Bir milletin millî marşının manevî kıymeti ve manası son derece mühim ve muazzamdır. Milletin duygularını ve tarihteki zaferleri terennüm eder. Musikide bu esere Hymn denir
Milli marşı dinliyen her vatandaşın onun mânasını ve kudsiyetini anlaması şarttır. Yalnız ihtiram vaziyeti almak kâfi değildir. Onu hissetmelidir. Gerek güfte ve gerek musiki bakımından böyle. Büyük ve mühim eseri tetkik edelim. Millî marşlar şu suretle yazılmıştır.
Bir milletin duygularını, ıztıraplarını, tarihî inkılâblarını duyan ve terennüm eden şairleri ve bestekârları elele verip eseri vücude getiriyorlar. Yazılan eserlerin en güzeli millî marş olarak kabul ediliyor. Fakat millî marşların bir milleti idare eden rejimleri terennüm ettiklerini görüyoruz. Meselâ Fransa krallığı büyük ihtilâle kadar kraliyet marşını muhafaza ediyor. Bugünkü muazzam bir şaheser olan Fransız millî marşı Marseyez büyük ihtilâl ile beraber doğuyor.
Birinci Napolyon millî marş olarak bu eseri muhafaza ediyor. Napolyonun inkırazı üzerine iktidar mevkiine tekrar gelen kraliyet eski kraliyet marşına avdet ediyor.
Marseyez Fransız klâsikleri arasında millî şarkıları ile tanınmış şair ve bestekâr Ruje dö Lilin eseridir. Fransada 1760 tarihinde dünyaya gelmiştir. İstibdada karşı genç yaşında isyan ederek büyük ihtilâlde mühim roller oynamıştır. 1836 tarihinde vefat etmiştir. Marseyez marşı büyük ihtilâlde milyonlarca insanı harekete getirmiş olup ne Danton ve ne de Robespiyer onun kadar Fransızları tahrik edememiştir.
İngiliz millî marşının Alman büyük klâsiklerinden Hendel tarafından bestelendiği rivayet edilmektedir. Bu cihet sabit olmamakla beraber üstadın musikisini hatırlatmaktadır. İki yüz senelik bir eserdir.
Bugünkü Almanya ise eski Alman imparatorluğunun marşını muhafaza etmiştir. Çünkü bugünkü Almanya gene o eski Almanyadır. Bizde eski devirlerde her şeyde olduğu gibi bir millî marşın azameti şöyle dursun lüzumu bile hissedilmemiştir. Alaylarda ve Cuma selâmlıklarında çalınan marş padişahın şahsî marşı olup musiki bakımından hiçbir kıymeti olana tesadüf edilemez. Abdülmecidin saray orkestrasını teşkil etmek üzere İtalyadan celbettiği meşhur bestekâr Donizetti padişah için bir marş bestelemiş ve bu marş Abdülmecidin marşı olarak kabul edilmiştir. Fena bir eser değildir.
Bugün millî marş olarak kabul ettiğimiz İstiklâl marşı herkesin bildiği gibi güftesi merhum Akifin ve bestesi de memleketimizde musikiye çok hizmetleri olan viyolonist Zekinindir.
İstiklâl harbinin azametini terennüm eden bu eseri hepimiz çok severiz. Fakat Atatürkün büyük inkılâblarını terennüm eden şairlerimizden ve bestekârlarımızdan yeni eserler bekliyoruz.
Millî marşın işgal ettiği yüksek yeri hulâsa ettikten sonra bunun en mükemmel şerait dahilinde çalınması lâzım geldiğini izah edelim.
Büyük merasimlerde ve resmi geçitlerde bu vazife askerî bandolara düşmektedir. İşte bunun içindir ki her yerde askerî bandolara son derece ehemmiyet verilmektedir.
Her şeyden evvel bandoların başlarına şef olarak mümtaz musiki muallimleri getirilmektedir. Harbiye nezaretlerinde ordunun musiki işleri ile meşgul olan servis bile vardır. Meselâ Paris operasının bugünkü birinci orkestra şefi Gober, Paris Askerî bandosunun şefliğinden gelmiştir.
Avrupada sivil hayatta musiki ile meşgul olan veya bandoya yarıyan herhangi bir çalgı aleti çalan genç askerliğe çağrıldığı zaman askerî bandolarına ayrılmaktadır. Ağız sazlarından mürekkep olan askerî bir bandonun fena veya yanlış nota çıkarması kadar feci bir şey tahmin edilemez.
Askerî bandoların psikolojik ve pedagojik rolleri vardır: Meselâ bütün gün yorulan efrada neşe ve ümid vermek ve vazifesini sevdirmek…
Yazın boğucu sıcaklarda tatbikattan avdet eden gençler bandonun çaldığı güzel bir yürüyüş marşı ile yürüdükleri zaman yorgunluklarını hissedemezler. İnsan mesud veya memnun olduğu zaman hiçbir şey düşünemiyerek şarkı söyler.
Büyük harpte Alman ve Fransız cephelerinde büyük konserler verilmiş, operaların yüksek sanatkârları ileri hatlara kadar gidip vatanları için hayatlarını feda eden milyonlarca insanları teselli etmişlerdir. Bu konserlerin cephelerdeki askerler üzerinde yaptığı tesirler hakkında birçok eserler yazılmıştır.
Askerî bandolar bir memlekette musiki kültürü için en mühim bir vasıtadır. Evvelâ bir memleketin her tarafında orkestralar mevcud değildir. Saniyen bandolar büyük senfonik eserler çalamadıklarından halkın anlıyabileceği ve sevebileceği eserler dinletirler. Fakat askerî bandolar için mühim olan cihet eserlerin intihabıdır. Gaye hiç bir vakit bandoları bir caz haline sokmak değildir. Ayda operasının marşı ile veya Arleziyenin farandol parçasile asker yürütülmez.
Memleketimizde musiki terbiyesi için en kuvvetli bir vasıta olabilecek askerî bandolarımıza teknik ve çalınacak eserler itibarile çok büyük ehemmiyet vermemiz lâzımdır.
Aziz Çorlu, Akşam, 16.10.1937, s.7
Kandemir’in satırlarıyla, söyleşinin bundan sonrasını da hatırlatmakta fayda var: "(Akif) yavaşça yatağından doğruluyor, yastıklara yaslanıyor, sesi birden canlanıyor:
Bir mektebin mezun olan talebesi tarafından Taksim abidesi önünde yapılan merasime...
Mehmed Âkif’in yazdığı şiir, 12 Mart 1921'de, Meclis kararı ile "İstiklâl Marşı" olarak kabul olunmuştu. Böylece kendisi, vatanını ve milletini seven bir şair için en yüksek
Ufuksuz, berrak semaların yüksekliğinde Türklüğün asil ruhunu.. insanlık için istibdada,
Bir edebiyatçı arkadaşımı Kalamış'ta ziyarete gitmiştim. Sonradan okul müdürlüğü yapan tanınmış öğretmen Hıfzı Tevfik'ti bu. Fuat Paşa arsası denen metruk bir bahçeden Dalyan tarafına dalgın yürüyorduk.
Yusuf Ziya Bey, millî bir marştan mahrum oluşumuzdan en büyük teessürü hisseden bir zat olduğu için, bu bahis etrafında bize umumî alâkayı davet edebilecek şeyler söyledi.
(Rubabı Şikeste) müellefini, cihan harbi içinde kaybetmiştik..
Fikret’in ölümü, birçok münevverlerle perestişkârlarını derin ve sonsuz bir keder içinde bırakmıştı. Bu derin ve sonsuz keder içinde, onu ihmal eden devrin hükûmetine karşı dudaklarda iğbirarın korkak fısıldayışlarile ifşa edildiğini hatırlarım. Yahud, harb yıllarının sıkıntılı şartları içinde hükûmete küsmüş olanlar, bir hak kazanmış gibi bu noktada birleşmiş oluyorlardı…
Günün düşünceleri
Öz anası olanlara :
-Senin anan budur!
diye bir başka kadını;
Babası olanlara :
-Senin öz baban bu adamdır!
diyerek yabancı bir erkeği tanıtmağa uğraşan zavallı, gülünçtür de kendi öz inanı, kendi öz ülküsü, kendi öz rejimi ve kendi reyiyle başa geçmiş şefi bulunan bir millete yabancı bir inan, yad bir ülkü, özge bir rejim sunarak :