “İslâm asrileşmemize manidir” diyen olmadı. Çünkü asrileşmek Batı Medeniyeti’nin tefessüh etmiş yüzünü gösteriyordu. Çünkü uyuşturucu bağımlısı olmak asrileştiğimizin göstergesiydi; ama terakki ettiğimizin değil. Hiç kimse karşımıza ve/veya önümüze geçip Türklerin Haçlı Seferlerini neticesiz bıraktığını ve Gaza Beylikleri üzerinden Bizans’ı insanlığın ümidi olmaktan çıkardığını söylemedi. Hiç kimse altı yüzyıl devam ettiği iddia edilen Osmanlı Devleti’nin her yüz yılının İslâm açısından değerlendirmesini yapmadı. Tarihi Türklerin Müslümanlığı zaviyesinden okuma imkânına hiç kimse kavuşturmadı.
İsmet Özel, 18 Zilkade 1443 (17 Haziran 2022)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün


