TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ?(I)

Allah nasıl Türklerin diğer milletlerden olan bariz üstünlüğüne bilhassa Hıristiyan takviminin 24-26 Ekim 1596 günlerinde cereyan eden Haçova Meydan Muharebesi’nde teberrüken işaret etmiş idiyse; aynı Allah XXI. Hıristiyan asrının 2007. senesinde de Türkiye’nin ve Türklerin hem AKP yobazlığından ve hem de AKP yobazlarından kurtulmasına vesile olacağı iradesiyle İstiklâl Marşı Derneği’ni yaratarak beni, ben İsmet Özel’i bu derneğin başına getirdi. AKP’ye  niçin yobaz demekteyim? Bu sualin cevabına Millî Selâmet Partisi’ne Millî Melâmet Partisi adını takan Necip Fazıl Kısakürek vasıtasıyla ulaşmayı teklif ediyorum. Necip Fazıl’ın kimin yobaz olduğuna dair izahatı şöyleydi: “Adama yarın yeşil elbisesini giydiği takdirde öleceğini bildirdiğiniz zaman o size cevap olarak, böyle şeylerin cereyan etmeyeceğini ve size bu tarz sözleri bâtıl itikadın söylettiğini iddia eder. Öyle tafralı konuşur ki, bu mükâlemenin vaki olduğu gün yerini yeni bir güne bıraktığında yeşil elbisesini sizin bâtıl itikadınıza inat giyecek sanırsınız. Hayır yanıldınız, ‘ne olur, ne olmaz’ düşüncesiyle yeşil elbisesinin onu öldüreceği korkusundan o gün yeşil giyinmeyecektir." Doğru olmadığını bildiği şeylerin gereğini yerine getiren adam yobazdan başkası değildir.

AKP on üç sene boyunca şiddeti günden güne artan yobazlıktan başka bir şey yapmadı. Bu demek idi ki, hükümet ettiği müddet içinde AKP’liler devamlı olarak ve sadece doğru olmadığını bizzat kendilerinin gayet iyi bildiği şeylerin gereğini yerine getirerek vakti doldurdu. Bunca zamandır AKP’ye her fırsatta “Millî Menfaat” endişesiyle hareket etmenin kendisine felâket getireceği söylendi. AKP böyle bir hükmün milletçe butlana uğratılmış bir hüküm olduğunu ilân ederek puan topladı. Bundan sonrası için de önündeki yol bu ifa, ika, icra çabasının açtığı bâtıl medeniyet yolundan başkası değil.

Beğenmedi AKP “Türküm, doğruyum, çalışkanım” denilmesini. Bunu beğenmemekten terfi bekledi. Makamını koruyabilmek için on üç yıl lisan-ı hal ile şunları söyledi: Türk değilim, sahtekârlığın her türlüsüne açığım, emeğimi yağmalamanın her tarzını kaygan zeminlerde kazanca dönüştürmeğe hasrettim. İstiklâl Marşı Derneği Türk değilim demenin prim yaptığı bu zamanın son yedi yılında faaliyet halindeydi. “Ben Türk değilim; ama bu topraklarda benim de hakkım var” diyen her kimse onların havalarını alması için İstiklâl Marşı Derneği bir farz-ı kifayeyi yerine getirmek üzere kurulmuştu. Yedi sene boyunca AKP artan bütün yobazlığının yanı sıra İstiklâl Marşı Derneği’ni Türk milletine kenetleyecek vasıtaları ortadan kaldırmakla meşgul oldu. Bu meşguliyet bu yazıyı okuyan sizleri de sarmış olabilir, AKP’ye bir yerinizle yaranmak için beni, ben İsmet Özel’i sevmekten imtina ediyor olabilirsiniz. Şu veya bu sebepten, şu veya bu tarafımla beni sevginize değer bulmayacaksanız noksanlıkla malul olduğunuzu haber vereyim. Bilin ki, ben ne oldumsa, sizin sevgisizliğinizin benim olduğum şeyde herhangi bir payı veya katkısı yoktu. Şimdilerde bilhassa ve hassaten Türk oluşum sizin sevme hissinizin bana ulaşmasına engel teşkil ediyor olabilir. Hissiyatınızdaki isabeti teslim ederim. Zira ben, Türk değilim diyen herkese hamlık atfederim. Mescid-i Dırar yıkıldığından beri Türkleşmemek Allah’ın müminlere bahşettiği olgunluğa erememektir. Bu kaknem itikadınızla beni beğenmenizi ummuyorum zaten. 

Hangi sebeple olursa olsun beni beğenmeyen bana küçük kızını vermez, olur biter. Sizin beni beğenip beğenmediğiniz aramızdaki arızî iştir. Zaten gönül işlerinin hep arızî ve hep arızalı olduğundan dikkati esirgememek lâzım. Gelin görün ki, madalyonun bir diğer tarafı bulunuyor: Bakalım ben sizi beğeniyor muyum? Benim sizi beğenip beğenmemem gönül işi sayılmaz. O giderek bir iş bile sayılmaz; o bütün boyutlarıyla benim “millî mesele” katındaki meşguliyetimdir. Ben sizlerin, siz okurlarımın küçük kızına değil, ülkemi, Türkiye’yi anlıyorum deme cesaretinize talibim. Bu okuduğunuz son cümle sayesinde fehm etmiş olmalısınız ki, Türkiye’yi anlamak cesaret ister. Yağmacının biriyseniz, bilin ki, yağmacılık Türkiye’yi anlama gücüne erme bahsinde size fayda vermez. Hazıra konanlardan biriyseniz, hazıra konduklarınız sizi Türkiye’yi anlayabilir hale sokmaz. Tavsiyem beklentisiz beklemeği öğrenmeniz olur. İçinize Türkiye’yi anlama isteğinin doğmasını bekleyin. Bakın ben, bunca kışkırtmamın fayda vermediğini göre göre yine de bekliyorum. Genç yaşımdan itibaren hiç fasıla vermeden, nazım ve nesir kıyafetinde yazdıklarım vasıtasıyla okurlarımı tahrike yeltendim. Onları bana erkenden sezdirilen ufku fark etmeleri hususunda kışkırttım. Neler yazdığımı şimdiye kadar umursayan biri çıkmış olsaydı, güttüğüm gaye, muradımın ne olduğu ammeye ayan edilecekti.  

Yazdıklarımı okumayı seçmiş olanların Türkiye adını kabul edip etmemesi önemli. Şimdiye kadar anlaşılır bir “Türkiye” var denilmiş olsaydı, bununla temel çelişkisi görmezlikten gelinerek anlaşılması imkânsız bir ülkeden bahsedilmiş olunacaktı. Türkiye vardır demek Türkiye var olsun diyebilmektir. Yağmacıların, hazıra konmuşların sarf edeceği cinsten bir söz değil. Türkiye var diyebilmek, hayatî bir çelişkiyi göze alabilmektir. Nedir bu “temel” çelişki? Türkiye’nin bütün çağlara teşmil edilebilecek temel çelişkisi şöyledir: Türkiye gelişmeyi, gelişip serpilmeyi varlığına gerekçe göstermek mecburiyeti altında kaldığı halde varlığını idame ettirebilmek için yakasını kendine mahsus gelişmeyi ve giderek yükselmeyi askıya almak mecburiyetinden sıyıramamış, sıyıramayan ülkedir. Hadisenin kapitalizmin dünya hakimiyetini ele geçirmesinden önceki ve sonraki safhalarında görülebilir iki veçhesi var. Birinci veçhe Haçlı Seferleri akabinde Küçük Asya’nın Dar-ül İslâm haline gelişi vesilesiyle Türklerin bir vatana sahip oluşudur. İkinci veçhe Çağdaş Türkiye’nin 1929 büyük buhranı arifesinde, yani sermayenin dünyada sonuç alabilecek yegane güç olduğu inancının dünyadaki bütün idareci kadroların zihnine sarsılmaz bir biçimde yerleştiği bir zaman aralığında doğmuş oluşudur.

 

Biz Türkler önce Küçük Asya’yı ardından Balkanları Dar-ül İslâm kılarak vatan kavramıyla tanıştık. İslâm akaidi gölgesinde doğan Türk toprakları gelişip serpilmeyi varlığının mesnedi haline getirmişti. XVII. Hıristiyan asrının başında Türkler ham madde ithal edip mamul madde ihraç eden bir ekonomiye sahipti. Türk toprakları Avrupa’ya başta sabun olmak üzere mamul madde temin eden yerlerdi. Bu hal biz Türkleri vatan kavramıyla tanışıklığı nişanlılığa dönüşmeğe sürükledi. Modernlik safhası gelip çattığında ise biz Türkler kurtuluşu vatanla nikâhlanmada bulduk. Vatan üstümüze kalmıştı. Bu bilhassa İstiklâl Harbi vesilesiyle böyle oldu. Zaten sekiz yüz sene vatan uğruna kan akıtmak, vatanın gözyaşlarını dindirme çabası göstermek Türk’ten başkasının talip olduğu bir vazife değildi.

İsmet Özel, 28 Ağustos 2014

İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.

 

 

PERGELİN YAZMAZ SİVRİ UCU

Modernlik dünyada bulunup bulunmadığımız hususunda şüpheye düşmemizle başlar. Modern düşüncenin fitilini ateşleyen Descartes şüpheyi ortadan kaldıran kişinin adı olarak bilinir. Onun verdiği cogito ergo sum hükmü hayatımızı müşahhas hale getirdi. Müşahhas demek şahıs haline girmiş demek.

AKP Kapanamaz, İstiklâl Harbi'nin Mağlupları AKP'yi Kapattırmaz

Savaş alanı ve barış masası. Bu ikisinin şartlarının birbirine uymadığını herkes bilir. Dikkat gerektiren durum odur ki, biz Türkler barış masasında İstiklâl Harbi kazanmış bir millet değiliz. Bilakis, Batum’u ve Batı Trakya’yı barış masasında kaybetmiş bir milletiz. Biz o milletiz, kalbinden İstiklâl Harbi’ni kazanan orduyu doğuran, o orduya ithaf edilen İstiklâl Marşı’nı, kalbinden doğuran millet biziz. Türkiye’de bir ikinci millet yok.

Türkiye'nin Önü Manialarla Doldurulmuştur

Doğumumuzu “dünyaya gelmek” mastarıyla dile getirmemize imkân sağlayan bir lisan Türk Milleti’ne ihsan edildi. Böylelikle dünyaya başka bir yerden gönderilmiş olduğumuzu dile getirebiliyoruz. “Dile getirmek” mastarıyla tekellüm edişimiz ise bizde evvelen doğmuş / dünyaya gelmiş olan bir meramın kelâma kavuşmasına işaret ediyor. Hidayet Rehberi  Kur’ân-ı Kerim menşeli bir lisan olarak Türkçe, sadece bedenimizin değil, amellerimizin de yaratılmış olduğunu bize hatırlatıyor.
 
İstiklâl Marşı Derneği üyeleri olarak bir sebebe istinaden dünyaya “gönderilmiş” olduğumuzu biliyor, o sebebin “dile getirilmesi” vesilelerini de birer hediye olarak görüyoruz. Genel Başkanımız İsmet Özel ile, dünyanın ahvalinden ayrı düşünemediğimiz Türkiye’nin ahvalini ve kendi halimizi konuşmayı hediyeleşmek kadar değerli görüyoruz. Mülaki oluyoruz. 
 
12.11.2011 tarihinde İstanbul Şubemizde, üyelerimizin huzurunda gerçekleştirilen ilk mülakatımızı aşağıdaki satırlarda okuyabilirsiniz.

Köpektir Zevk Alan Sayyâd-ı Bi-İnsafa Hizmetten

Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selametten
Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükûmetten

Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten
Mürüvvet-mend olan mazluma el çekmez ianetten

TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ?(II)

Yerküre ufkundaki bağımsız Kürdistan kimlerin yüksek müsaadeleriyle kuruluyor? Bu sualin cevabını umursamayanlar kapitalizmin global çağında vukuata vaziyet edecek bir otoritenin tesis edilmesini ve dolayısıyla anarşiye meydan vermeyecek bir hiyerarşinin yürürlükte kalmasını tabiî kabul edenlerdir. Onların kafasını meşgul eden sual “Amerika bu işe müsaade eder mi?” veya “Amerika bu işin ne kadarına müsaade eder?” sualidir. Bir kontrol mekanizmasının kaçınılmaz ve giderek zaruri olduğuna inananlara Türkiye’deki Amerika iki perspektif sunuyor: Hayata soldan bakanlar Amerika’nın Türkiye ile ilgili aldığı kararların Avrupa ülkelerine tahsis edilen yere uygun şekilde alınmasını bekliyor.

ABD KEMALİST TÜRKİYE’YE HİÇBİR ŞANS TANIMADI

En şık beyan ediliş biçimiyle “La Turquie Kemaliste” bir ham hayal mahsulüdür. Bil fiil olmasa bile bil kuvve vardır deme densizliğine bile yer yok. Türklükle alakası olsun olmasın kendini zaman içinde “Kemalist” diye tanıtan fertlere rastlanmış olduğu inkâr edilemese de; ne Mustafa Kemal hayatta iken, ne de ölümünden sonra bu yaftaya sahip çıkan bir zümre tebellür etmiş ve ne de böyle bir fikriyatın mevcut olduğunu tevsik ettiğine kanaat getirebileceğimiz metinler doğmuştur. 12 Eylül 1980 müdahalesi akabinde doğmuş olan Kemalizm’in itibar kazanma ihtimali idi ve bu ihtimal 10 Ağustos 2014 seçimiyle ABD tarafından yok edildi. 

ÖLEN ÖLDÜ KALAN SAĞLAR HÂİNDİR

Elinizde tuttuğunuz cerîde için İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı İsmet Özel’den yazı istediler. Ne yapılabilir? Şimdiye kadar (Kaçıncı ‘şimdi’dir bu!) yayın alanına sürdüğüm şeylerin hiçbiri âniden zihnimde çakıp da kâğıda döktüğüm şeyler olmadı. Bir sütunu haftanın yedi günü doldurmak zorunda kaldığım dönemlerdeki gazete yazılarım da bu hesaba dâhildir. Yazmanın bir cüretkârlık olduğuna başından beri inandığım için yazarken neye cüret ettiğimi düşünmenin içime saldığı tedirginlik üzerimden hiç kalkmadı. Ben bu baskı altında her satırı kemal-i ciddiyetle, hangi sözlerin nereye varacağının hesabını ihmal etmeden yazdım. Başkalarının alelusul yaptığını bir türlü, çok istediysem de yapamadım: Bir yazıyı “şişirivermeyi” beceremedim. Bigânelik bana göre değilmiş. Kaderim bu.

TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ? (IV)

Kâfiri küfründen ne Tanrı’ya inanıyor oluşu, ne de bir Tanrı’ya ibadeti yüceltişi arındırır. Biz insanların küfürden arınmaları hadisesine emanete hıyanet edip etmeyişleri zaviyesinden bakarız. Bu hakikatin üzerine Resul-i Ekrem’in irtihaliyle bir gölge düşmüş, Hulefa-i Raşidin dönemi müminlerin bu gölgeyi yok etme çırpınışlarıyla geçmiş ve nihayet çok çeşitli sebebe binaen Müslümanlaşmış insan yığınlarına “dünyaya uyma” hali galip gelmiştir. Allah katındaki dinin imtiyazı ahiret yurdunu tercih eden kaç kişi kaldıysa onların eline bırakıldı.