HIRİSTİYANLAR DA AZİZ OLUR MU?

Süleyman Çelebi’nin telif ettiği Mevlid’in Tevhid Bahrinde “Ey azizler, işte başlarız söze, Bir vasıyyet kılarız illâ size” beyti vardır. Müellif cemaate “azizler” diyerek hitap etmiştir. Süleyman Çelebi’nin Müslüman cemaate “azizler” diyerek hitap etmesi ona mahsus bir şey değildir. Türkler için yazılmış daha birçok eserde müellifler cemaate “azizler” diyerek hitap eder[1]. Bu da acaba Türkçe aziz kelimesi Müslümanlar için mi kullanılıyordu sorusunu aklıma getirdi.   

Bu sorunun cevabını ilk olarak Kuran-ı Kerim’e müracaat ederek arayabiliriz. Çünkü Türkçe kelimeleri, ifade şekilleri, grameri, edatları vs. Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerden doğmuş bir dildir. Bu irtibat Türkçeyi Arapçadan ayırır. Çünkü Arapça, Kuran-ı Kerim’den doğmamış, etkilenmiştir. Surelerde geçen bir kelimeyi izah etmek için cahiliye şiirlerinden deliller getirilir. Türkçe kelimeleri izah etmek içinse müracaat edeceğimiz birinci kaynak Kurandır. Çünkü “Türkün dili Kur’an sözü”dür. İkinci kaynak ise hadis-i şeriflerdir. Çünkü “resul-i ekrem söyledi işiten Türk oldu.”  Aziz kelimesinin mastarı da olan izzet kelimesi Kuran-ı Kerim’de muhtelif anlamlarda buyurulmuştur. Kelime kimi zaman menfi anlam kimi zaman da müspet anlamdadır. Kelimenin menfi anlamda bulunduğu ayetler şöyledir;

Bakara suresinin 206. ayetinde “Ona: “Allah’tan kork” denildiği zaman izzet (-i nefsi,[2] cahilane kibr)i kendisini (daha ziyade) günah işlemeye götürür.” mealinde “وَاِذَا قِيلَ لَهُ اتَّقِ اللّٰهَ اَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالْاِثْمِ” buyurulmaktadır. Hasan Basri bu ayetteki “izzet” kelimesine “izzet-i nefsi, cahilane kibri” şeklinde meal vermiştir. Sad suresinin 2. ayetinde “(hal) küfredenler (in iddia ettikleri gibi değildir). Bilakis (onların dışı boş) bir onur, (içi ise tam) bir tefrika içindedir.” mealinde “بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ” buyurulmaktadır. Bu ayetteki “izzet” kelimesine de Hasan Basri “dışı boş bir onur” şeklinde meal vermiştir. Şuara suresinin 44. ayetinde de Musa aleyhisselam sihirbazlara ne atacaklarsa atmalarını söyleyince onların da “Firavunun izzeti hakkı için galip olanlar elbet biziz biz!” mealinde “وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ” dedikleri buyurulmaktadır. Hasan Basri bu ayetteki izzet kelimesini mealinde olduğu gibi kullanır. Bu ayette de firavunun izzetinden bahsedenler henüz Müslüman olmamış sihirbazlardır.

Kelimenin müspet anlamda geçtiği ayetler de şöyledir: Nisa suresi 139. ayette “Onlar müminleri bırakıp kafirleri dost edinenlerdir. İzzeti onların yanında mı arıyorlar? Hakikat bütün ululuk ve kudret Allah’ındır.” mealinde اَلَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ اَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَاِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَمِيعًا"” buyurulmaktadır. Hasan Basri’nin “ululuk ve kudret” olarak meal verdiği kelime ayetteki “izzet” kelimesidir. Münafikun suresinin 8. ayetinde “İzzet Allah’ındır, peygamberinindir, müminlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.” mealinde “وَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلٰكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ۟” buyurulmaktadır. Fatır suresi 10. ayette de “her kim izzet istiyorsa bilsin ki izzet tamamıyla Allah’ındır.” mealinde “مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا” buyurulmaktadır. Maide suresinin 54. ayetinde “Ey iman edenler, içinizden kim dininden dönerse Allah -müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu, kendisinin onları seveceği, onların da kendisini seveceği- bir kavim getirir ki onlar Allah yolunda savaşırlar ve hiçbir kınayanın kınamasından çekinmezler.” mealinde “يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَۘ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَائِمٍ” buyurulmaktadır. Bu ayetteki İzzet kelimesi de “onurlu” ve “zorlu” kelimeleri ile karşılanmıştır. Kelimenin bulunduğu diğer ayetler için Saffat 180, Neml 34, Yunus 65’e bakılabilir.[3]

Ayetlerde menfi anlamda buyurulan izzet kelimesi “gurur, aldanış” manalarındadır. Ragıp El- Isfahani El-Müfredat Fi Elfaz-il-Kuran adlı Kur’an-ı Kerim lügatinde bu menfi anlam için “Allah’ın, resulünün ve müminlerin olan izzet daimî ve baki olan hakiki izzettir. Kafirler için olan izzet ise büyüklenme ve gururlanmadır. Bu ise bir züldür. Nitekim Resulullah “Allah’tan olmayan her izzet bir züldür.” buyurmuştur” der. Yani izzet kelimesi kafirler için kullanıldığı zaman bu “gurur, aldanış” anlamındadır. Müspet anlamda buyurulan ayetlerde ise gayrimüslimler ile alakalı bir durum söz konusudur. Müminleri bırakıp kafirleri dost edinenlere izzetin Allah’ın olduğu, münafıklar bilmese de izzetin Allah’ın, resulünün ve müminlerin olduğu, mürtet olunduğu zaman Allah’ın mürtetlerin yerine getireceği kavmin kafirlere karşı izzetli olduğu buyurulmaktadır. Bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki izzet İslam dairesi dışına çıkıldığı zaman mahrum kalınacak bir şeydir. Yani izzet Müslüman olunmadığı ya da hakiki Müslüman olunmadığı zaman sahip olunamayacak bir şeydir. İzzetin hepsinin Allah’ın olduğunun buyurulması da bununla alakalıdır. Bu yüzden Allah’ın isimlerinden biri de “Aziz”dir. Al-i İmran suresinin 4. ayetinde Allah’ın “Aziz ve Müntekim” olduğunu buyurulmaktadır. Esma-i Hüsna’dan da olan Aziz kelimesi izzet kelimesinin ism-i failidir. İzzet sahibi olanı ifade eder. Aziz kelimesine Türkçe lügatler birbirinden farklı anlamlar vermez. Kamus-i Türki’de kelime için “kıymettar, âlikadir, refi-ül derece, kuvvet ve kudret ve celal sahibi, Allah’ın ismi kerimi” denmiştir. Kamus’tan önce telif edilmiş lügatlerde de hemen hemen aynı kelimelerle bu tanım yapılır.

Aziz kelimesinin eski metinlerdeki kullanımları, farklı kök manaları olması sebebiyle muhteliftir. En sık kullanım “kıymetli” manasındaki kullanımdır. Ömr-i aziz, nan-ı aziz, mihman-ı aziz gibi terkiplerde karşımıza çıkar. Bir diğer kullanımı da Mısır meliklerine verilen bir unvan sebebiyledir. Bu yüzden Aziz-i Mısır denir.  Bir de bir hitap şekli olarak “azizim” vardır. İnsanların pek sevdiği insanlar için kullandığı bir hitaptır. Tanzimat yüzyılında ise bu hitabı daha çok okuryazarlar kullanmaya başlar. “Aziz” kelimesinin bir de mastarı olan “izzet” ile bir kullanımı daha vardır. Yunus Emre ile aynı dönemde yaşamış olan Gülşehri, Feriduddin Attar’ın Farsça yazdığı Mantıkut’tayr adlı mesnevisini Türkçeye tercüme eder. Eseri sadece bir tercüme değildir. Mesnevide Feridüddin Attar’ın eserinde olmayan bölümler vardır. Mesela o bölümlerden biri Fütüvvetname ile alakalıdır. Gülşehri eserin bu bölümünde Ahilerin ahlakının nasıl olması gerektiği hususunda tembihlerde bulunur. Bu esere mahsus bir diğer hususiyet ise Gülşehri’nin Mevlana’nın Mesnevi’sinden yapmış olduğu bazı tercümelerdir. Bu tercümeler dolayısıyla Gülşehri’ye “Mesnevi’nin ilk mütercimi” de denmektedir. Aziz kelimesi ile alakalı beytin geçtiği bölüm San’an şeyhinden bahsedilen bölümdür. San’an şeyhinin hikayesi kısaca şöyledir; Mekke’de mukim bir şeyh rüyasında Anadolu’da olan bir kafir kız görür. O kızı bulma temennisiyle birkaç müridi ile birlikte diyar-ı Rum’a gelir. Kızı bulur ve kızın talebi üzerine Hıristiyan olur. Müritlerinin tüm ısrarlarına rağmen yaptığından vazgeçmez, müritler de gözleri yaşlı olarak Mekke’ye geri dönerler. Şeyhin Mekke’deki has müritlerinden biri “şeyhe her koşulda tabi olmak gerek” deyip diğer müritlerle şeyhin yanına dönerler. Hulasa şeyh tekrar Müslüman olur, onun Müslüman olduğunu gören kafir kız da Müslüman olur. Ancak bundan hemen sonra kız vefat eder. Bu “sırrı” idrak eden kavimden 70 ev de kızın Müslüman olarak ölmesinden sonra Müslüman olur. -Hikâyenin tuhaflığı bir yana- Şeyh Hıristiyan olduğu zaman müritlerinden biri şeyhi ikaz eder;

Birisi eydür kim iy ehl-i temiz
Tevbe kıl bu halk içinde ol aziz

Mesnevide en çok yapılan kafiyelerden biri de temiz ve aziz kelimesi ile yapılandır. İkinci örnek ise Şeyh tekrar Müslüman olduktan sonradır;

Dine degşürmiş yene tersâlıgı
İzze irürmiş girü rüsvâlıgı

“Din” kelimesi beyitte “İslam” manasında kullanılmıştır. Kelimenin bu sarahatte kullanımına dair bir diğer örnek de II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni devirlerinde yaşamış hamse sahibi yani 5 adet mesnevi sahibi Ahmed Rıdvan’ın hamselerinden biri olan Hüsrev ü Şirin mesnevisinde bulunmaktadır. Mesnevi’de Hüsrev-i Perviz’in başı bir türlü dertten kurtulmaz. Türlü hadiselerden sonra Hüsrev-i Perviz bir gece rüya görür. Bu rüyasından sonra da dine yönelmeye karar verir. Hüsrev rüyasında beyaz kıyafetler içinde birinin ata binmiş süratle kendisine geldiğini görür. Akabinde şu beyitler gelir;

Buna hışmile dir ey merd-i dilgir
Gider küfri müselman yolına gir

Bu batıl yolını terk eyle tîz ol
Kabul it din-i islâmı azîz ol

14. yüzyılda -yani Yunus Emre ile aynı yüzyılda- yaşamış Aşık Paşa’nın Garipname adındaki eserinde aziz kelimesi bu minval üzere kullanılmıştır. Eserin sonlarına doğru dört halife methedilir. Onları methetmek için kullanılan kelimelerden biri de aziz kelimesidir.

Padişah emri vü hem kavl-ı Resul
Berkidi İslâm dini dutdı usul

Beytiyle başlayan bölümde söz dört halifeye getirilir;

Bu işi kimdür düzen ol dört imam
Kim uyadur bunlara bu hâs u âm

(…)

Ol İmamlar düzdi bu erkânları
Daim olsun rahmet içre canları

Ol azizler bu işi çün düzdiler
Bellü bilgil kim bizümçün düzdiler

15. yüzyılda yaşamış Ahmed Bican adlı müellifin Envar-ül Âşıkın adlı eserinde de aziz kelimesinin muhtelif kullanımları vardır. “Vefat-ı Yakup ve Yusuf Aleyhisselam” bahsinde özetle Yakub’a kendisinin ölümü haber verilir ve ona babasının kabrine gitmesi söylenir. O da İbrahim ve İshak’ın kabrine gider. Kabrin olduğu yere geldiği zaman melekler bir kabir üzerinde dururlar. Akabinde hadise şöyle cereyan eder: “Yakup eyitti: Ey ferişteler bu kabir kimindir? Ferişteler eyittiler: Bir kerim kulundur. Yakup ol kabir içinde bir merdiven gördü üzerinden birkaç azizler yatarlar. Yakup eyitti: Ey ferişteler bunlar kimlerdir? Ferişteler eyittiler: Bunlar Halil peygamberin oğullarıdır.” Yani bahsedilen azizler İbrahim peygamberin çocuklarıdır. Metinde İbrahim peygamberin soyundan gelen insanlar aziz olarak tavsif edilmiştir. Bilindiği gibi Hz. İbrahim için Kuran-ı Kerimde “ne Yahudi ne Hıristiyan ne de müşriklerdendi. O Hanif bir Müslümandı” buyurulmaktadır. Metinde de Müslümanların atası olan Hz. İbrahim’in soyundan gelenlere aziz denmiştir. “Mebas-i Lokman-ı Hekim” bahsinde Lokman Hekim şu sözleri sarf eder: “Dünyada hor olmak yeğdir şerif olmaktan ve ahirette aziz olmak yeğdir hor olmaktan.” Burada hor kelimesinin zıttı olarak aziz kelimesi kullanılmıştır. O dönemdeki daha birçok metinde bu iki kelimenin bulunduğu beyitler de vardır.[4] Yani kelimenin ifade ettiği mananın zıttı horluktur. Yine Lokman Hekim’in aziz kelimesini ahiret ile irtibatlı olarak kullandığı görülmektedir.

Bir diğer örnek ise Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun adlı mesnevisindedir. Mecnun mübtela-yı aşk olur. Atası anesi onun bu halini görünce perişan olur. Babası onu bu halden azade kılmak için ne yapsa bir fayda vermez. Sonunda izan sahibi biri babasına onu Kâbe’ye götürmesini tavsiye eder. Mecnun babası ile Kâbe’ye varır. İşte mecnun Kabe’yi gördüğü zaman ona hitaben şöyle der;

Ey kıble-i ehl-i izz ü ikbal
Ruhsar-ı zemine anberin hal

16. yüzyılda yaşamış ve Anadolu’daki ilk şair tezkiresi olan Heşt Behişt’in müellifi Sehi Bey’in tezkiresinde aziz kelimesi muhtelif anlamlarda kullanılmıştır. Mevlâna Emiri’den bahsederken Sehi Bey şöyle der; “Salahiyet-i şiar ü faziletdisar âbid ü zahid salah-ı ilm ile mutad müselmanlar duasından istimdad iderler müstecabüd-dave bir aziz idi.”[5] Şairin Müslümanlığına dair olan hasletleri sayıldıktan sonra onun bir aziz olduğu ifade edililir. Sehi Bey Divanında da aziz kelimesi şöyle kullanılmıştır;

Ķadrimüz bile olavuz der-i cânânda aziz
satabilürsek eger yâra Sehî kendüzümüz

Bilindiği üzere Kuran-ı Kerim’de Tövbe suresinin 111. ayetinde “Şüphesiz ki Allah hak yolunda (muharebe ederek düşmanları) öldürmekte, kendileri de öldürülmekte olan müminlerin canlarını ve mallarını — kendilerine cennet (vermek) mukabilinde — satın almıştır.” buyurulmaktadır. Sehi Bey’in de kendisini cananına satmak ile kadrinin aziz olacağını söylemesi bu ayeti hatırlatmaktadır. 16. yüzyılda yaşamış “Tezkiretül Şuara” adlı tezkire müellifi Latifi’nin eserinde Sehi Bey’in tezkiresindeki gibi kullanımlar görülür. “Kıdvetül Eşraf Mevlâna Emiri”den bahsedilirken “Alim ü zahid ve Murtaza u mücahit aziz idi.”[6] denir. Yine şairin Müslümanlığından bahsedildikten sonra onun aziz olduğu söylenmiştir. Aynı eserde “Huzuri” adlı şair tavsif edilirken şöyle denir; Fakr u fena ihtiyar itmiş müteveccih ü mütevekkil ve kahr-ı dehre sâbir ü mütehammil olup kûşe-i vahdette mahabbetullahla yar ve halayıkı kendüye ağyar bilmiş azizlerden ve erenlerden ve ayinesinde hakkı görenlerden idi.”[7] Huzuri’nin hasletleri sayıldıktan sonra onun aziz ve eren olduğu söylenir. Eserde bunun gibi daha birkaç örnek vardır. Bu örnek ifadeler aynı yüzyılda yaşamış Prizren doğumlu Aşık Çelebi’nin Mecalisüşşuara adlı tezkiresinde de vardır. Çelebi, Sehayi adlı şairden bahsederken “Adı Muhammed’dir. Babası tarik-i Zeyni’den Şeyh Zeynel nam bir aziz, sahibi temyiz, ehl-i perhizdir.” der.[8] Aziz kelimesini sıfat olarak en çok kullanan tezkire müellifi ise 18. yüzyılda yaşamış ve kendisi bir Mevlevi olan Esrar Dede’dir. Şeyh Galip’in şiirlerini seçtiği tezkire Tezkire-i Şuara-yı Mevleviye ismindedir. İsminden de anlaşılacağı üzere Mevlevi şairleri hakkında bir eserdir. Neredeyse tezkirenin her sayfasında “aziz” kelimesi geçer. Hemen hemen bahsedilen her Mevlevi şair için şu ifadeler kullanılmıştır: “Azizün müşarun ileyh, azizün mu’ma ileyh, azizüssıfat, hazret-i aziz, aziz-i mezbur, aziz-i zevil-mefahir, aziz-i merkum.” Bu örneklere ek olarak bir de Aziz Mahmud Hüdayi’nin ismi vardır. Aziz ve Hüdayi kelimeleri Mahmud ismine sıfat olarak gelmiştir.[9]

Osmanlı Devleti zamanında yazılan tarih kitaplarında da birçok örnek cümle vardır. Yani farklı türlerde yazılmış nazım ve nesir eserlerden bu şekilde daha birçok örnek getirilebilir. Buraya kadar olan örneklerde aziz ve izzet kelimelerinin Müslümanlığa dair olan iki kullanımı görülmüştür. İlki Fuzuli, Gülşehri ve Ahmed Rıdvan’ın eserinde olduğu gibi doğrudan Müslümanı ifade eden kullanımdır.  İkincisi ise Müslümanların seçkinlerini ya da lügatlerin aziz kelimesini tanımlarken kullandıkları kelimeyle “âlikadir” olanlarını ifade etmek için sıfat olarak gelen kullanımıdır. Bu kullanıma ise Aşık Paşa’nın, tezkire yazarlarının kullanımı ve Aziz Mahmud Hüdayi’nin ismi birer örnektir. Bir de Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inde de olan “ey azizler” hitabı vardır. Bu kullanımların hepsi bizi kelimenin Kuran-ı Kerim’de müspet anlamda geçtiği ayetlere götürmektedir. Çünkü Türkçe konuşan insanlar İslam’ı seçtikleri zaman hangi dairede kimlerle beraber olduklarının şuurunda idiler. Bu şuur da konuştukları dilde yani Türkçede duyulur olmuştu.

Biz ise bugün “aziz” ve “azize” kelimelerini duyduğumuz zaman daha çok Hıristiyanların takdis ettiği insanları anlıyoruz. Kamus-i Türki’nin bu kelime için verdiği bir diğer tanım da şöyledir; milel-i saire indinde veli addolunarak namına ayinler icra olunan ve yevm-i mahsusları yortu ittihaz edilen adam, ayos: Rumların birçok azizleri vardır. Katoliklerin azizleri çok olup Protestanlar bunları tanımıyorlar.” Kamusun verdiği bu ikinci tanımı 1911 yılında telif edilmiş Resimli Kamus-i Osmani de nakleder. O da Kamus gibi “mille-i gayri müslime indinde veli addolunan kimse.” der. Kamus-i Türki’den önce Türkler tarafından telif edilmiş lügatlerde kelimenin Hıristiyanlar ile alakalı kullanımına dair bir tanım yer almamaktadır.[10] Redhouse’un Türkçe lügatinde (1882 baskısı) bile Kamus’taki Hıristiyanlar ile alakalı olan tanım yer almamaktadır. Burada henüz lügat faaliyetleri başlamamışken gayrimüslimlere Türkçe öğretmek için yazılmış bazı Lantince-Türkçe, Fransızca-Türkçe lügatler vardır. Bunların ilkinin 17. yüzyılda Meninski tarafından Thesaurus Linguarum Orientalıum Turcıcæ, Arabıcæ, Persıcæ ismiyle telif edilen lügat olduğu söylenir. Viyana Kuşatmasından 3 yıl önce yani Hıristiyan Takvimine göre 1680 yılında tabedilmiş. Bu lügatte Hıristiyanların mukaddes addettikleri isimlerin başına getirdikleri Latince “Sanctus” kelimesini tanımlayan kelimelerden biri de “aziz”dir. Bir Fransız olan Bianchi, Napolyon’a sunulan bir raporda Fransızca-Arapça bir lügatin lüzumundan bahsedilirken neden bir Fransızca-Türkçe lügat lüzumundan bahsedilmediğini dile getirerek hayret ettiğini söyler. Çünkü ona göre ticari ilişkiler söz konusu ise Türkçe bir lügat Arapça bir lügatten daha gereklidir. Bu yüzden Fransızlara Türkçeyi öğretmek için hem bir lügat telif eder hem de Türkçe bir gramer kitabı. Hem Fransızcadan Türkçeye bir lügati vardır hem de Türkçeden Fransızcaya. Kaynak olarak aldığım kitabın baskı tarihine ulaşamadım. Ancak bu lügatin 1835 yılında tabedildiği söylenir. Bu lügatte “aziz” kelimesi için Hıristiyanlara dair bir tanım yapılmamaktadır. Ama kelimenin müennesi olan “azize” için yapılan tanımda bir de Fransızca “sainte” kelimesi yer almaktadır. Gayrimüslimlere Türkçe öğretmek için yazılmış bir diğer lügat de Osmanlı topraklarında yaşamış bir Ermeni olan Artin Hindoğlu tarafından telif edilen Hazin-i Lügat’dır. Hindoğlu eserini Fransızlara Türkçe öğretmek için 1838 yılında neşretmiştir. Bu lügatte de Fransızca “Saint” kelimesini tanımlayan kelimelerden biri de “aziz”dir. Ancak aziz kelimesinin bu tanımı bu topraklarda yazılmış lügatlerde ilk defa 1901 (veya 1900) yılında neşredilmiş Kamus-i Türki ile karşımıza çıkmaktadır. Yani aslında “aziz” kelimesinin Türkçe’de Hıristiyanlarla irtibatlı bir kullanımı yoktu.

Ancak günümüze yaklaştıkça yazılan lügatlerde kelimeye Hıristiyanlarla alakalı bir tanım eklendiği görülür. Kazım Kadri’nin Büyük Türk Lügatı’nda[11] aziz kelimesi için “ehl-i hak, veliyullah” denir. Aziz kelimesinin cemi olan “eizze/اعزه için “tahsisan evliyaullah hakkında kullanılır: aizzei kiram, aizzei nasara…” demiştir. O da Hıristiyanlara göre bir tanım yapar. Kubbealtı Lügatı’nda “Maddî ve mânevî hayâtı insanlığa örnek olabilecek kerâmet sâhibi erkek eren, ermiş, velî” denir. Bu tanımın Müslümanlar için mi gayrimüslimler için mi yapıldığı net değildir. Kelimenin Hıristiyanlar için yapılan 4. tanımından sonra yukarıdaki tanımın Müslümanlar için yapıldığı anlaşılmaktadır. TDK’da ise kelimenin birinci anlamı “ermiş, eren” olarak verilmiştir. Bu “ermiş, eren” kelimeleriyle yapılan bir diğer tanım ilk editörlüğünü İbrahim Alaettin Gövsa’nın yaptığı Ansiklopedik Sözlük: Dil ve Genel Kültür Ansiklopedisi adlı çalışmada yer almaktadır. Aziz kelimesi için “Eren, ermiş” denir ve bu kelimelerin yanına parantez içinde “Saint- Saint” yazılmıştır. Yani bu eren ve ermiş kelimeleri “Saint” kelimesinin bir tercümesidir aslında. Mehmed Aydın’ın Ansiklopedik Dinler Sözlüğü adlı çalışmasında aziz kelimesi için “saf ve mükemmel anlamına gelen Latince Sanctus kelimesinden gelmektedir” denir. Orhan Hançerlioğlu da İslam İnançları Sözlüğü adlı çalışmasında “Aziz” kelimesine parantez içinde (Hıristiyan) demiş ve “Türkçemizde ermiş, Latincesi sanctus’tur” demiştir. Maddenin sonunda “Bkz. Ermiş” denerek okuyucu “ermiş” maddesine yönlendirilmiştir. Yani Hıristiyanlar için aziz kelimesinin kullanılması “Saint” kelimesinin ve başka dillerde bu kelimeye muadil diğer kelimelerin Türkçeye tercüme edilmesi ile olmuştur.

Aziz kelimesinin Türkçe’de Hıristiyanlara sıfat olarak gelmesi elbette kiliseler ile alakalıdır.  Saint Esprit Kilisesi isminin Saint kelimesi Fransızca, Sveti Stefan (Свети Стефан) isminin Sveti kelimesi Bulgarca, Kıbrıs’taki Agios Efimianos (Άγιος Ευφημιανός) Kilisesi isminin Agios kelimesi ise Yunanca kelimelerdir. Bu kelimeler hangi dilde olursa olsun Türkçeye “aziz” kelimesi ile tercüme edilmektedir. Kıbrıs’taki kilisenin kaynaklarda geçen bir diğer ismi de Aziz Efimianos Kilisesi’dir. Yani Hıristiyanlar kendi dinlerinde “Saint” insanlar için bir kelime bulma ihtiyacına binaen bunu Türkçedeki aziz kelimesi ile karşıladılar. Bunun da aslında onlar arasında yaygın bir kelime olmadığı yine kilise isimlerine bakılarak görülebilir.  Bazı kilise isimlerinde “aziz” kelimesi telaffuz edilse de çoğu orijinal dilindeki şekliyle söylenir. Mesela; Edirnekapı, Samatya, Çengelköy ve Kadıköy’deki kiliselerin ismi ve de Burgazada’daki Manastırın ismi Aya Yorgi’dir. Aziz Yorgi de dense esas olanın Aya Yorgi olduğu anlaşılmaktadır. 1870 yılında Beyoğlu’nda kurulan Saint Joseph Fransız Lisesi’nin ismi Fransızcadır. Joseph ismine gelen sıfata “aziz” denmemiştir. Bir de bugün insanlar (veya Hıristiyanlar) “Aziz Pavlus” dese de Ahmet Mithat Efendi’nin 1911 yılında neşrettiği Tedris-i Tarih-i Edyan aslı eserde Pavlus’un bir sıfatı yoktur. Osmanlı devletinin arşivlerinde bulunan -bu zamana kadar henüz on üç adet bulunduğu söylenmektedir- kilise defterleri vardır. Bu defterler devletin kiliseler için tuttuğu bir arşivdir. İzinsiz imar edilenlerin, tadilat gerektirenlerin, yanmış olanların kaydedildiği defterlerdir.  Benim tetkik edebildiğim defterlerde kilise isimleri pek zikredilmemektedir. Onun yerine “Kaplan mahallesinde kain kilisenin…” şeklinde ifadeler bulunmaktadır. Ancak ismi zikredilen kiliselerde de aziz kelimesi yer almamaktadır. Sivas’taki kilise için “Meryem Ana Kilisesi” denir “Azize Meryem Kilisesi” denmez. “Merzifon kasabasında muhterik Aya Varvar nâmındaki kilise” denir.

Yani Hıristiyanlar kendileri için mukaddes olan din adamlarının isimlerinin başına getirdikleri bu sıfatı Türkçe’de aziz kelimesi ile karşıladılar. Bunu lügatler üzerinden takip edebileceğimiz üzere kendi dinlerinden olan insanlara Türkçe öğretmek için telif ettikleri lügatleri ile yaptılar. Onların bu kullanımı da Tanzimat’tan sonra Türkçeye girdi. Çünkü fermandan sonra gayrimüslimlere bazı imtiyazlar tanındı. Kendi ibadet yerlerini inşa etme hususundaki hakları genişletildi. Fermanın tarihi Hıristiyan takvimine göre 1839’dur. İstanbul Şişli’deki Saint Esprit Kilisesi 1846’da Balat’ta Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla tekrardan açılan Sveti Stefan Kilisesi 1859 yılında, İstiklâl Caddesinin girişinde bulunun Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi 1880’de yapılan bazı kiliselerdir. Onların itibar kazanması kendilerine ait mukaddes kimselerin de duyulmasına sebep oldu. Aynı zamanda Türkçe konuşmaya ehil değillerken kendilerini Türkçe içinde ifade etmeye başladılar. Yukarıda iktibas edilen Türk edebiyatına mahsus metinlerin hiçbirinde onların yeri yoktur. Buradaki insanların da onları muteber görmesi aziz kelimesine verdikleri karşılığın burada telif edilen lügatlere de girmesine sebep oldu.

Biz gayrimüslimlerin Türkçe konuşamayacağını söylüyoruz. Türkçe’nin Müslümanların konuşabileceği bir dil olduğunu söylemek, Türkçe’nin Kur’an ve sünnetten doğduğunu söylemektir. Müslüman oldukça Türkçe konuşabiliriz Türkçe konuştukça Müslüman kalabiliriz. İşte bunun örneklerinden biri de Aziz kelimesidir. İzzet Allah’ın, resulünün ve müminlerindir. Müslümanlar kafirlere karşı aziz kendi kardeşlerine karşı müşfiktirler. Bir Hıristiyan’ın veya sair gayrimüslimlerin aziz ve izzet sahibi olması söz konusu değildir. Kur’an’ı ve sünneti merkeze almadan Türkçe hakkında yapılmış her çalışma temkinli yaklaşılması gereken bir çalışmadır. Bu yüzden Türkçe’nin hala bir lügatinin olmadığını söylüyoruz.

Aziz kelimesi hakkındaki bu yazının yazılmasına vesile olan Mevlid’de geçen mısra idi. O mısranın devamı da bahrin sonuna kadar şöyledir;

Ey azizler, işte başlarız söze
Bir vasıyyet kılarız illâ size

Ol vasıyyet ki direm her kim tuta
Misk gibi kokûsu canlardâ tüte

Hak-Teâlâ rahmet eyleye anâ
Kim beni ol bir dua ile anâ

Her kim ki diler bu duada buluna
Fâtiha ihsân ede ben kûluna

Yusuf Ay
5 Safer 1445 (21 Ağustos 2023)


[1] Fuzuli’nin Hadikatü's-süeda adlı eserinde;

“Azab-ı duzah Kabile mensup ola ve ol azap içinde müebbet kala

Ey azizler her gah ki Âdem hürmetin dutmayup anun ferzendin”, Hacı Bayram-ı Veli’nin Makalât’ında “Ey azizler, o şehri dört tane sur kuşatır”, Seyyid Eyüp bin Sadık’ın Menakıb-ı Çihar Yar-ı Güzin adlı eserinde “Ey azizler, bunu fikir edip kıyas edin…” olduğu gibi.

[2] Hasan Basri “izzet-i nefis” terkibini menfi kullanmıştır. Kamus-i Türki ise bu terkip için şöyle der: insanın kendi nefsini hor ve zelil etmeyip vakar-ı haysiyetini muhafazaya itina etmesi.

[3] Saffat suresi 180. ayette mealen “İzzet sahibi rabbin onların vasfettiklerinden münezzehtir”, Neml suresi 34. ayette mealen “Doğrusu, dedi: mülûk bir memlekete girdiler mi onu perişan ederler ve ehalisinin aziz olanlarını zelil kılarlar, evet, böyle yaparlar”, Yunus suresi 65. ayette mealen “Ötekilerin lâfları seni mahzûn etmesin, çünkü ızzet, hep Allâhındır, o hepsini işitiyor, hepsini biliyor” buyurulmaktadır.

[4] Gülşehri’nin Mantıkuttayr adlı mesnevisinde;
Ol beni açlıklara davet kılur
Kendü gibi hor u bi izzet kılur

Ahmedi’nin İskendername’sinde;
Buldı mani izzetin nahl-i asel
Sureti hor olur-ısa ne halel
beyitleri bulunmaktadır.

15. yüzyılda yazılmış bir satır arası Kur’an-ı Kerim mealinde de Âl-i İmran suresinin 26. ayeti -“izzet” ve “zelil” kelimelerinin fiil hallerinin bulunduğu ayet- mealen şöyledir: Dahi aziz eylersin anı kim dilersin, dahi hor eylersin anı kim dilersin.

[5] Türkçe metinler Latin Harfleri ile anlaşılmamaktadır. İktibasın Türkçesi şöyledir;

 صلاحیت شعار و فضیلت دثار عابد و زاهد صلاحِ علم ایلە معتاد مسلمانلر دعاسندن استمداد ایدرلر مستجاب الدعوە بر عزیز ایدی.

[6]  عالم و زاهد و مرتضا و مجاهد عزیز ایدی.

[7] فقر و فنا اختیار ایتمش متوجه و متوكل و قهرِ دهرە صابر و متحمل اولوب كوشۀِ وحدتدە محبة اللهە یار و خلایقی كندویە اغیار بیلمش عزیزلردن و ایرنلردن و آینەسی حقی گورنلردن ایدی.

[8] آدی محمددر. باباسی طریق زینیدن شیخ زینل نام بر عزیز، صاحب تمییز، اهلی پرهیزدر.

[9] “Aziz” kelimesinin müştak olduğu kökün manalarından biri de “az”dır. Kelimenin bazı Müslümanlara sıfat olarak gelmesi onların sayısının azlığı ile de alakalı olabilir. Lütfü Özaydın Hoca’nın Türkçede kullanılan “az” kelimesinin “aziz” kelimesinden geldiğini izah eden “Aziz, Az Olduğçün Mü Aziz, Aziz Olduğundan Mı Az?”  yazısına Türkçe Üzerine Mülâhazalar 1-Söyleyenler Bilmez Bilenler Söylemez kitabından müracaat edilebilir.

[10] Ahterî-i Kebir (1545), Lehce’tül Lügat (1795), Kamus-i Osmani (1870), Lehce-i Osmani (1876), Lügat- Naci (1891), Lügat-ı Remzi (1896-97) gibi lügatlerde izzet kelimesi gayrimüslimlerle irtibatlandırılmamıştır.

[11] Lügat 4 cilttir. Birinci cildi 1927 ikinci cildi 1928 yılında Kuran harfleri ile neşredilmiş. Üçüncü cildi 1943 dördüncü cildi 1945 Latin harfler ile neşredilmiştir.

ÜÇÜNCÜ GENEL KURULUMUZ ANKARA'DA YAPILDI

İstiklâl Marşı Derneği'nin üçüncü olağan genel kurulu 25 Mayıs Cumartesi günü Ankara'daki Genel Merkezimizde yapıldı.

"ÇELİMLİ ÇALIM"IN İKİNCİ SAYISI ÇIKTI!

İstiklâl Marşı Derneği’nin yayınladığı “Çelimli Çalım” mecmuamızı ikinci sayısı çıktı.

ERBAİN TÜRK YAZISIYLA YENİDEN NEŞROLUNDU

İsmet Özel'in yeniden seslendirdiği Erbain, Türk Yazısıyla ve yeni ebadıyla ikinci defa neşrolundu

SAFAHAT’IN YEDİNCİ KİTABI "GÖLGELER" TÜRK YAZISIYLA NEŞROLUNDU!

İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif’in Safahat’ının yedinci kitabı "Gölgeler" yazıldığı şekliyle yani Türk yazısıyla neşrolundu. 

BU REZİL İSTİLA

İstiklâl Marşımız "o zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım" diyor.

"WALDO SEN NEDEN BURADA DEĞİLSİN" Kitabının Yeni Baskısı

Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in "WALDO SEN NEDEN BURADA DEĞİLSİN" kitabının yeni kapağı ile yeni baskısı yapıldı.

İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ NEŞROLUNDU!

Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.

İstiklâl Marşı Derneği Yeni Yönetim Kurulunun görev taksimatı yapıldı

17.07.2010 tarihinde yapılan Genel Kurulumuzun ardından yapılan ilk yönetim kurulu toplantısında, yönetim kurulu üyelerimizin görev taksimatı yapıldı.