
Bugün Türkiye’de olup biten şeyler, doğrudan doğruya, bir iktisadi mekanizmanın hem gürbüzleşmesi hem de tehlikelerden arındırılması için yapılıyor. Bu hep böyle yapıldı. Bu konuyu atlayıp da meseleleri anlamaya çalışmak, anlamamayı peşinen kabul etmek demektir.
Kâfiri küfründen ne Tanrı’ya inanıyor oluşu, ne de bir Tanrı’ya ibadeti yüceltişi arındırır. Biz insanların küfürden arınmaları hadisesine emanete hıyanet edip etmeyişleri zaviyesinden bakarız. Bu hakikatin üzerine Resul-i Ekrem’in irtihaliyle bir gölge düşmüş, Hulefa-i Raşidin dönemi müminlerin bu gölgeyi yok etme çırpınışlarıyla geçmiş ve nihayet çok çeşitli sebebe binaen Müslümanlaşmış insan yığınlarına “dünyaya uyma” hali galip gelmiştir.
İlerleme gücümüz varsa ilk bakıştan sonrasına erebiliriz. Erdiğimiz rahmettir. Erersek rahmetli oluruz. Bu demektir ki oluşumuzu ölüşümüzden, ölüşümüzü oluşumuzdan ayıramazlar. Eeee?
Şaşmak, şaşırmak, sapıtmak üzerimize vazife olmayan işlere karışmanın neticesi olduğu kadar sebebidir de. Bu bahse taalluk ettiği kadarıyla kâfirler Tanrı’nın varlığına birçok delil getirme zevkine dalmış gitmişler, imanı bir ikna meselesi şekline getirmekle her türlü nifakın zeminini pekiştirmişlerdir.
İnfak ve Cihat… Yanına bu ikisini almadıysan tembel talebenin dersten döndüğü gibi Cennet’in kapısından dönersin.
Müslümansak meseleyi Kur’an-ı Kerîm’in nazil oluş şartları, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuş şartları muvacehesinde ele almak mecburiyetindeyiz.
"Nasıl Türk toprakları İstiklâl Harbi ile kâfirlerden kaçırılmış topraklar ise, İstiklâl Marşı da kâfirlerden kaçırılmış bir metindir. Cumhuriyet Türkiye'si bu gözü pek tutumun bir neticesidir."


