(...)
İSTİKLÂL MARŞI
Milli Kurtuluş Savaşı’mızı Türk Milleti adına yürütmek üzere 23 Nisan 1920’de Atatürk tarafından Ankara’da toplanan Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açılışında, bando ile çalınıp okunacak bir millî marş bulunmamasının büyük eksikliği hissedilmişti. Hemen hemen dünyadaki bütün bağımsız milletlerin birer millî marşı vardı. Bu sebeple bizim de bir millî marşımızın olması gerekliydi, hatta şarttı. İşte böylesine açık bir şekilde ortaya çıkan bir millî ihtiyaç dolayısıyla Büyük Millet Meclisi bir millî marş tesbiti için yarışma açılmasına karar vermiş ve bu görevi de o günün Millî Eğitim Bakanlığı’na havale etmiş, Millî Eğitim Bakanlığı da büyük bir yarışma açarak bütün şairleri yarışmaya katılmaya davet etmişti.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın açtığı bu yarışmanın şartı, «Anadolu mücadelesinin ruhunu ifade edebilmesi» idi. Birinciliği kazanacak olan sanatçıya beş yüz lira ödül verilecekti. O zamana göre bu ödül az bir miktar değildi. Zamanın tanınmış sanatçılarından büyük bir kısmı bu yarışmaya katıldılar. Çok kısa bir zaman içinde Millî Eğitim Bakanlığı’na yüzlerce şiir gelmişti. Hepsi de güzel olan bu şiirler beğenilmekle beraber, aranılan şiir bulunamamıştı. Bu sırada Millî Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur’un yerine Hamdullah Suphi Tanrıöver bakan olmuştu. Yeni Millî Eğitim Bakanı İstiklâl Marşı yarışmasının üzerinde daha bir hassasiyetle duruyordu. Büyük şair Mehmet Akif’in ödül konulduğu gerekçesiyle yarışmaya katılmamasına üzülüyor ve onu ikna ederek yarışmaya katılmasını sağlamanın yollarını arıyordu. Çünkü Hamdullah Suphi, Türk Milleti’ne yakışan marşı ancak Akif gibi bir şairin yazabileceğini çok iyi biliyordu. Nihayet bir çıkış yolu bulur. Akif’in yakın arkadaşı Hasan Basri Çantay’dan sanatçıyı ikna etmesini ve yarışmaya katılmasını sağlamasını rica eder. Hasan Basri, Akif’in yarışmaya katılmamam sebebini konulan ödül olduğunu belirtince, Hamdullah Suphi istemezse bu ödülü almayabileceğini, yarışma harici bir şiir yazarak gönderebileceğini belirtir. Teklif Akif’e ulaştırılınca, milletinin kurtuluş destanının anlatan marşını para karşılığı yazmamaktaki ısrarından vazgeçer, zaten günün her anında yankılanıp duran coşkun millî hislerini mısralara dökerek şiirini tamamlar ve 17 Şubat 1921 de Bakanlığa teslim eder.
Akif, bu döneme ait olan diğer şiirleri gibi İstiklâl Marşı’mızı da ikamet etmekte olduğu Taceddin Dergahı'nda yazmıştır. Sanatçının İstiklâl Marşı’nı yazdığı günlerdeki halet-i ruhiyesini İstiklâl Savaşı yıllarından Dışişleri Bakanlığı «Umur-ı Siyasiye Müdürü olan Hikmet Bayur Bey’den dinleyelim:
«Akif, İstiklâl Marşı için açılan müsabakaya katılmak istememişti. Böyle bir yarışma hoşuna gitmiyordu. Birçok dostu ve bu arada ben onun da buna katılmasında direndik.
Belki de kısmen bu direnmeler yüzünden başlangıçta yarışmaya katılmak düşüncesiyle de olmasa, bu konuda bir şeyler yazmaya koyuldu.
Bazı akşamlar Dışişleri Bakanlığı’na uğrar beni alır ve birlikte gezerken yazdığı beyitleri okurdu. Aramızda tartışmalar olurdu; ancak okuduklarının çok beğenirdim.
O, Namık Kemal’deki ateşli ifadenin kendisinde olmayışından sızlanırdı. Ben ise: «Daha da kuvvetli ateşlisin, hele son beyitlerindeki kuvvet Namık Kemal’inkini aşıyor. O çöküntü devirlerinin daha çok karamsar şairiydi. Sen ise yeni açılan yükseliş devrinin iyimser şairisin» dedikçe memnun olmakla birlikte pek mutmain görünmezdi.
Sonra yazdıklarını yarışmaya katılmak üzere Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’e vermeğe razı oldu. Pek çok eser gelmişti, ancak Akif’inki hepsinden pek üstündü.
Sanatçı ruhunun duygululuğu yüzünden, etrafından aldığı ihamların ve hatta teneffüs ettiği havanının tesiriyle İslâmcı şair Akif, ayni zamanda Türkçü şair olmuştu.»
Nihayet yarışma süresi biter ve Millî Eğitim Bakanlığı tarafından oluşturulan bir komisyon, gelen şiirleri incelemeye başlar. Daha ilk değerlendirmede Akif’in şiiri diğerleri karşından çok büyük bir farkla takdir edilir ve birinci olarak seçilir. Komisyonun tasdikinden geçen şiir, çoğaltarak Meclis üyelerine dağıtır. Ertesi gün de Kahraman Ordumuza ithaf edilmiş olarak Hâkimiyet-i Milliye gazetesi ile Sebilürreşad dergisinin birinci sayfalarında yayınlanır. Ayrıca Kastamonu’da yayınlanan Açıksöz gazetesi de İstiklâl Marşı’nı yayınlar. Böylece söz konusu şiir memleketin her yanına dağılır ve büyük bir heyecan dalgası meydana getirir. İstiklâl Marşı’mızın Akif gibi üstad bir şairimiz tarafından kaleme alınmasını sağlayan değerli insan Hamdullah Suphi Tanrıöver komisyonca birinciliğe lâyık görülen şiiri Meclis’in 1 Mart 1921 tarihideki oturumunda kürsüden büyük bir heyecan içinde okur ve ilâve olarak marşla ilgili tahlilin açıklamalarda bulunur. Marşın Meclis’te görüşülmesi ve kabulünü değerli araştırmacı Muhittin Nalbandoğlu’nun Mehmet Akif ve İstiklâl Marşı isimli eserinden aynen alıyorum:
«Marş Kürsüden okunuyor:
Reis Mustafa Kemal Paşa’nın işaretiyle Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver) kürsüye çağrılır.
Reis Paşa — İstiklâl Marşlarından bir tanesinin kürsüden okunmasına Heyeti Celile karar vermişti.
Hamdullah Suphi Bey (Antalya) — Arkadaşlar, hatırlarsınız Maarif Vekâleti son mücadelemizin ruhunu terennüm edecek bir marş için şairlerimize müracaat etmiştir. Birçok şiirler geldi. Arada yedi tanesi en fazla evsafı haiz olarak görülmüş ve ayrılmıştır.
Salih Ef. (Erzurum) — İsimleri nedir?
Hamdullah Suphi Bey — Ayrıca arz edilecektir. Yalnız vekâlet yapmış olduğu tetkikatta fevkalâde kuvvetli bir şiir aramak lüzumunu hissettiği için ben şahsen Mehmed Akif Beyefendi’ye müracaat ettim ve kendilerinin de bir şiir yazmalarını rica ettim. Kendileri çok asil bir endişe ile tereddüt gösterdiler. Bilirsiniz ki bu şiirler için bir ikramiye vaadedilmiştir, halbuki bunun kendi isimlerine takrib etmek arzusunda bulunmadıklarını ve bundan çekindiklerini izhar ettiler. Ben şahsen müracaat ettim. Lâzım gelen tedabiri alırız ve icabeden ilânı yaparız dedim. Bu şartla büyük dinî şairimiz bize fevkalâde nefis bir şiir gönderdiler. Diğer altı şiirle beraber nazarı tetkikinize arzedeceğiz. İntihab size aittir. Arkadaşlar reyimi ihsas ediyorum. Beğenmek, takdir etmek hususunda haizi hürriyetim. İntihabımı yapmışım, fakat sizin intihabınız benim intihabımı naksedebilir. Arkadaşlar bu size aittir efendim.»
Bundan sonra Hamdullah Suphi (Tanrıöver), tanınan sesiyle; kendine has bir ahenkle marşı okur:
İSTİKLÂL MARŞI
— Kahraman Ordumuza —
B. M. Meclisinin En Heyecanlı Günü:
Meclis zabıtlarında bir vakanüvüs kaleminden çıkmış kadar sade ve kuru ifadesinde aynen naklettiğimiz şu satırlarda dahi bu muazzam eserin; memleketin hakiki mümessilleri tarafından nasıl alkışlandığının destanının okuyoruz. Bu –bir daha yaşanmayacak– emsalsiz ve ulvî manzaranın görgü şahitleri hâlâ hayattadırlar. Aşağıda bu vak’anın kahramanlarının ifadelerini naklediyoruz, ancak bu azametli manzarayı nakle kalem kifayetsizdir. Faik Âli Ozansoy’un tâbiriyle «şimşekler mürekkep olmalıdır, yıldırım kalem» ki; ancak o zaman gözlerimizin önünde bu manzara tecessüm edebilsin!.. Bizim tarifimiz ancak «Vezüv yanardağını kartpostaldan seyretmek» gibidir.
O günleri yaşayanlardan Eşref Edib (Tergan) anlatıyor:
«Meb’usların alkışlarından meclisin tavanları sarsılıyordu. Ruhları o kadar heyecan kaplamıştı ki, bütün Meclis yekpare bir kalp halinde dalgalanıyordu. Üstad ise mahcubiyetinden, başını kollarının arasına sokmuş, sıranın üstüne yumulmuştu.
Meclisin o günkü heyecanı fevkalâde idi. Meb’usların hissiyatı cuşu huruşa gelmişti. Herkes iymanının yükseldiğini görüyordu... Milletin hürriyet ve istiklâl yıldızının dünyalar durdukça parlayacağına bütün gönüller imanla dolmuştu. Vecd içinde titreyen bütün kalpler bir kalp olarak, bütün sesler bir ses olarak bağırıyordu:
O gün fezalar yalnız bu sesle dolmuştu.»
Tarih, Büyük Meclis’in «Cumhuriyet» kelimesinden sonra en çok alkışladığı mefhumun «İstiklâl Marşı» olduğunu kaydediyor.
Meclisin o günkü heyecanlı celsesinde Meclis üyelerinin konuşmalarının ruhu marşın mısralarının içinde idi. Sürekli alkışlar ve gözyaşları arasında marşın okunması biterken Nafıa Vekili İsmail Fazıl Paşa hazırlanıyordu; «Şiir bitince, tekrar okunmasını haykırarak rica ediyor. Ve üç kere haykırıyor, meb’uslar, marşı, ayakta dört defa dinliyorlardı.»
Görüşmelerin neticesinde Akif’in şiiri oybirliğiyle Yeni Türk Devleti’nin Millî Marşı olarak kabul edilir.
Bu heyecan dolu hava içinde Meclis, Millî Eğitim Bakanlığı komisyonu tarafından birinci olarak seçilen şiiri beğenir ve komisyonun kararını tasdik eder. Böylece Akif’in millî marş olarak yazdığı şiir, birinci olarak belirlenmiş olur. Bu mutlu olaydan sonra Akif, devletin birincilik ödülü olarak ayırdığı 500 lirayı almaz ve Kızılay’a bağışlar. Burada ifade etmek gerekir ki Akif bu büyük ve anlamlı hareketi yaptığı sıralarda büyük maddî sıkıntı içindeydi. Kış ortasında Ankara’da pardösüsüz geziyordu. Çünkü bir pardösü alacak parası yoktu. Hatta Meclis’e arkadaşı Baytar Şefik Kolaylı’dan aldığı emanet pardösü ile gelirdi. Onun bu haline üzülen Şefik Bey bir gün lâtife olsun diye takılarak, verilen ödülü kabul edip, üzerine bir pardösü almasının iyi olacağını belirtir. Akif dostunun bu sözü karşısında derinden sarsılır, ona hiçbir cevap vermez, fakat iki ay onunla konuşmaz. Akif’in oğlu Emin Ersoy o günleri şöyle anlatıyor:
«Mehmet Akif, böylece İstiklâl Marşı’nı yaratmış, bu muvaffakiyeti, 500 lira nakdî bir mükâfatla taltif edilmişti. Babam bu esnada 500 liraya cidden muhtaç bir adamdı. Fakir idi. Parası yoktu. Lâkin mâlum olduğu gibi gönlü çok zengin idi...
İyi biliyorum ki babam bu parayı almadı, onu Kızılay’a terketti. Ben İstiklâl Marşı’nı babamın ağzından ezberledim. Birçok yerlerde muvaffakiyetle okudum. Hattâ Ankara’da bir müsamerede büyük bir kalabalığa karşı sahnede okuduğum bu manzumeyi alkışlamışlar ve bana matbu bir takdirname vermişlerdi.»
Bu şartlar altında her türlü mahrumiyete meydan okuyarak yazılan Millî Marşımız, Büyük Millet Meclisi’nin 1 Mart 1921 günü büyük bir millî gurur ve heyecan içinde yaptığı görüşmelerden sonra 12 Mart 1921 günkü toplantısında yine coşkun bir tezahüratla ayakta dinlenerek resmen millî marş olarak kabul edilmiştir.
Sıra İstiklâl Marşı’nın bestelenmesine gelmiştir. Sözkonusu marşın bestelenmesi için açılan yarışmaya da 24 besteci katılmış, ancak İstiklâl Harbi’nin şiddetlenmesi üzerine bestenin seçiminde kesin sonuç alınamamıştır. Savaş’ın zaferle neticelenmesinden sonra, 1924 de Ankara’da Millî Eğitim Bakanlığı’nda toplanan jürinin kabul ettiği Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi bütün okullara bildirilmiştir. İstiklâl Marşı 1930 yılına kadar bu beste ile çalınarak söylenmiştir.
1930 yılından sonra ise, Cumhurbaşkanlığı Orkestra şefi, Zeki Üngör Bey’in İstanbul’da Mızıka-yı Hümayun öğretmeni iken, süvarilerimizin İzmir’e girişi üzerine yaptığı beste ile çalınıp söylenmeye başlanmıştır. İstiklâl Marşı’mız Aruzun Feilâtün (Fâilatün)/Feilâtün/Feilâtün/Feilün (Fa’lün) vezniyle kaleme alınmış ve on dörtlükten meydana gelmiştir. Sanatçı bu ebedî bir millî sanat abidesi olan eserinde Türk Milleti’nin İstiklâl Savaşı’nı kazanacağına olan inancını vatan, bayrak, bağımsızlık, hak, din ve iman gibi yüce duyguları milliyetçi bir şuurla dile getirmiştir.
(...)
Bütün milli maçlarda olduğu gibi, hafta ortasındaki Romanya maçında da, eğer saha kenarında ya da ekran önünde idiyseniz...
Celâl Bayar, İzmir'deki nutkunda, iktidardakilerin vaktiyle halkın karşısına hep asık suratla ve çatık kaşla çıktıklarını...
Akif öldükten sonra onun ufülüne ağlıyan gözlerde yine Akifin pürüzsüz samimiyeti okundu. Akifteki mütevazı, gösterişsiz samimiyet, onun programsız kalkan cenazesinde yine aynen fakat bütün haşmetile tecelli etti. Ardında bıraktığı iz; bir damlacık gözyaşından ve nihayet sönüp tükenen bir enin nefesinden ibaret kalmadı. Sütunlarla matem, sayfalarla medhü sena avazeleri yükseldi ve hâlâ yükseliyor.
Bâzan imanla haykırır: İstiklâl savaşında doğacak hürriyet ve istiklâlin müjdecisi olarak...
Âkif beyin güftesi fena mıdır? Bu güftenin uzunluğunun mahzuru var mıdır? Suallerine ben “her şeyden evvel beste lazımdır. İnsana asıl tesir eden kelimeler değil bestedir. Zirâ mûsikîyi insan her damarında, her sinirinde ayrı ayrı hisseder. Güfteden mütehassıs olan yalnız dimağdır” diyeceğim. Yoksa Âkif beyin güftesi pek kuvvetlidir.
… Mehmet Akif herkesindir. Mehmet Akif çok büyüktür
Dostlarım dinlemekle yetinmedim, o günlerde Ankara’nın savaş ve siyaset hayatının içine bir de sanat fırtınası düşmüştü. Meclisi, ordusu sağlam kurulan yeni devletimizin