(...)
Nitekim üstâd (Boğaz harbi) ni, (İstiklâl marşı) nı yazdıktan, o mütehassir ve mustarib yıllarının pinti ve insafsız günlerinde yarattığı son parçaları neşrettikten sonra (nâzım) diyenler ona —lütfen— (şâir) demiye başladılar. Bu vasf-u tevcihte nihâyet ittifak ettiler.
(...)
Hasan Basri Çantay, Âkifnâme (Mehmed Âkif), 1966, s. 49.
(...)
ŞİİRİ NASIL YAZARDI?
Evvelâ pilânını hazırlardı, pilân üzerinde fazla tevakkuf ederdi. Meselâ: O, Ankara’da (Asım) ını ikmâle çalışırken ben ve Mehmed Vehbi Bolak bey ve Abdülgafur Iştın efendi gibi Akif’in çok sevdiği birkaç arkadaş pilânının hangi kısmını yazmış olduğunu, hangisini yazacağını bilirdik. Çünkü: üstâd bize pilânını îzah etmişti. Asım bitti, gördük ki eser pilânın dillenmiş, şiirleşmiş tam bir tatbikidir.
Vâkıâ, üstâd Millî İstiklâl marşımızı iki dakika içinde mecliste yazmıya başlayıverdi. Fakat, bütün memleket şâirleri kaynaşırken, acabâ o, daha evvelden kendisince zihninde bir pilân hazırlamamış mı idi? Onun ruhu kıpırdamıyor mu idi?
(…)
Mehmed Âkif Millî marşımızı yazdıktan sonra geceleri artık şiir yazmamaya başladı. Çünkü gece mesâisi «uykusunu harâb» ediyor, «dimâğını bozuyor», ilhâm orduları bîeman baskınlara kalkıyordu. Bize de tavsiye etti ki: Geceyi mutlaka sükûn içinde geçirelim...
(...)
Hasan Basri Çantay, Âkifnâme (Mehmed Âkif), 1966, s. 58.
(...)
MİLLİ İSTİKLÂL MARŞI
NASIL YAZILDI? NASIL KABUL EDİLDİ?
Millî İstiklâlimizin güzel ve uyar bir marşını yazmak üzere Maârif vekâleti şâirlerimize mürâcaat etmişti, bir müsabaka açmıştı. Birinciliği kazanan şâire (500) lira mükâfât verecekti. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra Vekâlete bir çok marşlar gelmiye başladı.
Bu marşın —İstiklâl mücâdelesinin içinde, Büyük Millet Meclisinin sakf-ı hamiyyeti altında bulunan— Mehmed Akif tarafından yazılmasını kendisine söylediğimiz zaman o:
— Ben ne müsâbakaya girerim, ne de «câize» alırım!., cevâbını vermişti. Ben recâlarımı tekrar ettikçe o da aynı sözünü söylüyor ve;
— Bırak yazsınlar. Ben bu yaştan sonra yarışa mı çıkacağım, ayıb değil mi? diyordu.
Bir gün Maârif vekili bay Hamdullah Subhi Meclisde beni gördü, dedi ki:
— Şimdiye kadar (500) den1 fazla marş geldi. Ben hiç birini beğenmedim.Üstâdı ikna’ edemez misin?
Cevab verdim:
— Akif bey müsâbaka şeklini ve ikrâmiyyeyi kabul etmiyor, eğer buna bir çâre ve bir şekil bulursanız yazdırmıya çalışırım.
Düşündü, «dur, dedi, ben kendisine bir tezkire yazayım. Arzusuna tâbi’ olacağımızı bildireyim. Fakat, tezkireyi kendisine siz veriniz...»
Ben de muvâfık gördüm. Yarım saat sonra şu tezkireyi getirip bana verdi:
«Pek aziz ve muhterem efendim,
İstiklâl marşı için açılan müsâbakaya iştirâk buyurmamalarındaki sebebin izâlesi için pek çok tedbirler vardır. Zâti üstâdânelerinin matlub şiiri vücuda getirmeleri maksadın husulü için son çâre olarak kalmışdır. Asîl endîşenizin îcab ettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyîc vâsıtasından mahrum bırakmamanızı recâ ve bu vesîle ile en derin hürmet ve mahabbetimi arz ve tekrar eylerim efendim.»
5 Şubat 1337
Umum Maârif Vekili
Hamdullah Subhi
Mecliste Akif’le yan yana oturuyoruz. Çantamdan bir kâğıd parçası çıkardım. Ciddî ve düşünceli bir tavr ile sıranın üstüne kapandım, gûyâ bir şey yazmıya hazırlanmıştım. Üstâd ile konuşuyoruz ;
— Neye düşünüyorsun, Basri?
— Mâni’ olma, işim var!
— Peki. Bir şey mi yazacaksın?
— Evet.
— Ben mâni’ olacaksam kalkayım.
— Hayır, hiç olmazsa ilhâmından ruhuma bir şey sıçrar!
— Anlamadım.
— Şiir yazacağım da..
— Ne şiiri?
— Ne şiiri olacak. İstiklâl şiiri! Artık onu yazmak bize düştü!
— Gelen şiirler ne olmuş?
— Beğenilmemiş.
— (Kemâli teessürle:) Ya!
— Üstâd, bu marşı biz yazacağız!
— Yazalım, amma, şerâiti berbad!
— Hayır, şerâit filân yok. Siz yazarsanız müsâbaka şekli kalkacak.
— Olmaz, kaldırılamaz, i’lânedildi.
— Canım, Vekâlet buna bir şekil bulacak. Sizin marşınız yine resmen Mecliste kabul edilecek, güneş varken yıldızı kim arar?
— Peki, bir de ikrâmiyye vardı?
— Tabîî alacaksınız!
— Vallâhi almam!
— Yahu, latife ediyorum, onu da bir hayır müessesesine veririz. Siz bunları düşünmeyin!
— Vekâlet kabul edecek mi ya?
— Ben Hamdullah Subhi beyle görüştüm. Mutaabık kaldık. Hattâ sizin nâmınıza söz bile verdim!
— Söz mü verdiniz, söz mü verdiniz?
— Evet!
— Peki ne yapacağız?
— Yazacağız!
Tekrar tekrar (söz verdin mi?) diye sorduktan ve benden ayni kat’î cevabları aldıktan sonra, elimdeki kâğıda sarıldı, kalemini eline aldı, benim daldığım yapma hayâle şimdi gerçekten o dalmıştı...
Meclis müzâkere ile meşgul, Âkif marş yazmakla. Ben müddeti kendisine kısaca göstermiştim. Birkaç gün sonra marşı vermiş olacağız! Müzâkere bitti, Âkif te engin hayâlinden uyandı.2
Aradan iki gün geçti, sabahleyin erken üstâd bizim evde, marşı yazmış, bitirmiş. Fakat, vaktin darlığından müşteki...
«Yarına kadar sizde kalsın, göstermeyin, belki tadîlât yaparsınız» dedim.
Artık (Millî İstiklâl marşı) yazılmıştı! Şimdi bunu —üstâdı rencide etmeden— Meclisten nasıl geçirebiliriz?
Ben ve —Marşı çok beğenen— Hamdullah Subhi bey, hayli günler bu gizli endîşe ile yaşadık.
Marş yazıldıktan sonra tezkireyi de göstermiştim.
20 Mart 1337 günü... Marş Büyük Millet Meclisinde. Mehmed Akif te sırasında. Marşı daha evvel gören ve Sebilürreşad’ta okuyan3 bir çok arkadaşlar onu zâten beğenmişlerdi. O günün ilk târihî müzâkeresini aynen yazıyorum :
«Reis paşa — Efendim, iki takrir vardır. Arkadaşlardan Basri beyin, Hamdullah Subhi bey efendinin İstiklâl marşının kürsüden okunmasma dâir teklifleri var.
Muhiddin Bahâ bey — Hangi İstiklâl marşı, Basri bey söylerler mi?
Besim Atalay bey — Daha kabul edilmedi efendim. Bir encümen teşekkül edecekti.
Basri bey — Maârif vekâletince yedi tânesi intihab edilmiş. Bunlardan herhangi biri okunsun.
Reis paşa — Maârif vekâletince intihab edilmiş olanlardan birisinin kıraati tensib ediliyor.
Muhiddin Bahâ bey — Hamdullah Subhi bey, Basri bey hangisini isterlerse okusunlar.
Reis paşa — Efendim, Basri beyin bu teklifini kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın, (kabul olunmuştur efendim)
Reis paşa — Hamdullah Subhi bey efendi buyurun, (şimdi gelir sesleri) Maateessüf bu dakîka için te’hir ediyoruz.
……………………………………………………………………………………..
…………………………………………………………………………………….
Reis paşa — İstiklâl marşlarından bir tânesinin kürsüden okunmasına hey’eti celîle karar vermişti.
Hamdullah Subhi bey — Arkadaşlar, hatırlarsınız, Maârif vekâleti son mücâdelemizin ruhunu terennüm edecek bir marş için şâirlerimize mürâcaat etmiştir. Bir çok şiirler geldi. Arada yedi tânesi en fazla evsafı hâiz olarak görülmüş ve ayrılmıştır.
Salih efendi — İsimleri nedir?
Hamdullah Subhi bey — Ayrıca arzedilecektir. Yalnız Vekâlet yapmış olduğu tedkîkatta fevkal’âde kuvvetli bir şiir aramak lüzumunu hissettiği için ben şahsan Mehmed Akif beyefendiye mürâcaat ettim ve kendilerinin de bir şiir yazmalarını recâ ettim. Kendileri çok asîl bir endîşe ile tereddüd gösterdiler. Bilirsiniz ki bu şiirler için bir ikrâmiyye vad’edilmiştir. Halbuki bunu kendi isimlerine takrîb etmek arzusunda bulunmadıklarını ve bundan çekindiklerini izhar ettiler. Ben şahsan mürâcaat ettim. Lâzım gelen tedâbîri alırız ve icâb eden i’lâm yaparım dedim. Bu şart ile büyük dînî şâirimiz bize fevkal’âde nefîs bir şiir gönderdiler. Diğer altı şiirle beraber nazarı tedkîkinize arzedeceğiz. İntihab size âidtir.
Arkadaşlar, re’yimi ihsâs ediyorum. Beğenmek, takdîr etmek hususunda hâiz-i hürriyyetim. İntihabımı yapmışım. Fakat, sizin intihabınız benim 'intihabımı nakzedebilir. Arkadaşlar bu, size âidtir efendim.»
(Bundan sonra Hamdullah Subhi bey çok güzel bir inşad ile kürsüde İstiklâl marşını okudu, Meclis alkış tufanları arasında çalkandı.)
Bu müzâkere bir başlangıçtı. Marşın asıl intihabı ve kabulü merâsimi (12 Mart 1337) târihinin ikinci celsesinde ikmâl edildi. Riyâset mevkiinde doktor Adnan bey vardı. O celsenin buna âid müzâkeresini aynen yazıyorum:4
«Hamdullah Subhi bey (Maârif vekili) — Arkadaşlar, İstiklâl marşları hakkında Vekâlet tarafından vâki’ olan da’vet üzerine ne kadar marş elimize gelmiş ise bunları bir encümen ma’rifetiyle tedkik ettik, neticeyi hey’eti celîlenize arzettik. Bunları görmek arzu buyurdunuz, matbu, olarak tevzi’ edildi efendim. Bir nokta üzerine nazarı dikkatinizi celbetmek isterim. Bu İstiklâl marşları tarafı âlînizden tedkik edildikten sonra intihabınız hangi şiir üzerinde temerküz ederse ikinci bir muâmele daha yapılacaktır: Bestekârlara yollayacağız, bestekârlar dahi bize muhtelif besteler yollayacaklardır. Onlar arasında bir intihab daha yapılacaktır. Anadolu mücâdelesi uzun müddetden beri devam ediyor. Bunu ifâde etmek, bunun ruhunu söyletmek üzere yazılmış olan bu şiirler ne kadar evvel bir karara iktiran ederse şübhesiz daha fazla müstefîd oluruz. Hey’eti celîlenizden istirham ediyorum. Şiirler mütâlaa edilmişdir. Bunu bir hey’ete, bir encümene mi verirsiniz, hey’eti umumiyyece bir karara mı rabtedersiniz, ne arzu buyurursanız yapınız.
Reis — Maârif vekâleti bu İstiklâl marşının bugün ruznâmeye alınarak müzâkeresini arzu ediyor. Bugün müzâkeresini kabul edenler lütfen el kaldırsın (kabul edildi).
Muhiddin Bahâ bey (Bursa) — Muhterem efendiler, söyleyeceğim sözlerin yanlış anlaşılmamasını, bir maksadı mahsusa hamledilmemesini te’mînen ibtidâ bir hakîkatdan bahsedeceğim. Bu millî marş müsâbakası i’lân edildiği zaman müsabakaya ben de iştirâk etmek istedim. Fakat bu mes’ele öyle bir cereyan almışdır ki bendeniz bu müsabaka işinden sarfı nazar ediyorum. «M» imzalı şiir bendenizindir. Bunu idhal buyurmayınız. Yine «Kemâleddin Kâmi» namında biri vardır ki aynı sebebden dolayı gazetemizde kendi şiirini geriye almışdır. Bunun üzerine mütalaanızı beyan buyurursunuz. Bir encümeni edebî mi teşkil edersiniz, ne yapılacakdır, ona göre.
Reis — Burada bir mes’ele var. İstiklâl marşlarını doğrudan doğruya hey’eti umumiyyede müzâkere ederek bir karar mı vereceksiniz, yoksa bir encümene mi havale edeceksiniz?
Besim Atalay bey (Kütahya) — Efendim, şiirler iki türlüdür: Ya hislerin ma’ksidir, yahud derin veyahud ağlatıcı bir ruhun, ağlatıcı bir galeyânın aksidir. Şiir bu iki şekil üzerine doğarsa makbul ve mu’teberdir.
Dünyâda o şiirlerdir ki halk arasında yaşar. Ya yüksek ve bediî bir hisden doğar, yahud bir halecandan doğar. Böyle olmayıp da ısmarlama tarîkiyle yazılırsa bu şiirler yaşamaz. Bizim Cezâir marşımız vardır. Bu, halk arasında yaşıyor. Bu, müsâbaka ile yazılmamışdır. Bu, ağlayan bir ruhun eline silâhını alarak düşmana koşan, vatanına koşan bir ruhun hissiyyâtına terennüm eder. Marsiyez’in nasıl söylendiğini bilirsiniz. İnkılâbı kebîr esnasında silâhını almış koşan bir gencin söylediği şiir birdenbire teammüm etmişdir. Evvelâ bu gibi şiirlerin memleketin ma’ruz kaldığı felâketlere ağlayarak, titreyerek evvelâ güftesi değil, bestesi söylenir. Ismarlama şiirlere verilecek memleketin parası yokdur.
Hamdullah Subhi bey (Antalya) — Arkadaşlar, bir hatâ üzerine, bir galatı rü’yet üzerine dikkati âlînizi celbetmek isterim. Bilhassa para mes’elesi ile bu şiirler arasında bir münâsebet bulmak gayet yanlış bir noktai nazardır. Memleketin kuvâyi maddiyye ve ma’neviyyesi vardır. İstihlâsı vatan mücâdelesini yapan milletin vekilleri, onun vekillerinin vekilleri halkın heyecânını ifâde etmek üzere memleketin şâirlerine mürâcaat etmişdir. Bu şâirler ilk def’a şiirlerini yazmamışdır. Arkadaşlar, bize şiirlerini yollayan şâirler, seneler arasında bütün memleketin kederlerini, ıztırablarını, bütün mefâhirini söyleyen şiirler yazmışlardır. Demek para mükaabilinde şiir mevzuu bahs değildir. Biz halkın ruhunu, heyecânını îfâde eden şiirler yazmak için şâirlerimize mürâcaat etdik. Hiç biri para hakkında birşey söylememişdir. Geçen def’a işâret etdiğim üzere nazarı dikkatinizi celbediyorum: Mehmed Âkif bey ki bu şâirler arasında para mes’elesinden kaçınan arkadaşlarımızdan birisidir. Zâten senelerden beri en yüksek ve en İlâhî bir belâğatla yazmışdır. Yeniden yazmakdan çekinmesi ba’zılarının hatırına para gelir diye korkmasındandır ve ona binâen yazmamışdır. Ben gelen şiirleri okudukdan sonra bu işde vazîfedar etdiğiniz bir arkadaşınız sıfatiyle arzu etdim ki bir kuvvetli şiir daha bulunsun ve kendilerine mürâcaat etdim. Bunun üzerine kendileri de bir şiir yazdılar, gönderdiler. Besim Atalay beyin halk şiirlerinin — bilhassa büyük vekaayii milliyyeye tealluk eden şiirlerin— bir sipârişi mahsus üzerine doğmadığı sözü gayet vâriddir. Yalınız bizim şimdiye kadar mevcud olan şiirlerimiz bugünkü mücâdelemizi ifâde etmiyorsa, şâirlerimizin kendi duygularını ifâde etmeleri kat’iyyen doğru değildir. Kendileri şu noktada haklıdırlar: Bütün şiirler ve millî şiirler cihânın en ma’ruf olan şiirleri halk hareketleri arasından doğmuş olan şiirlerdir. Fakat i’tiraf ederim ki bu şiirler aramızda daha doğmamışdır. Doğmasını arzu etmek bizim için bir vazifedir. Şâirlerimize mürâcaat etdik ve bize çok güzel şiirler yazdılar. Bu şiirler arasında intihab hakkı hey’eti aliyyenize âiddir. Şiirleri okuyunuz. Ben istirham ediyorum ki bir an evvel bu şiirlerin bestelenmesi için bir karar ittihaz ediniz ve bütün milletin lisânına geçmesi için isti’cal buyurunuz. Bir karar veriniz, tebliğ ediniz. Ben de mesâimin ikinci kısmına geçeyim.
Doktor Süad bey (Kastamoni) — Beğler, esâsen meslekim şiirle, edebiyyatla iştigale müsâid değildir. Bu i’tibarla arzedeceğim îzâhatı şiir ve edebiyyat tenkîdatı gibi arzetmeyeceğim. Ancak Hamdullah Subhi bey efendi geçenlerde bu kürsüde, bu şiirleri inşad etdiği vakit, Meclisde büyük bir gürültü olmuşdu. Ondan anlaşılıyordu ki bu İstiklâl marşı olarak, bu şiirlerden birisinin intihab edilmesini teklif ederlerse çok güzel bir şey olacak. Bendeniz Âkif beyin diğer eserlerini de okumuşum. Esâsen bir marş bir milletin heyecanlarını, tehassüsâtını terennüm etmek i’tibariyle kıymetli ise Akif beyin son yaptığı İstiklâl marşından evvel inşad etmiş olduğu şiirler zâten bidâyeti inşadından çok evvel bizim hissiyyâtımızı, tehassüsâtımızı ifâde etmişdir. Kendisinin memleketin tehassüsâtına karşı ne kadar bir kudreti şi’riyyesi olduğunu ve garb ve şark âlemi-hakkındaki tehassüsâtının en güzel nümûnelerini «Safahat» ismindeki eserleri gösterir. Bu i’tibar ile bu kahramânı edebi tebcil etmemek elden gelmez. Bendeniz kendi namıma Mehmed Âkif beyin büyük bir ünvan ile tertibetdiği eseri tedkik etmek istemem. Tahsîsen bu mes’elede bunların içinde yazmış olduğu marşların en güzeli İstiklâl marşıdır ve bundan evvel de Meclisde büyük bir vecd uyandırmışdır. Onun için dûrü diraz mütâlaa etmeksizin bunun tasvib edilmesini teklif ederim.
Hacı Tevfik efendi (Kengırı) — Efendiler, bendeniz bu şiirin şu hakikat kürsülerine nasıl çıkdığına tehayyür ediyorum. Bunu Meclisi Meârif kendisi intihab eder, kendisi tercih eder, kendisi yapar. Gerçi şiir bir meziyyetdir, gerçi şiir bir zîverdir. Lâkin bir hayâldir. Bu kürsü hakikate çıkması doğru değildir. Eğer tercih lâzım geliyorsa Âkif beyin şiiri gayet güzel yazılmışdır. Lâkin biz âşiyanda değiliz. Millet Meclisinin kürsüsünde olduğumuzu unutmayalım, bunu Maârif Encümeni kendisi mütâlaa etsin, kendisi takdir etsin, kendisi tercih etsin (doğru sesleri).
Tunalı Hilmi bey (Bolu) — Arkadaşlar, mes’ele gayet mühimdir. Eğer bu marş milletin ruhunu kavrayabilecek bir marş ise onda ufacık bir yakışıksızlık diyelim, sonra o marş İçin pek büyük düşüklük verir. Biraz serbest söyleyemiyorum, kusura bakmayınız. Burada edebî tenkîdâta girişecek değilim. Binâen’aleyh yalınız fikrimi kısaca arzedecegim. Kat’iyyen Hamdullah Subhi beyin isti’câline iştirâk edemem (biz ederiz sesleri), edemem. Bir kerre bu marş milletin ruhundan doğma bir marş değildir. Besim Atalay beyin hakkı vardır. Milletin ruhuna tercüman olacak bir marş olmalı (gürültüler).
Reis — Kesmeyelim, böyle müzâkere edemeyiz ki...
Tunalı Hilmi bey (devamla) — Bu, o kadar müzâkereye lâyıkdır ki siz takdir edemezsiniz.
Refik Şevket bey (Saruhan) — Reis bey, usulü müzâkere hakkında söz isterim. Müsaâde buyurur musunuz? Şiirler sahihlerinin malıdır. Beğenirsek re’y veririz, beğenmezsek re’y vermeyiz. Herkesin muhterem şahsiyyâtına tecâvüz etmeyerek kabul edelim veyahud etmeyelim, recâ ederim.
Tunalı Hilmi bey (Bolu) — Gerek şu şiire ve gerek şu manzumelere karşı birşey söyledim mi ki böyle söylüyorsunuz? İsim zikretmedim, iyi dinleyiniz, kulaklarınızı açınız. Arkadaşlar, istirham ederim, bunu bir encümeni mahsus teşkil edelim, oraya havale edelim, bu manzumelerin birini intihab etsin. Asıl mes’ele buradadır. O encümeni mahsus intihab ettiği manzumenin sahibini çağırır, der ki ona, şu mısraı terk ederseniz veya şu meâlde tebdil ederseniz ve şu kelimenin bununla tebdili elzemdir, o zaman o manzume daha parlak olur. Sahibi muvâfakat eder ve manzume daha iyi olur, istirham ederim, bu noktaya dikkat buyurunuz. Arkadaşlar, manzumenin başdan başa iyi olmasını bütün samîmiyyetimle arzu ediyorum ve bu teklifde bulunuyorum (gürültüler). Müsâade buyurunuz, bana biri imzalı, biri imzasız iki mektub geldi. Bu mektubda deniliyor ki: diğer verilmiş olan manzumeleri de okuyunuz, onların içinde intihab edilmiş olanlardan daha muvâfıkı vardır (Handeler — «Memiş Çavuş» sesleri). Sahibi mektub garb ordusuna gitdi, imzasiyle gösterebilirim. Arkadaşlar, tekrar ısrar ediyorum, bir encümeni mahsusi edebî teşkil edilmelidir ve intihab onun re’yine bırakılmalıdır (hayır sesleri —gürültüler).
Reis — Efendim, müsâade buyurunuz. Trabzon meb’usu Celâl beyin İstiklâl marşı ile bir takriri var :
Riyâseti Celîleye
Min gayri haddim karaladığım gayri matbu’ İstiklâl marşının Meclisi âlî huzurunda kıraat olunmasını teklif eylerim.
Trabzon meb’usu
Celâl
Reis — Müsâade buyurunuz, recâ ederim. Zannediyorum ki bu hey’eti celîlelerine dağıtılan manzumeler müddeti muayyene zarfında toplanıp da şimdi intihab edilenlerdir. Bunun müsâbakaya idhali kaabil midir? (hayır, hayır sesleri).
İhsan bey (Cebeli Bereket) — Şekil aramıyoruz, iyi ise dinleyelim (muvafık sesler).
Reis — Efendim, müsâade buyurunuz. Tekrar ediyorum: Muayyen bir zaman zarfında marş müsâbakası i’lân edildi. Onlardan Maârif Vekâleti intihab etmiş, göndermiş. Şimdi bu gönderdiği marşlardan birinin intihabını hey’eti umumiyyede kendisi ta’kîbediyor ve müzâkere ediyoruz. Bu miyanda birisi bir marş gönderiyor. Bunu kabul etdikden sonra yarın vaakî olacak mürâcaatları da reddedemeyecegiz.
Refik bey (Konya) — Nasıl reddedeceksiniz? İlânihâye devam edecekdir.
İhsan bey (Cebeli Bereket) — Marş lâzımdır. Hangisi güzel olursa o lâzımdır.
Reis — Bu marşın okunmasını kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın (kabul edilmedi efendim).
Hamdi Namık bey (İzmit) — Efendiler, millî bir marş yapmak ihtiyacı hasıl olmuş, Maârif Vekili şâirleri müsâbakaya da’vet etmiş, bir çok şiirler içerisinden bir kaç parça intihab ve tab’edilmiş. Bendeniz anlamıyorum, bu, bir Meclisi Millî işi midir, bir Encümeni Edebî işi midir? (millet işidir sesleri). Millet işidir şübhesiz efendiler. Fakat ma’lumı âlîniz şiir mes’elesi bir san’at mes’elesidir. Eğer bunu tercîh etmek hakkını biz der’uhde ediyorsak, aramızda şiirle tevagğul etmiş arkadaşlarımızdan bir Encümeni Edebî teşkil edelim, onlar tedkik etsinler. Geçen gün bu maksadla söylediğim bir söz sûi telâkkiye uğramışdır. Binâen’aleyh eğer bunun tedkîki için içimizden bir encümen teşkil etmeyecek olursak o hak doğrudan doğruya Maârif Vekâletine âiddir. Noktai nazarını îzah etsin, ya kabul edersiniz, yahud kabul etmezsiniz. Bunun uzun uzadiye sürünmesine hacet yokdur (gürültüler).
Hüseyin bey (Ma’mureitul’aziz) — Maârif Vekâletine ne kadar şiir verilmiş ise yeniden bir encümene verilsin ve orada tedkik idilsin.
Hamdullah Subhi bey (Maârif Vekili) — Arkadaşlar, Refik Şevket beyin sözünü tekrar ediyorum. Bu şiirler mevzuu bahs olduğu vakit lüzumsuz yere, hattâ arzumuz hilâfında şiirler yazmış olan arkadaşlarımız için böyle bir söz buradan çıkmamalıdır. Bahusus ki, arkadaşlar, ısmarlama sözü ve halkın tercümanı olmaz sözü yanlışdır. Çünkü halkın mümessilleri olan sîzlerin huzurunda okunan şiirin hey’eti aliyyeniz üzerindeki a’zamî te’sirine bendeniz de şâhid oldum. Eğer halkın te’sirini anlamak için kendi kalbimizden başka mi’yârımız varsa o başkadır. Eğer halkın te’sirini kendimiz anlayacak olursak halkın kalbini de anlamış oluruz. Şimdi, arkadaşlar, bendeniz diyeceğim ki yeni bir Encümeni Edebîye havâle edersek bir fâide mütesavver olabilir, eğer encümen kararını verip bitirecek ise. Fakat zannediyorum Meclisinizin verdiği karar ve ısrar etdiği nokta kendisi bu işi halletmekdir. O halde Encümenden çıkıp yine hey’etinize gelecekdir, yine bu vaz’iyyet hasıl olacakdır. O halde burada yedi tâne şiir vardır. Riyâset bunları ayrı ayrı re’ye vazetsin. Hangisi tarafınızdan mazharı takdir olursa onu kabul edersiniz (doğru sesleri).
Reis — Efendim, müzâkerenin kıfâyetine dâir takrirler var. Müzâkerenin kifâyetini re’ye koyacağım. Müzâkereyi kâfi görenler lütfen el kaldırsın (kabul edildi). Kırşehir meb’usu Yahya Galib beyin bir takriri var :
Riyaseti Celîleye
Muhiddin beyin inşad ettikleri marşın kürsüde taraflarından okunmasını teklif eylerim.
12 Mart 1337
Kırşehir meb’usu
Yahya Galib
Reis — Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın (kabul edilmedi).
Reis — Efendim, Muş meb’usu Abdülgani beyin bir takriri var :
Riyâseti Celîleye
İstiklâl marşı Maârif Vekâletince müsâbakaya vaz’edilmiş ve intihabı Vekâleti Mezbureye âid bulunmuş olduğundan ve Meclisi âlî bir Meclisi Edebî olmadığından intihabın dahi Maârif Vekâletine âid olduğunu arz ve teklif eylerim.
12 Mart 1337
Muş meb’usu
Abdülgani
Reis — Kabul edenler lütfen el kaldırsın (kabul edilmedi efendim).
Reis — Efendim, Saruhan meb’usu Avni beyin takriri var :
Riyâseti Celîleye
İstiklâl marşı vatanî bir parça olmakla berâber her halde şâyânı teslimdir ki şiir, mûsikî, vatanî olması lâzım gelen bu marşın tedkîki her halde bir ihtisas ve ehli hibre mes’elesidir. Binâen’aleyh bu marşın tefrik ve kabulü için erbâbı ihtisasdan mürekkeb bir encümene tevdiini ve ba’- dehû bestelenmesini teklif eylerim.
12 Mart 1337
Saruhan meb’usu
Avni
Reis — Efendim, bu teklifi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın (kabul edilmedi).
Reis — Şimdi, efendim, müzâkerenin kifayetine dâir muhtelif takrirler var. Yahud her marşı hey’eti aliyyenizin re’yine koyalım.
Basri bey (Karesi) — Reis bey, bizim bir takririmiz vardır. Süad beyin de bir takriri var.
Reis — Meclisi âlî re’yini ne suretle izhar ederse, ondan sonra anlaşılacakdır.
Riyaseti Celîleye
Müzâkerenin kifâyetini ve Mehmed Akif beyin İstiklâl marşının kabulünü teklif ederim.
12 Mart 1337
Kastamoni meb’usu
Doktor Süad
Riyâseti Celîleye
İstiklâl marşının şu’belerce teşkil edilecek bir encümeni mahsus tarafından tedkik ve tasdik olunmasını teklif ederim.
12 Mart 1337
Bolu meb’usu
Tunalı Hilmi
Reis — Bu takriri kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın (red olundu).
Riyâseti Celîleye
Şiirin besteye gelip gelmemesi mes’elesi vardır. Şuarâ ve bestekârlardan mürekkeb bir encümen teşkilini teklif eylerim.
12 Mart 1337
Ertuğrul meb’usu
Necib
Reis — Ayni meâlde bir çok takrirler vardır. Necib beyin takririni kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın (reddedildi).
Riyâseti Celîleye
Bütün Meclisin ve halkın takdîrâtını'celbeden Mehmed Akif bey efendinin şiirinin tercîhan kabulünü teklif ederim.
12 Mart 1337
Karesi meb’usu
H. Basri
Riyâseti Celîleye
Müzâkerenin kifâyetiyle Mehmed Akif beyin marşının kabul edilmesini teklif eylerim.
12 Mart 1337
Ankara meb’usu
Şemseddin
Riyâseti Celîleye
İstiklâl marşlarını matbu’ varakalarda hepimiz ayrı ayrı tedkik ettiğimiz için encümene havâlesine lüzum yokdur. Mehmed Akif beye âid olanının Millî marş olarak kabulünü teklif ederim.
12 Mart 1337
Bursa meb’usu
Operatör Emin
Riyâseti Celîleye
Kâffei ervahı îslâm üzerine kıraati heyecanlar tevhd edecek derecede i’cazkâr olan büyük îslâm şâiri Mehmed Akif beyin marşının takdîren kabulünü teklif eylerim.
12 Mart 1337
Bitlis meb’usu
Yusuf Ziya
Riyâseti Celîleye
Öteden beri İslâmın ruhnevâz şâiri Akif beyin - İstiklâl marşı her vech ile müreccah ve Meclisi âlînin ruhi ma’nevîsine evfak olmağla kabul edilmesini teklif ederim.
12 Mart 1337
Isparta meb’usu
İbrahim
Riyâseti Celîleye
Mehmed Akif bey tarafından inşad edilen marşın kendi tarafından kürsüde kıraat edilmesini teklif eylerim.
Kırşehir meb’usu
Yahya Galib
Reis — Bu takrirlerin hepsi Mehmed Akif beyin şiirinin kabulünü mütezammındır (re’ye sesleri) müsâade buyurunuz, recâ ederim, müsâade buyurunuz efendiler.
Tunalı Hilmi bey (Bolu) — Reis bey, müsâade buyurursanız Mehmed Âkif beyin marşının re’ye vaz’ından evvel bendeniz ufacık bir recâ edeceğim. Tebdil edilmesi ihtimâli vardır.
Reis — Müzâkere bitmişdir efendim, recâ ederim.
Salih efendi (Erzurum) — Bendeniz bir şey arzedeceğim.
Reis — Müzâkere bitmişdir. Maârif Vekâletinin teklifi vardır. Her marşı ayrı ayrı re’ye koyunuz diye teklif etmişlerdi. Her marşın ayrı ayrı re’ye vaz’ını kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın (kabul edilmedi).
O halde bu takrirleri re’ye koyacağız. Basri beyin takririni re’ye koyuyorum (Basri beyin takriri tekrar okundu).
Reis — Basri beyin takririni kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın (kabul edildi efendim). (Gürültüler ve red sadâları).
Refik Şevket bey (Saruhan) — Mehmed Akif beyin şiirinin aleyhinde bulunanlar da ellerini kaldırsın ki ona göre muhaliflerin mikdarı anlaşılsın (muvafıkdır, anlaşılsın sadâları).
Reis — Bu takriri kabul edenler, ya’nî Mehmed Âkif bey efendi tarafından yazılan marşın, İstiklâl marşı olmak üzere tanınmasını kabul edenler lütfen el kaldırsın (ekseriyyeti azîme ile kabul edildi).
Müfid efendi (Kırşehir) — Reis bey, yalınız bir şey arzedeceğim. Hamdullah Subhi beyin, bu marşı, bu kürsüden bir daha okumasını recâ ediyorum (gürültüler).
Refik bey (Konya) — Milletin ruhuna tercüman olan işbu İstiklâl marşının ayakda okunmasını teklif ediyorum.
Reis bey — Müsâade buyurunuz efendim. Hey’eti muhtereme bu marşı kabul ettiğinden tabîî resmî bir İstiklâl marşı olarak tanınmışdır. Binâen’aleyh ayakda dinlememiz îcabeder. Buyurunuz efendiler (Hamdullah Subhi bey İstiklâl marşını kürsüde okudu. A’zaayi kirâm kaaimen sürekli alkışlar arasında dinlediler)5
Bugün İstiklâl marşımızı beğenmeyenler, istemeyenler var. Fakat şunu düşünmelidirler ki o marş — Hamdullah Subhi bey efendinin de dediği gibi— «Son mücâdelemizin ruhunu terennüm» eden «bir marşdır» ve o marşı alkışlarla ve «ekseriyyeti azîme ile» kabul eden de İstiklâl savaşının târîhî ve millî kahramanı' Büyük Millet Meclisidir. O günlerin îcab ve şartlarını unutanlar, o günün içinde yaşamayanlar için bu çîn-i cebîn ne kadar yersiz ve ne kadar çirkindir! İstiklâl marşı o günlerde haakim olan kutsal zihniyyetin tam ifâdesi ve târihidir. Târihî gerçekler ve hâdiseler nasıl değiştirilemezse İstiklâl marşımız da değiştirilemez.
Birinci Büyük Millet Meclisinin ilk açılış merâsimini ve o meclisdeki muhtelif kanâat zümrelerini bir noktai vahdetde birleşdiren ve onları yekpâre bir kuvvet ma’cumu hâline getiren gerçek âmilleri burada îzah etmek istemiyorum.
1 Âkif’inkinden mâada (724) olduğunu Eşref Edib bey yazıyor.
2 Böyle gürültü içinde dalışa Akif bey «değirmenci uykusu» derdi. Çünkü değirmenci; uykusundan ancak gürültü kesilince uyanır!
3 17 Şubat 1337 «Kahraman ordumuza» ithaf olunmuştu.
4 Bu müzâkere başlarken Âkif bey meclisi terkedip çıkmıştı.
5 Zabıtnâme de bundan sonra İstiklâl marşı yazılmışdır. «Mustafa Kemal» paşa marş okunurken sıralarının önünde onu ayakda dinliyor ve mütemadiyen alkışlıyordu. Müzâkerenin hitâmında «Tunalı Hilmi» beyle konuşdum, itirazlarının sebebini sordum. Dedi ki: «Bu ezanlar —ki şehâdetleri dînin temeli—; Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli» beytindeki «inlemeli» kelimesinin «gürlemeli» şekline çevirilmesini isteyecekdim». Güldük.
Bu müzâkereler başlarken —yukarıda işaret etdiğimiz gibi— üstâd sıkılarak salondan dışarı fırlamış, cümle kapısından çıkmış, hattâ câddeyi boylamışdı! O, ikrâmiyyeyi almadı, yoksul kadınlara ve çocuklara örme işleri öğretmek üzere açılan «Dârülmesâî» ye tahsis ve ciro etdi.
(...)
Hasan Basri Cantay, Âkifname (Mehmed Âkif), 1966, s. 62-77.
“İstanbul'dan askerler, mühimmat kaçakçılığı gibi cüretkâr hareketler, dünya tarihinde misli görülmemiş efsanelerdi.
“Bağımsızlık”la silinmesine çalışılan “İstiklâl” kelimesine bakalım: Bu memleketin çocukları “Ya istiklâl, ya ölüm!” diye cephelere koşmuş, kanlarını bu kelimenin
Safahat yalnız kendi devrinin değil, geleceğin meselelerine de tercüman olmuştur. Namık Kemal ile açılan cemiyetçi şiir çığırını en ileri götüren;
Tevfik Fikret, bir zamanlar, daha çok, Avrupalılaşmış münevverlerimizce hissedilen bir istibdâda kızarak, İstanbul’a lânet yağdıran bir şiir yazmıştı: Sis
(Rubabı Şikeste) müellefini, cihan harbi içinde kaybetmiştik..
Fikret’in ölümü, birçok münevverlerle perestişkârlarını derin ve sonsuz bir keder içinde bırakmıştı. Bu derin ve sonsuz keder içinde, onu ihmal eden devrin hükûmetine karşı dudaklarda iğbirarın korkak fısıldayışlarile ifşa edildiğini hatırlarım. Yahud, harb yıllarının sıkıntılı şartları içinde hükûmete küsmüş olanlar, bir hak kazanmış gibi bu noktada birleşmiş oluyorlardı…