O zaman daha iyisi yazlamamıştı, şimdi hiç yazılamaz

İSTİKLAL MARŞIMIZ DEĞİŞTİRİLEMEZ

Büyük Millet Meclisi'nce kabulünün 40. yıldönümünde hiçbir tören yapılmadığı için derin üzüntü duyduğumuz İstiklâl Marşımızın değiştirilmesi hakkında son günlerde çatlak sesler işitilmeğe başlandı.

Prozodi (güfte ile beste arasındaki uygunluk) bakımından hatalar bulunduğu için değiştirilmesi gerekiyormuş. Böyle bir durum olabilir. Fakat müzik otoriteleri notalarda yapılacak ufak değişikliklerle, düzeltmelerle bestenin islâh edilebileceğini, daha düzgün bir hâle getirilebileceğini söylemektedirler. Böylece güftenin değiştirilmesi isteğinin çok yersiz ve mânasız olduğu anlaşılıyor.

Bestenin islâh edilmesi, prozodi hatalarının giderilmesi meselesi ise, daha fazla ihmal edilmemelidir. Esasen marşın bestekârı Zeki Üngör merhum da, birkaç yıl önce eserinin aslına uygun olmayan şekilde çalınıp söylendiğini, temposunun böyle ağır olmadığını ortaya koymuştu.

İstiklâl Marşı'nın başka besteleri de vardır. İlk zamanlarda söylenen Zeki Bey'inki değildi. Beste sonradan değiştirildi. Gerekiyorsa yine de değiştirilebilir. Çünkü mesele, besteye uygun güfte yazmak değil, söze uygun beste meydana getirmektir. Bu işte esas güftedir. Zaten, önce İstiklâl Marşı'nın sözü için müsabaka açılmış, seçilen eser sonra besteletilmiştir. Bugün söylediğimiz Zeki Üngör'ün bestesi halk tarafından beğenilmiş, benimsenmiş bulunmaktadır. Beste sevilmiş ve yerleşmiştir. Ufak tefek aksaklıkları giderilir ve her seviyedeki topluluklar tarafından kolayca söylenebilecek bir duruma getirilirse mesele kalmıyacaktır. Böylece, marşın bestesinin de değiştirilmesine hiçbir sebep olmadığı açıkça görülmektedir.

İstiklâl Marşı'nı değiştirmek fikri yeni değildir. Zaman zaman ortaya atılır. Bu arzuyu ileri sürenler umumiyetle kasıtla hareket eden, vatanî ve millî duyguları zayıf kimselerdir. Atatürk zamanında da İstiklâl Marşı'nı değiştirmek isteği ileri sürülmüş, fakat İstiklâl Savaşı'nın büyük başbuğu bu düşünceye iltifat etmemiştir. Üniversite tahsilimizin son kısmına rastlayan İkinci Dünya Savaşı'nın sona erdiği yıllarda da İstiklâl Marşımızı değiştirmek arzusu taşıyanlar olmuştu. Adını vermek istemediğimiz bir şair-yazarın bu isteği o zamanlar üniversite gençliği tarafından büyük infialle karşılanmıştı.

Milletlerin mukaddes tanıdıkları şeyler vardır. Millî marşlar bunlardan biridir. Mukaddesat arasında yer alan madde ve hususlar değiştirilemez. Bayrak da nihayet bir bez parçasıdır amma, millî bir sembol olarak yüzyıllar boyunca bütün sevinçli ve üzüntülü günlerimize katılmak suretiyle tarihimize, geleneğimize girmiştir. Binbir hâtırayla kendisine bağlanmışızdır. İstiklâl Marşı da tarihleşmiş, millileşmiş, geleneklerimize karışmıştır. Millî mukaddesat, çamaşır değiştirir gibi değiştirilemez. Milletlerin dilini, vatanını değiştirmek imkânsızdır. Bunlar gibi mukaddes olan bayrak ve millî marşları da öyle rastgele ve keyfi surette değiştirmek olmaz İkide bir İstiklâl Marşı'nı değiştirmek maksadiyle ortaya atılmak çılgınca ve haince bir harekettir.

Millet hayatındaki büyük çalkantılar, ölüm-kalım savaşları çok tesirli ve büyük sanat eserlerinin meydana gelmesine sebep olurlar. Bunlar, bütün milletin ruhuna tercüman olan dev eserlerdir. Böyle eserleri, kendilerini meydana getiren sanatkârların değil, bütün milletin ortak malı saymak gerekir. İstiklâl Marşımız da böyle bir şiirdir.

İstiklal Marşı'nı değiştirmek istemek, İstiklâl Savaşı şehitlerinin ve Atatürk'ün aziz hâtıralarına saygısızlıktan başka birşey değildir. Atatürk devrinden bize kalan bir değerli yadigârın üzerine titremek gerekir. Hem bu memleketin marş değiştirmekten başka bir meselesi, dâvası yok mudur ki, birtakım kendini bilmezler zaman zaman bu arzuyu ortaya atıyorlar? Milletler hâtıralarla, geleneklerle, tarihle, millî mukaddesatla yaşarlar?

Bir istihkam subayı olan Rouget de Lisle'in 1792'de yazdığı Fransız millî marşı «Marseillaise» i, Fransızlar o tarihten bu yana iki imparatorluk, dört cumhuriyet ve bir muvakkat hükümet kurulmasına rağmen, değiştirmeyi akıllarına bile getirmemişlerdir. Çünkü millî gelenekler terkedilmezler. Millî konular, çocuk oyuncağı değildir. Her önüne gelen onlar üzerinde tasarrufta bulunamaz.

Bir hâdiseyi ve meseleyi meydana geldiği muhit ve tarihi şartlar içersinde ele almak gerekir. İstiklâl Marşı, İstiklâl Savaşı heyecanlarını dile getiren bir iman ve ümit şiiridir. En karanlık günlerde ruhlara kuvvet vermiştir. İstiklâl Marşı ilhamını halktan alan, halkın duygu, heyecan, arzu ve ümitlerini terennüm eden bir âbidedir. Marş o kadar milletin kendi sesidir ki, şair bunu "benim değil, milletimindir" diye kitabına bile almamıştır.

Yeni bir İstiklâl Marşı yazılamaz. Bunun yazılması için, yeni bir İstiklâl Savaşı şartlarına ihtiyaç vardır. Bu hususta ise, rahmetli şair şunları söylemiştir: "İstiklâl Marşı bir daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım. Allah vatanımızı istiklâlimizi tehlikeye düşürüp yeniden bir İstiklâl Marşı yazdıracak günleri göstermesin..."

Ismarlama şiirin hiçbir değeri yoktur. Hele millî konularda hiçbir mâna ifade etmezler. Bütün milletin duygu ve heyecanına tercüman olan eserler, zamanında ve hâdiselerin içersinde meydana getirilir. Oturduğu yerde ve aradan kırk yıl geçtikten sonra, milleti ayaklandıracak, ruhunu titretecek şiir yazmak kimsenin kârı değildir. Hem zamanımızda büyük şair var mıdır ki, Âkif gibi dev bir sanatkârla boy ölçüşebilsin. İstiklâl Marşı, o devirde 724 şairin katıldığı bir yarışma sonunda seçilen bir eserdir. O zaman daha iyisi yazılamamıştı, şimdi hiç yazılamaz.

İstiklâl Marşı, yalnız tarihî ve millî bir hüviyet kazandığı için değil, bizatihi büyük bir sanat eseri olduğundan dolayı önemlidir ve değiştirilmemelidir. Şimdiye kadar hiçbir şair, bu değerde bir millî ve vatanî şiir meydana getirememiştir.

Yazımı, İstiklâl Marşımızın 40. yıldönümü dolayısiyle 25 Mart 1961'de yine gazetemizde yayınladığım bir makalenin son cümleleriyle bitireceğim.

Bayrak gibi milli mukaddesat arasına giren İstiklâl Marşımız, milli duygu ve heyecanı her zaman ayakta tutacak derecede yüksek bir şiirdir. Eser ve onu meydana getiren sanatkâr, Türklük ve Türkçe var oldukça, yâni ebediyyen yaşayacaktır.

Kadri Timurtaş, Son Havadis, 30 Kasım 1961

“İstiklâl Marşı marşların en büyüğüdür; ölümsüzdür..."

Çünkü en büyük hâdisenin yazdırdığı marştır, iman ve azim ordularının bütün dünyaya, bütün kâinata bu iman ve bu azmin, ebedi yankılar bırakan okuyuşudur: 

İstiklâl Marşı'nın güftesini de bestesini de Anadolu köylüsüne bırakalım

Bundan birkaç sene evvel, Mehmet Âkif Bey’in vatanperverâne bir şiiri Büyük Millet Meclisi tarafından İstiklâl Marşı olarak kabul edilmişti. Bu şiirin güzelliği ve bedi’î kıymeti hakkında söz söylemeğe lüzum görmeyiz. Mehmet Âkif Bey’in manzumesi cidden yüksek bir sânihanın eseridir ve bu eser, Büyük Millet Meclisi’nde ilk defa olarak Antalya Mebusu Hamdullah Suphi Bey tarafından inşad edilmek gibi bir hüsn-i talihe de mazhar olmuştur.

Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!

1922 yılında Cevona'da bastırılan T.B.M.M. umum müdürlüğü'nün ilk bastırdığı posta pullarından biri.

Dünya Seyahatini Anlatıyorum

İnsanı prize takılmış bir makinenin kolu gibi mütemadiyen işler, mütemadiyen hareket eder çelikten yapılma bir âlet gibi kabul etmek...

MİLLÎ HAŞYET

Gece yarısıydı. (Haber)in sahibi ve ben, otomobille gazeteye doğru geliyorduk. Yolumuz Sirkeci taraflarında dar bir sokağa saptı. Kimi kârgir, kimi ahşab, kümes gibi bücür iki sıra ev arasında, Arnavut kaldırımlı dar bir sokak. Pencereler, katran dolu küplerin açık ağızlarile, içerdeki karanlığı çerçeveliyordu. Sokakta, şeffaf uyku hayaletlerinden başka ne in, ne cin...

İstiklal marşı, bir kere marş olarak yazılmamıştır...

Bir millî marşa olan ihtiyacımız etrafında yaptığımız neşriyat, şehrimiz musiki âleminde ve Darülfünun muhitinde derin akisler uyandırmıştır.

Cumhuriyet’de AKİFİN MEZARI

Cumhuriyette çekiç, Abidin Daver, muharririmiz Nurullah Atacın gazetelerimizde “Akifin mezarı” hakkında çıkan bir yazısına tariz etmektedir. Abidin Daver dostumuza biz cevap verecek değiliz. Bunu Nurullah Ataç –Lüzum görürse– sütununda yapar. Biz yalnız üstadın ne dediğini şöylece kaydedelim:

Metin Boyacıoğlu, Erdal Arslan - Mehmet Akif'in Kastamonu Günleri

Kandemir’in satırlarıyla, söyleşinin bundan sonrasını da hatırlatmakta fayda var: "(Akif) yavaşça yatağından doğruluyor, yastıklara yaslanıyor, sesi birden canlanıyor: