TEPE TAKLAK FELSEFE
İSMET ÖZEL
.

Bize sol kulağın nerede suali tevcih edilince sağ elimizi başımızın üzerinden geçirip sol kulağımıza dokunmak gibi tuhaf bir duruma düşmeyeceğimiz öğretilir. “Öğretilir” dedim; zira çocukluğumuzdan itibaren ne biz böyle bir sualle baş başa bırakılmışız, ne de dile getirdiğim tuhaf duruma düşmüşüzdür. Bir şeyler anlaşılmaz biçimde başka şeylerden öncedir. Beşer ve onu takiben insan hayatında bazı kalıplar hataya düşmemizden önce işleyiş gösterir. Günlük dil bu işleyişe yer açacak biçimde şekil almıştır. “Bilim” kelimesini uzmanca bir bilgilenme yolunu takip edenler meşgul oldukları işin adını koymak üzere uydurmuşlardır. Kulağını gösterme misalinde olduğu gibi insan dili ve insan zihni bilime zaman içinde en geniş sahayı açma gayesindedir.

Bilime uygun açıklamaların temelinde iki husus yer alır: Birinci husus sadeliktir. XVII. Hıristiyan asrı sonrasında Avrupa’da şahlanan “bilim” seçmesi gereken şeyler arasından karmaşık olanı değil, sade olanı seçerek ilerleyiş kaydetmiştir. İkinci safhada karşımıza Avrupa’ya mahsus güzellik (estetik) çıkar. Avrupa’ya mahsus dedim ama zaman içinde bütün dünyayı kuşatmış bir haz alış duygusudur bu. Matematik tablolar da dâhil olmak üzere içimiz duygularımızı okşayana ısınır. Sadelik yanı başında bilime mahsus gerçekliği de getirir. Duygulara duyulan güven botaniğin ilk disipline sokulan bilim olmasına yol açtı. Nebatat gözlenebiliyor ve kayda geçirilebiliyordu. Botaniği takip eden bilimin astronomi oluşunun sebebi de aynıdır. Dünyayı kendi yeri sayan insan gök cisimlerinin yerini tespit ediyor ve hareketlerini kaydedebiliyordu.

Düşünme mecramızı “olanda hayır vardır” şiarı yardımıyla sıhhate kavuşturabiliriz. Antik Çağ gerek Grek ve gerekse Roma döneminde sonsuzluk fikrinden kendini uzak tuttu. Platon’un gimnasyumu geometri bilmeyeni kabul etmiyordu. O halde geometri insana ne yapıyordu diye sual etmek lâzım. Geometri dışı yani taşı esas alıyordu. Dış bir esasa sahip olduğu için insan vücudunun tamamlanmış şekilde yaratıldığına inanıyorlardı. Mısırlıların aksine biz Müslümanların sünnet adını verdikleri işleme yabancı idiler. Antik fikriyat sonluluk içine hapsolmuştu. Dolayısıyla Hıristiyanlığın XVII. yüzyılı sonrasında bilim adına yapılan her şey sona erme içkisiyle sarhoşluğun keyfini çıkardı. “Sarhoşluğun keyfi” ibaresi yadırgatıcıdır. Çünkü insanlar bilim dışında birçok şeyle sarhoş olma meşguliyetine dalmışlar. Biz bilim sarhoşluğu fikrinden haberdar olanlar farklı seviyede ve farklı şiddetteki diğer sarhoşlukların tehlikelerini savuşturma uğraşımız sebebiyle esasa müteallik sapmaya dikkat çekecek zaman bulamıyoruz.

Kaç kamburun üstüne kaç kambur bindirilmiştir? Çok aramış olsa da modernlik bu suale cevap bulamadı. En kestirmesi modernliğin son bulduğunu ilân etmek olabilirdi ve nitekim bu yapıldı: Artık Post-Modern çağdaydık. Post-Modern tabirinin kaç ağzı açık ayran delisini tatmin ettiğini bilmiyorum. Dünyada Post-Modern tabirinin deli saçması olduğunu izah eden hayli neşriyat olduğundan haberdarım. Ne demek kambur üstüne kambur? Bilim bahsini ele alacaksak bizim bilim diye adlandırdığımız disiplinlerin hiyerarşik bir sıralamaya tâbi olduğunu kabul etmemiz gerek. Sıralama niçin hiyerarşiktir? Çünkü bütün bilimlerin sarsılmaz bir sağlamlığa tâbi olduğu gözetilmiştir. En sarsılmaz sağlamlığa matematiğin sahip olduğu varsayılır. Bu yüzden matematik fiziğin belkemiği kabul edilir. İşte dananın kuyruğunun koptuğu yer burasıdır. Çünkü Kurt Gödel’e göre dört işlem (toplama, çıkarma, çarpma, bölme) uygulaması bile kendi içinde tamamlanmamıştır, tutarsızdır.

Tamamlanmamışlık hususiyetine rağmen fiziğe belkemiği vasfı kazandıran matematik maddenin bünyevi karakteri konusunda otorite haline gelme özelliği edinen kimyada da kullanıldı. Kambur üstüne kamburun daha da çok dikkat çekişi bununladır. Matematiğin noksanlığı fizik alanındaki tecrübelerin boşluklarıyla desteklendi. Nihayet bilim deneylerinin mutlak tarafsızlık seviyesinde ele alınamayacağından ve deneyi yapanın da içinde yer aldığı neredeyse mistik diyebileceğimiz bir deney ortamındaki uzlaşmadan söz edilmek mecburiyeti bahse konu oldu. Michael Polanyi sözünü ettiğimiz uzlaşmaya Post-Modernizmin en çok konuşulduğu günlerde “personal knowledge” (şahsi malûmat) adını taktı.

Her şeye rağmen fizik alanındaki iddiaları bakımından köşeye sıkıştırıldığı bir zamanda Erwin Schrödinger’in söylediklerini mantıklı bulmanın teselli vereceği düşünülebilir: “Fizik demek nükleer fizik demek değildir. Üstelik bilim fizikten ibaret değildir.” Benim tavsiyem boş yere teselli aramanın fayda vermeyeceği yolundadır. Fiziğin nükleer fizikten ibaret olduğunu nükleer fizikçiler bile iddia etmedi. Bilimin fizikten ibaret olduğu iddiasını savunan fizikçiler de çıkmadı. Yine de kambur üstüne kambur ilâve etmekten geri durmuyoruz. Sahip olduğumuz şahsi malûmat bizi biyologi alanında çalışmaktan geri bırakmıyor. Üstüne üstlük Ruh Bilimi sahasında mangalda kül bırakmıyoruz. 

O halde ne yapmalıyız? Mektep tedrisatından bilim paydası içinde yer alan disiplinleri çıkarmamız bir çözüm olur mu? Hayır, olmaz. Tahsil ve terbiyenin yumuşatılması hiçbir çağda, hiçbir kavme fayda vermemiştir. Gücümüzü Türk düşmanlarını etkisiz hale getirme yolunda kullanmalıyız. Kimliğini kaybetmiş şahıs saygısını kaybetmiştir. Neye saygı duyacağını bilmediği gibi kendi varlığının da saygıya değer olup olmadığı hakkında bir fikri yoktur. Sıkıntının temelleri antik çağ dediğimiz dönemde sonsuzluk hakkında hissiyattan uzak durulması suretiyle atılmıştır. İnsanlık modernlikten, kendini dışkı saymaktan vazgeçmelidir.

İsmet Özel, 1 Cemaziyelevvel 1445 (15 Kasım 2023)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.