TÜRKLER BİR BADİRE ATLATMAK ZORUNDA KALMADIKÇA
İSMET ÖZEL
.

Türkleri atlatılacak hangi badire bekliyor? Bu sualin neyi işaret ettiğini anlayabilmek için önce “badire” kelimesinin neye delâlet ettiğini bilmemiz şartı var. Biz Türkler modern dünyada kelimelerin gerek anlamlarına ve gerekse mânâlarına ulaşma bakımından çok kötü durumdayız. Elimizde henüz ne İngilizce konuşanların sahip olduğu Oxford, Webster gibi, ne Fransızca konuşanların müracaat ettiği Larousse, Robert gibi, ne de Almanca konuşanların dar durumda danıştığı Brockhaus gibi bir Türk kamusu var. Elbette Türk dili hususunda titizlenen herkesin bir gizli kamustan söz etmesi mümkün. Ancak bunu yaparsak tıpkı gizli bir namustan söz ediyormuş gibi yapabiliriz. Sözlüklerden biri “Birdenbire ortaya çıkan tehlikeli durum” diyor “badire” için. Bir başka Türkçe sözlük iki anlam vermiş: 1. Hemen söylenilip hatadan uzak olmayan söz 2. Ansızın zuhur eden vak’a. Diğer bir iki anlam da bir üçüncü sözlükten geliyor: 1. Ansızın ortaya çıkan felâket, afet 2. Zor durum, sıkıntı. Yapılan izahatı hep birlikte ele aldığımızda elimizde bir şey kalıyor elbet. Ne var ki Türkçe konuşmanın şahsiyetin inşasında önemli bir yeri olduğunu düşünenlerin ellerinde kalmasını bekledikleri bir şey değil bu.

Bir kişiliğin gelişme süreci içinde sağlık, toplumdaki konum sahalarında yüz yüze gelinen tehlikeli durumları badire saymamız akla uygun. Akıl biz insanlardan daha fazlasını bekliyor. Atlatılan badireler eğer bulunacaksa mensup olduğumuz kavmin ahlakını diğer kavimlerden ayıran hususiyetlerle karışmış halde bulunur. Fransızlar Kartezyen felsefeleriyle değil, ancak medenî kanunlarıyla ayakta durabilmişlerdir. Almanların bir arada bulunuşları gümrük birliği ve kültür savaşı gibi deneylerin gölgesi altında anlam taşıyabilir. Birleşik Krallık bir ada ülkesi olmanın bıçak sırtında birleşik sayılabilir. Putin’in yaptığı Stalin’in yaptığından farklı değildir. Her ikisi de gerek Çarlık devrinin ve gerekse Bolşevik ihtilâlinin yayılmacı politikasını bugün hem Suriye’ye, hem de Ukrayna’ya karşı kullanarak mesafe kat etti.

Yüz sekiz yıl önce patlak veren I. Cihan Harbi’ne “seferberlik” adını yakıştıran biz Türklerin bu savaşı bir badire olarak değerlendirmesi mümkün müdür? Eğer Türk milletinin Halife-Sultan’dan kurtulması gerçek olsaydı bu sualin cevabı: Evet, mümkün olacaktı. Oysa başımızdaki püsküllü belâyı fırlatıp atan Cumhuriyet idaresi başımıza güneş siperi olan bir şapka geçirdi. Millî ve yerli olmanın tek bir görüntüsü kalmıştı: Toprak bütünlüğü. Uzun yıllar temeli ve gerekçesi tartışılmaksızın bir fikir Türklerin gündemindeydi. Bu fikir artık önümüze uzunca bir süredir sürülmüyor. Bu Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu fikriydi. Demek ki, ülkeden bir parça koparmak ve bir sebep uydurup bu millete mensup olmadığı kozunu oynamak isteyenler hedeflerine varacak bir yol haritası ele geçirebilmişler. Türk milletini tarihten, Türk vatanını haritadan silme çabasını açıktan olduğu kadar, el altından yürütme işinin ustası olanlar fikirlerini kuvveden fiile geçirebilecek mi? Yok edilme fikrini varlığı için bir tehlike sayanlar ellerini kavuşturup hangi hadisenin ete kemiğe büründüğünün görüldüğü günü beklemek zorunda mı kalacak?

Bugünlere İstiklâl Marşı’nın altında imzası olan Mehmet Âkif’in “Ben vatan haini miyim ki, peşime polis takıyorlar?” sualinin karanlığını içimize çekerek geldik. Nereden nereye geldik? Hâlâ gidilecek bir yerden söz edebilir miyiz? Kirli adamlar kirli işleri daha da kirleterek ruh halimizi tesir altında bıraktı. Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir siyaset adamının başını dik tutacak meşguliyeti olmadı. Ülkenin her yerinde evli eşlerin birbirine can düşmanlığı yapmasını vaka-i adiye kabul eden bir toplum durumuna düştük. Toplum mu dedim? Nerede o günler? Hemşeri tesanütü bile ağzımıza yakışmıyor. Hıristiyanların 1920nci yılında Batum’dan Selânik’e, Halep’ten Musul’a bir Misâk-ı Millî haritası çizmişliğimiz var. I. Cihan Harbi'nin mağluplarından sayılan bir millet Türk ordusunun iktidar sahibi olduğundan şüphe edilemeyecek sahayı daha geri adım atılamayacak yönetim bölgesi ilân etti. Var mı o haritayı sahiplenen? Asayişi temin edişi yüzünden yönetme imtiyazı elde eden zümre 1960 yılının 27 Mayıs sabahına kadar Misâk-ı Millî ’den en çok taviz verişlerine binaen yetkenin beynelmilel cephesinden olur aldı. Bugün artık devlet işlerine vaziyet edenler kafalarını İstanbul’un kaça bölüneceğine, hangi parçanın hangi kavme tahsis edileceğine yoruyor. Neyi iyi biliyorsak onun Türk vatanı dışında bulunduğuna inananlar güruhuyuz.

Sahici bir varlık vasıflarında karar etmeği en başta muasırlaşmada, bir millet sayılmadan muasırlaşamayacağımıza göre Türkleşmede ve bütün münasebetlerimizi mensup olduğumuz dinden çıkardığımızı inkâr edemediğimiz için İslamlaşmada aradık. Bu arayış bünyemize ne bakımdan uygundu veya bünyemizle ne bakımdan çelişiyordu? Bu suale cevap vermekle ne kazanacak, neler kaybedecektik?

İsmet Özel, 29 Şaban 1443 (1 Nisan 2022)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.