Atatürk’ün ve Mehmet Âkif’in iki meşhur sözüne dair

Anglosakson dünyasında, gazeteler, tanınmış şahsiyetlerin câri meselelere dair mektuplarını sütunlarına misafir ederler. Bu da okuyucu kütlesi arasında alâka uyandırır.

İstanbulun eski Valilerinden Muhiddin Üstündağ'ın bana gönderdiği ve mevzuu itibariyle âmmeyi ilgilendiren mektubu da Türk efkârında bir tesir uyandıracaktır kanaatindeyim.

Bir yazımda “mefhumları ve medlûlleri ölçülü sözlerle ifade etmek” mevzuundan bahsetmiştim. Muhiddin Üstündağ, o bahse dokunup diyor ki:

“Muhterem vâ nû

Üstad Halide Edib'in bir sözünden ve bunun tavzihinden mulhem olarak 1 Ocak 1951 tarihli Akşam gazetesinde kendi sütununuzda çıkan yazınız. İkinci bir yankı ile bende de buna yakın, fakat biraz daha başka vadide ve daha genişçe bir takım düşünceler uyandırdı ve içimde birer üzüntü düğümü olarak biriken bazı yumruları ortaya çıkarmağa beni tesvik etti:

Herkesin dikkatini çeken bir söz; elbette muayyen bir maksadı ifade etmek için söylenmiştir. Ve her hareket; mutlaka bir tesirin tepkisinden ibarettir. Bunlar; büyük adamların ve üstünde ittifak edilen salâhiyetli şahsiyetlerin eseri ise çarçabuk, kendi kendine yayılır, örnek veya atasözü olarak umumca kabul edilir. Başkaları, sırasını düşürerek bunları tekrarlamak isterken; aslında, hangi mânayı ifade için ve ne maksatla kullanıldıklarını iyice düşünerek ele almaları ve tartarak faydalanmağa dikkat etmeleri doğru olur sanırım. Hal böyle iken sizin misalleri bizde olduğu gibi yalnız dil bakışından değil; çoğu içtimai, siyasi ve ahlaki nizamın mevzularını izah yolunda kurulmuş olan bu örnekler, aslından uzaklaştırılarak gelişi güzel kullanılmağa kalkılırsa, bundan hem orijinal fikir sahiplerine, hem de âriyet sözcüsüne olduğu kadar bu sözlerle izahına yeltenilen konulara ve hatta tedavül ettiği memleketin kültürüne de zarar gelir. Bunun açık ve keskin misallerinden biri, Atatürk'ün “Biz bize benzeriz” vecizesine büründürülen yeni kılıktır. Benim bildiğime göre bu sözü; memleketimizin ve milli mizacımızın hususiyetlerine işaret ve riayet sadedinde kullanmıştı.

Şimdi; marifetli görünmek heveslileri, her münasebetsizliğimizi, bir alay mevzuu olarak bu sözlerle desteklemeğe kalkışıyorlar:

“Biz bize benzeriz.”

Hayli yayılmış olan bu lâübali davranışın özünde; dört yüzlü ve yersiz bir hakaret saklıdır. Gönülleri buna nasıl razı olur?..

İkinci misali milli marşımızın güftesindeki şu mısrağda bulabiliriz: “Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar.” Evet, bu da Türk milletinin (topyekûn medeniyet düşmanlığına) belge gibi gösteriliyor.

Gerçi muhtelif maddi ve mânevi icatlar, ilk maksadı kaybeder:

Meselâ şu tayyareler... Melek kanatları üstünde bizi beyaz bulutlar üstünde gezdirecekler sanırdık... Şehirlerimizle birlikte bizleri gayyaya batırıyorlar.

Böyle bir “Arpa ektim, darı çıktı” hesabı, meselâ su (demagok) kelimesinde de var: “Ahaliyi harekete getiren siyaset hatibi” mânasında iken “laf ebesi” olmuş.

Misalleri çoğaltmak mümkündür. Fakat bize cidden Muhiddin Üstündağ'ın mektubundaki misaller, hazmedilmez bir ağırlıkta geliyor.

Türk şairi, bu halden öyle bizâr olmuş ki şöyle demiş:

Ben ne ettim, sen ne fehmettin, garip efsanedir...

Vala Nurettin, Akşam, 12 Ocak 1951, s.3                    

 

Kutlu Olsun!

Bizim milli renklerimizi gördükten sonra Mehmet Âkif'in şiirindeki şafak teşbihini onlara da maletmek...

"Mehmet Akif, kendinden geçmişti. Dudaklarından kendi yazdığı İstiklâl Marşı’nın mısraları dökülüyordu."

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 29 temmuz 1922 tarihli oturumunda, Erzurum Milletvekili Salih Efendi’nin Kurban Bayramını tebrik etmek üzere Batı Cephesi’ne

Cumhuriyet’de AKİFİN MEZARI

Cumhuriyette çekiç, Abidin Daver, muharririmiz Nurullah Atacın gazetelerimizde “Akifin mezarı” hakkında çıkan bir yazısına tariz etmektedir. Abidin Daver dostumuza biz cevap verecek değiliz. Bunu Nurullah Ataç –Lüzum görürse– sütununda yapar. Biz yalnız üstadın ne dediğini şöylece kaydedelim:

Yalnız İstiklâl Marşını yazan Mehmet Akif neticenin şüpheli olduğu bir zamanda...

8 şubat 1919 tarihinde Müttefikin orduları Başkumandanı Ceneral Franchet d’Espérey İstanbul’a gelerek ve at üzerinden...

Sezai Karakoç - Mehmet Âkif

“Bülbül” ve “İstiklal Marşı” bu ölüm kalım günlerinin, Safahat’a kattığı destan parçalarıdır. Ve o günün bir daha yaşanmaz macerasının kelam anıtları...

Lütfü Şehsuvaroğlu: "Ankara’ya Gelişin Meyvesi veya Ardında Yatan Sır: İstiklâl Marşı"

1920 yılında teşkil olunan Birinci Büyük Millet Meclisi’ne Burdur mebusu olarak katılan Mehmed Âkif bu sürede Taceddin

Hemşeri Göziyle

Bir millî marş bestesi için müsabaka tertip edildiğini gazeteler yazdılar. Bu müsabakaya şimdiye kadar hiç bir musikişinas iştirak etmemiş.

Radyo yola geldi

İstanbul radyosu nihayet yola geldi. Evvelki akşamdan itibaren, İstiklâl marşını çalmağa başladı.